ORTAK AKIL

Akıllı insanlar kendi akıllarını kullanırlar, daha akıllı olan insanlar ise başkalarının da aklını kullanırlar. Böylece yapılacak işin hem kalitesi artar hem de yapılan işten etkilenen insanların memnuniyeti artar. Peki ortak akla nasıl ulaşabiliriz? Bunun en önemli yolu, beraber yaşama azminde olduğumuz insanlarla konuşmasını, onlarla diyalog kurmasını, yani istişare yapmasını bilmeliyiz. En güzel örnek, Hz. Peygamber (s.a.v.) bu konuda da bütün insanlığın rehberi olmuş, peygamberlik makamına rağmen pek çok konuda arkadaşlarına danışmış ve onların görüşlerine önem vermiştir. Bu tavrın sadece toplumsal uzlaşma açısından değil, ahlaki ve manevi açıdan da büyük öneme sahip olduğunu belirtmekte fayda var.

İstişarenin yapılması diğer insanların görüşlerinin de alınması anlamına geldiğinden, burada bir karşılıklı saygı ve sevgi ortamı var demektir. Zira sadece kendi aklına ve bireysel görüşüne güvenen insan, kibir içerisindedir. Yani böyle düşünen kişi, diğer insanları kendinden aşağı görmekte, onlarla diyaloğa girmeye tenezzül etmemektedir ki, bunun büyük bir ahlaki zaaf olduğu açıktır. Aynı zihin dünyasının eri olan insanların istişare mekanizmasını kullanma azmini gösterememesinin sebebi, genellikle bu tür zaaflardan kaynaklanmaktadır. Oysa diğer insanlarla konuşmasını, onlarla istişare yapmasını bilen insan, belli bir ilmi ve manevi kademelenmeyi kabul etmekte, böylece fikri ve ahlaki tevazunun sahibi olmaktadır. İstişare yapmak, biraz daha Türkçe bir ifadeyle söyleyecek olursak birbirimize danışmak ve birbirimizle konuşmak, fıtri bir özelliktir ve insan oluşun şartlarından biridir. Nitekim Türkçe’de söz sarf etme ve bir şey söyleme anlamında kullandığımız ‘konuşma’ kelimesi, karşılıklı olarak ‘konma’ (kon-uş-ma) anlamına gelir. Yani konuşma, aynı zemini paylaştığımız insanlarla yüzyüze gelme, onları dinleme, onlara bir şey söyleme eyleminin adıdır.

 Batılı anlamda akılcılık (rasyonalizm) ile İslâmi düşünme tarzı arasındaki fark vardır. Rasyonalizm, yalnızca aklı mihenk taşı olarak kabul etmek suretiyle, ya kendi üstündeki ve ötesindeki gerçekliği reddetmeye ya da o gerçekliği kendi akıl seviyesine indirgemeye çalışır. Bu yüzden her tür kaba akılcılığın altında kibir vardır. Diğer insanları, yani ortak aklın birimlerini küçümseyen bu akılcılık, aynı zamanda geleneğe de küçümseyerek bakar ve her fırsatta tarihi yeniden yazmaya çalışır. Bu yüzden ‘tarihin sonu’, ‘dinin sonu’, ‘aklın sonu’, ‘düşüncenin sonu’ gibi söylemlerin hep Batı’da üretilmiş olması bir tesadüf değildir.

Buna mukabil, İslâmi düşünme tarzı hem sosyal hem de tarihi anlamda geleneğe büyük önem verir. Zira gelenek, nesilden nesile aktarılan ruhsuz kavramlar ve adetler yığınını değil; vahyin ışığında şekillenen ve gelişen ortak aklın yekûnunu ifade eder. Geleneğe bu açıdan baktığımızda, tek-akıl ile ortak-akıl arasındaki nitelik farkını açık bir şekilde görebiliriz.

Örneğin fıkıh usulünde teknik bir terim olan ‘icma’ kavramı, ortak-akıl perspektifinden bakıldığında son derece anlamlı ve işlevsel bir mefhumdur. Zira burada icma, yani uzlaşım ve ittifak ile kastedilen, tarihin ve bireysel akılların süzgecinden geçerek şekillenen ve netlik kazanan bir görüş, fetva yahut ictihattır. İstişarenin karşılıklı konuşmadan okumaya kadar çok geniş bir alanı kapsadığını düşündüğümüzde, tarih boyunca icma türü istişare ve diyaloğun sürekli devam ettiğini görmek zor olmayacaktır.

Bütün bu söylenenler ışığında istişareyi, ortak bir aklın inşa edilmesi süreci olarak tanımlayabiliriz. Bu ortak akıl, hepimizin bireysel katılımıyla gerçekleştiğinden, daha kuşatıcı ve bağlayıcı bir niteliğe sahiptir. Bu sebeple istişare sonucu varılan kararlar her zaman daha uzun ömürlü ve çözüm üretici olurlar. İslâm düşünce ve medeniyet geleneğinin oluşumu, en genel manasıyla bu tip bir istişarenin, diyalog ve konuşmanın ürünü olarak ortaya çıkmıştır.

Bu geleneğin yeniden ihyası ve sürekliliği, şüphesiz bizim istişare yapmayı, ortak aklı kullanmayı yani ‘konuşma’yı yeniden öğrenmemize bağlıdır.
YORUM EKLE