Yusuf Devran: Yusuf Devranla dobra dobra...

AK Parti Gümüşhane Milletvekili Aday Adayı Prof. Dr. Yusuf Devran’ın Arzularkabaköy’deki mütevazi bir Anadolu evinden, Gümüşhane’ye, Gümüşhane’den Ankara’ya, Ankara’dan Londra’ya ve oradan da İstanbul’a uzanan başarılı hayat hikayesini kendisinden dinledik. 

“Ülkeme hizmeti daha küçük yaşlarda kafama koymuştum. Beni en çok mutlu eden duygu başarmak, ülkeme ve milletime hizmet etmektir. Gümüşhane ile aramda her zaman sevda bağı vardır. Gümüşhane’de yaşayanlar bana göre, ülkemin göz bebeği. Ben gözümü onların arasında açtım. Benim gönlümde onların tahtı var. Gümüşhane artık hak ettiği hizmetlere muhakkak kavuşmalı. Gümüşhanemiz, kendi toprağında kendi ocağında mutlu ve müreffeh insanların yaşadığı bir il olmalı.” diyen Prof. Dr Yusuf Devran’la hayatına dair her şeyi konuştuk…

•    Ülkeme hizmeti daha küçük yaşlarda kafama koymuştum.
•    Babam, soframızda misafir bulunmasından mutluluk duyardı
•    Milli Gençlik Vakfının yurdunda tanıdığım arkadaşlarımın pek çoğu ülkeme hizmette çok başarılı oldular
•    Birlikte okuduğum arkadaşlarım şimdi ülke yönetiminde ve medya sektöründe çok etkin görevlerde.
•    Sayın Cumhurbaşkanımızı, Büyükşehir Belediye Başkanı iken tanıdım.
•    Beni en çok mutlu eden duygu başarmak, ülkeme ve milletime hizmet etmektir.
•    Gümüşhane ile aramda her zaman sevda bağı vardır. Gümüşhane’de yaşayanlar bana göre, ülkemin göz bebeği. Ben gözümü onların arasında açtım. Benim gönlümde onların tahtı var.
•    Gümüşhane artık hak ettiği hizmetlere muhakkak kavuşmalı. Gümüşhanemiz, kendi toprağında kendi ocağında mutlu ve müreffeh insanların yaşadığı bir il olmalı. 

Prof. Dr. Yusuf Devran, fikir, dava ve aksiyon adamı. Gümüşhane’den Ankara’ya, Londra’dan İstanbul’a uzanan başarı dolu bir geçmişi var. Duruşuyla ve hayata bakış açısıyla Anadolu gibi köklü, sağlam, fedakâr, dinamik bir akademisyen ve yönetici. Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanlığı gibi çok önemli bir görevi başarıyla yürüttü.

AK Parti’den Gümüşhane Milletvekilliğine aday adayı olan Prof. Dr. Yusuf Devran’ın 46 yıllık hayatını, çalışmalarını, ideallerini ve vizyoner kişiliğini kendisinden dinledik. Yayınladığımız bu bölümde Yusuf devranın 46 yıllık yaşamını ele alıyoruz. Daha sonra yayınlayacağımız röportajda Yusuf Devran’ın Yeni Gümüşhane Yeni Türkiye vizyonu konuşacağız. 

Hocam herkes sizin Gümüşhaneli olduğunuzu biliyor. Bunun dışında bize anlatacaklarınız var mı? Mesela Yusuf Devran nasıl bir çocukluk geçirdi?

-1969 yılında şimdiki adı Arzularkabaköy olan merkez Arzular köyünde mütevazı bir evde doğdum. Altı çocuklu bir ailenin üçüncü çocuğu idim. İlkokulu beldemizde okudum. İlkokula giderken kışın sobada yakmak için her gün elimize bir parça odun alıp götürürdük. Bir de yerli malı haftaları aklımdan hiç çıkmaz.

Çocukluk yıllarımdan hatırladığım iki önemli şeyden biri sık sık gelen misafirlerimize su ve yemek taşımak, ikincisi ise beyaz atımıza binmekti. Hatta atımız öldüğünde çok üzülmüş ve ağlamıştım. Çünkü o ailemizin adeta bir parçasıydı. Dedemden yadigâr kaldığı için mi, bilmem. Annemin ömrü de misafirlere yemek yapmak, bahçede çalışmak; dedem, babaannem ve altı çocukla ilgilenmekle geçti. Ama hiçbir zaman öf bile demedi, çünkü insanlara hizmet etmek bize büyüklerimizden kalan önemli bir adetti.

-TİCARETLE UĞRAŞMAM, ÜNİVERSİTE OKUYACAĞIM-
İlkokuldan sonra?

İlkokuldan sonra Gümüşhane İmam-Hatip Lisesi’ne kaydoldum. Gerek ortaokul ve gerekse lise kısmında sınıfın en parlak öğrencilerinden biriydim. O dönemde Cumhuriyet Caddesi’nde Arzu Apartmanı’nda oturuyorduk. 1979 yılında sağ sol çatışmaları vardı kentimizde. Okula gidip gelirken bu çatışmaların arasında çok kaldım. Ve henüz ortaokul birinci sınıftaki bir öğrenci olarak bu kavgalara bir türlü anlam veremiyordum. Bu insanlar niçin birbirini öldürmeye çalışıyor diye hep soruyordum kendime.

Daha sonraları lise üst sınıflarında iken, sınıfımızda Gümüşhane’nin merkez ve ilçelerinden çok sayıda arkadaşım oldu. Torul’dan, Köse’den. Kürtün ’den, Kelkit’ten ve Şiran’dan gelen arkadaşlarım genellikle Hasanbey Mahallesi’nin üst taraflarında oturuyorlardı. Bazı sınıf arkadaşlarımla onlara sık sık misafir olurduk, Türkiye’nin ve Gümüşhane’nin geleceğini tartışırdık.
Liselerarası yarışmalarda Gümüşhane İmam Hatip Lisesi’ni temsil eden takımın içindeydim. Yarışmalarda çok iyi sonuçlar alırdık. Neticede liseden 1985 yılında birincilikle mezun oldum. Ardından Ankara’da da ikinci liseyi bitirdim.
Lise yıllarımda dayımla birlikte gıda toptancılığı yapıyorduk. Babam bana daha 14 yaşındayken gelecekte ne yapmak istediğimi sorunca ticaretle uğraşmayacağımı ve üniversite okuyup ülkeme hizmet edeceğimi söylemiştim.  Bu babamın da hoşuna gitti. Çünkü babam da kendisini ilme ve dine hizmete adamıştı.

Ankara serüveniniz üniversiteyle birlikte mi başladı?

Evet. Ankara İletişim Fakültesi’ni kazandım ve başkente gittim. Ankara’ya Gümüşhane Seyahat ile gider gelirdik. Yol çok uzundu. Sadece Trabzon ile Gümüşhane arası 5 saat sürüyordu. Bir gün Ankara’ya gitmek için terminaldeydim. Rahmetli Mürsel Akhan Abinin otobüsüne bindik. Ancak otobüs hareket edemiyordu. Çünkü bir bileti yanlışlıkla iki kişiye satmışlardı. Yolcu yüksek sesle bağırıyordu. Aynı zamanda sınıf arkadaşım rahmetli Osman’ın da abisi olan Mürsel Abi çok çaresizdi, yanına gittim “Mürsel Abi bana bir iskemle bul, ben arada giderim, benim yerimi bu yolcuya verin” dediğimde bana nasıl sarılmıştı, hiç unutmam. Krizi böyle çözüp yola devam ettik.
Çok ideolojik bir okuldu bugünkü Ankara İletişim Fakültesi. Dönemin meşhur simalarından oluşan akademik kadrosu vardı. Öğrenci profili de iyiydi. Dönem arkadaşlarımız gerek medya sektöründe gerekse akademide çok iyi noktalara geldiler.

Kimler vardı bunlar arasında?

Kim yoktu ki. Birlikte kaldığım arkadaşlarım çok idealistti. Bugün çoğu müsteşar, vali genel müdür ve akademisyen olarak millete hizmet ediyorlar. Sabah erkenden evin telefonu çalınca arkadaşlarım “Yusuf! bu telefon sanadır” derlerdi. Çünkü Gümüşhane Seyahat o zaman sabah çok erkenden Ankara’ya inerdi. Misafirlerimiz de iner inmez beni arardı. Sabahın o karanlığında Ankara eski otogarına gidip yolcu karşıladığım çok olmuştur. Üçüncü sınıftan sonra kaldığım Ankara Dışkapı Milli Gençlik Vakfı yurdunda da çok samimi ve başarılı arkadaşlarım oldu.

Milli Gençlik Vakfı demişken bir anımı hatırladım. O yıllarda Avrupa Milli görüş Teşkilatı Genel Sekreteri Hasan Damar 1980 darbesinin komutanı Kenan Evren’e bazı laflar ettiği için Mamak’ta cezaevinde yatıyordu. Bana bir tanıdık geldi ve “Hasan Damar’a cezaevinde çok işkence yapıyorlar, rahat bir cezaevine naklettirebilir misiniz?” demişti. Bunun üzerine hemen tanıdıkları devreye sokarak Haymana cezaevine aldırttık. Sonra Hasan Damar’ı Haymana Cezaevinde ziyaret edip tanışmıştım. Kendisi beni görünce şaşırdı ve “Ben sizi yaşlı başlı birisi zannediyordum, karşımda henüz 20’li yaşlarda birini görünce şaşırdım” demişti. Tabi herkes darbecilerden korktuğu için kendisine yardım etmekten çekinmişti.  Haymana rahat olduğu için o zaman rahmetli Erbakan ve kurmayları da kendisini rahat ziyaret edebiliyordu. Yanlış hatırlamıyorsam o ziyarete Fahri Uçan’la birlikte gitmiştik.

Mezuniyetten sonra ne yaptınız?

Okulu bitirir bitirmez hemen askere gittim. Ardından Gazi Üniversitesi’nde yüksek lisansımı bitirerek İngiltere’ye gittim. Zaten okurken mutlaka yurt dışına gidip hem iyi bir dil hem de alanımda uzmanlık eğitimi almaya karar vermiştim. Üç yıl Londra’da FOSIS (Müslüman Öğrenciler Birliği) yurdunda kaldım. Burada Müslüman ülkelerden gelen öğrenciler kalıyordu. Benden önce de bu yurtta Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül, Temel Karamollaoğlu ve gazeteci-yazar Fehmi Koru gibi çok kıymetli kişiler kalmışlardı. Zaman zaman yurda Şeyh Nazım Kıbrısi, Yusuf İslam ve bazı fikir adamlarını davet eder, İslam dünyasının meselelerini tartışırdık. Yurtta üç arkadaş aynı odayı paylaşıyorduk. Bunlardan Muhammed Said, Nijerya Kano Üniversitesinde profesör, Pakistanlı Hasan’da Londra’da kendi şirketini yönetiyor. Hasan’ı Gümüşhane’de bir hafta ağırlamıştım. Nijeryalı arkadaşım çok mütevazı ve takva sahibiydi, gece sabaha kadar ibadet ederdi.

Londra’da okul dışında sosyal aktivitelere katılır mıydınız?

Londra’da hafta sonları Prof. Dr. Talip Alp ve Abdullah Gül gibi feraset sahibi büyüklerimizin kurduğu Türkyar yurduna gider oradaki aktivitelere katılırdım. Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan da bize konferans vermek için Türkyar’a gelmişti. Ancak benim Sayın Cumhurbaşkanımızla tanışmam daha öncesine dayanıyor. Londra’da ikamet eden bazı Müslüman aydınlar Refah Partisi’nin İstanbul’daki bir toplantısına davet edilmişti. Bazılarını tanıyordum ve benden kendilerine eşlik etmemi istemişlerdi. Ricalarını kırmadım ve onlarla İstanbul’a geldim. O zaman İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olan Recep Tayyip Erdoğan da bu kişileri kabul etmişti ve ben tercümanlıklarını yapmıştım. 43 yaşında karizmatik ve heyecanlı bir genç devlet adamının İstanbul gibi devasa problemlere batmış bir metropolü ayağa kaldırmış olması, heyettekiler gibi beni de çok etkilemişti. Türkyar’da kalan ve iyi yetişmiş çok sayıda arkadaşımız bugün ülkemize önemli kademelerde katkı sunmaktadır.

Londra’da ne kadar kaldınız?

Üç yıl kaldım. Bir taraftan çalıştım diğer taraftan da önce dil, ardında South Thames College’ın Medya ve Tasarım Fakültesi’nde TV stüdyo yönetmenliği ve multimedya eğitimi aldım. Başta disiplin ve çok çalışkanlık olmak üzere İngilizlerden çok şey öğrendim. Türkiye’ye dönünce Gazi Üniversitesi’nde doktora eğitimimi tamamladım. Bu sırada televizyon ve medya sektöründe çalıştım. Daha sonra Yeditepe Üniversitesi’ne geçtim.
Bu arada 1999 seçimlerinde Fazilet Partisinde aktif olarak görev yaptım.

Yeditepe’de görev yaparken sık sık yerleşkenin yanındaki İBB Darülacezesini ziyarete gidiyordum. Bir gün değişik bölümleri gezdim ve en son zihinsel engelliler bölümünden geçerken, demirlerle kapalı mekânda bana bakan o çaresiz gözleri görünce dayanamayıp orayı terk ettim. Ve yurtdışında bu iş en iyi nasıl yapılıyor sorusunu kendime sordum. Akabinde Hollanda’ya giderek 40 gün yaşlı bakımı ve engelli eğitimi konusunu araştırdım. Yaklaşık 200 sayfalık bir rapor yazdım ve devlete sundum. O rapor çok hayırlara vesile oldu.

Akademik kariyerinizi herhalde Yeditepe’de tamamladınız?

Evet. Yeditepe Üniversitesi’nde 13 yıla yakın çalıştım ve çok önemli tecrübe kazandım. 2005 yılında 36 yaşında doçent, 41 yaşında ise profesör oldum.
Yeditepe’de çalışırken, Broadway marka otomobilim vardı. Bir gün bir öğrencim “Hocam biz jiple okula geliyoruz, hocamız Broadwayle” demişti. Bunun üzerine borç alarak yaklaşık 12.000 TL’ye Renault 21 aldım. Bir gün o zaman daha 5-6 yaşında olan kızım “Baba sen bu arabayı 12 bin TL’ye nasıl aldın, çünkü bu kadar maaş almıyorsun” deyince üç yıl borçlanarak aldığımı söyledim, o da ikna olmuştu. Ardından kendisine “Kızım sen beni böyle sorguladıkça ben hayatta hiç yanlış yapmam” demiştim.

-FİLİSTİNLİ AKADEMİSYENDEN İBRETLİK YORUM-
Bu arada yazdığınız birçok kitabınız var uluslararası alanda da tanınıyorsunuz… Nasıl başardınız?

Yeditepe’de medya analizi, kamuoyu ve siyasal iletişim dersleri verdim. Bugün bir kısmı üniversitelerde ders kitabı olarak da okutulan ulusal ve uluslararası yayınlarımın birçoğunu bu dönemde yaptım. ABD, İngiltere, İspanya, Almanya, Polonya ve Suudi Arabistan gibi çok sayıda ülkede konferanslarda sunum yaptım. Suudi Arabistan’da katıldığım bir konferans sonrası Mekke’de yaptığımız yuvarlak masa toplantısını hiç unutamıyorum. Sudan meselesini tartışıyorduk. Soru şu: Devlet Başkanı Ömer El Beşir uluslararası ceza mahkemesine teslim olmalı mı, olmamalı mı? Bazıları suçsuz olduğunu, teslim olursa, yargılanıp affedileceğini savunuyordu. Söz bana gelince “Sudan meselesinin Ömer El Beşir meselesi olmadığını, asıl amacın batının petrol kaynaklarını ele geçirmesi olduğunu ifade ettim. Sonra hiçbir onurlu millet, devlet başkanının bu tür mahkemelere teslim olmasını kabul edemez. Bir İngiliz, Alman veya Fransız devlet adamının böyle bir mahkemede yargılandığını gördünüz mü?” dedim. Bu söz üzerine Filistinli bir katılımcının yanıma gelerek “Yusuf, işte Türk böyle konuşur. Siz böyle onurlu bir millet olduğunuz için kimse sizi sömürgeleştiremedi” diyerek bana sarıldığını hiç unutamam.

Daha sonra Marmara Üniversitesi’ne geçtiniz. Bu süreç zor oldu mu?

Mali yönden evet. Yeditepe’den Marmara Üniversitesi’ne geçerken rektörümüz “Yusuf nereye transfer oluyorsun?” dediğinde “Hocam Marmara’dan çağrıldım” demiştim. Kendisi bana sarılarak “Yusuf, her zaman Yeditepe’de yerin hazır. Marmara benim de üniversitem. Oraya da çok katkı sunacağına inanıyorum” demişti.

2007 genel seçimlerinde, Cumhuriyet mitingleri yapılıyordu, Sayın Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı engellenmek isteniyordu. Bu nedenle sorumluluk bilinciyle hareket ederek o yıl önemli bir internet sitesinde günlük köşe yazıları kaleme aldım. Ardından “22 Temmuz: Bir Dönemin Sonu mu Başlangıcı mı ?” başlıklı kitabımı yayınladım.

Yeditepe Üniversitesinden, Marmara Üniversitesi’ne  profesör olarak geçtiğimde maaşım ciddi oranda düşmüştü. Üsküdar Müftülüğünde Kur’an Kursu öğretmeni olarak çalışan eşim “Devlette göreve çağrılıyorsan gitmen ve gelir kaybını düşünmemen gerekir” diyerek bana destek olmuştu.

Marmara’da neler yaptınız?

2011 yılında göreve çağrıldığım Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde üç yıl süreyle dekanlık yaptım. Üniversite senatosu ve yönetim kurulu üyeliği gibi çok önemli görevlerde bulundum. Ankara’da Üniversitelerarası Kurul Komisyonundaki görevim ise hâlâ devam etmektedir. Dekanlık sürecimde altyapı, sektörle işbirliği, eğitim konsepti, yüksek lisans ve doktora programları ve uluslararasılaşma konusunda vizyoner adımları başarıyla attık. Otuza yakın yabancı fakülte ile Erasmus anlaşması yaptık. Hatta ekibimizin bu başarısından dolayı bana rektörlükçe yılın başarı ödülü verildi. Başta Gezi olayları olmak üzere ülke meselelerinde, baskılara ve medya saldırılarına boyun eğmeksizin, hep devletin ve seçilmiş hükümetin yanında yer aldım.

Gümüşhane ve hemşerilerinizle irtibatınızı hiç koparmadığınızı biliyoruz. Bu konuda aktif görevler aldınız mı?

Hayatımda önemsediğim ve beni çok mutlu eden diğer bir çalışma alanım ise İstanbul’daki Gümüşhane STK’larındaki faaliyetlerimdir. GÜSİAD, GÜDEF VE GÜYAD’da aktif görev aldım. Gümüşhane ile ilgili İlimiz Gümüşhane adlı derginin editörlüğünü üstlendim ve ayrıca Gümüşhane belgeseli hazırladık. İstanbul’daki Gümüşhane STK’larında görev alan insanlarımızın çoğunu şahsen tanırım. Gümüşhane’mize ve hemşerilerimize yönelik çok faydalı çalışmalar yaptık ve hala da bu çalışmalarımız devam ediyor. İstanbul’un stresini ve sıkıntısını Gümüşhaneli dostlarımla buluşarak atıyorum. Acı ve tatlı her önemli anlarında yanlarında olmaya çalışıyorum. Gümüşhane ile bağımı da hiç koparmadım, ailem de orada yaşıyor. Her yıl yaz tatilinin yanı sıra yıl içerisinde de en az birkaç kez gidip geliyorum.

Netice olarak bunca çabamın ve çalışmamın tek gayesi, Allah’ın rızasını kazanmak, ülkemin gelişmesine az da olsa katkı sunmak ve aileme onurlu bir itibar bırakmak. Başka bir ifade ile geçici olan ömrümü bıraktığımız eserlerle ve alacağım hayır dualarıyla ebedileştirmek.

Şimdi, Allah nasip ederse, yeni bir görev üstlenerek memleketime hizmet etmeye talibim ve tüm gücümle bu uğurda çalışmaya devam edeceğim.

Çok teşekkür ederim hocam.   

Ben teşekkür ederim.