Son mesaj - Gönderen: Recep Ergin - Salı, 01 Kasım 2011 23:40
Sitemizin yeni hali www.gumushane.gen.tr/v2 adresinde test edilmektedir. Lütfen belirli aralıklarla ziyaret ederek, yaşadığınız aksaklıkları ve önerilerinizi admin@gumushane.gen.tr adresinden veya buradaki formdan bize bildirin.
Köşe Yazıları Bölgesi

Köşe Yazıları->Ali Coşkun HİRİK->NEREDE BİZİM MÂNÂ ÖNDERLERİMİZ? [ Arama ]

NEREDE BİZİM MÂNÂ ÖNDERLERİMİZ?
Başlık NEREDE BİZİM MÂNÂ ÖNDERLERİMİZ?
Açıklama -
Siteye Ekleyen Recep Ergin
Çok büyük bir yağcılıkla Sayın Başbakana takılan sıfatları hayretlerle izliyorum: Davos fâtihi, son Osmanlı padişahı vs vs.

     MHP Grup Başkanvekili Oktay Vural, bunlarla da yetinmeyerek seçim mitinglerinde “2’nci Atatürk” pankartları açılan Başbakan Erdoğan için AKP Aydın İl Başkanı İsmail Hakkı Eser’in 14 Kasım 2008’de yaptığı bir konuşmada “İkinci Peygamber gibidir” dediğini bizlere aktarıyor!

     Buyrun buradan yakın!

     Bizim için başlı başına aşk olan mânâ önderlerimizin üzerine, siyasetin gölgesi düşmüştür.

     Aşk kelimesinin güzelliği ve içimizi titreten sihirli tesiri yüreklerimizi yakıp kavuruyorken böyle bir sonuca gittiğimizin üzüntüsüyle bunları karalıyoruz.

     Her şeye rağmen aşkın ve bizi biz yapan mânâ önderlerimizin bu hayatta –bizlere görünmeseler de- bir yerlerde saklanarak bizlere acı içinde baktıklarını düşünüyorum.

    Bir insana peygamber gibi denmesi neyin nesi oluyor!

     Bir şey var ki, aşk ve mânâ bu içi boş değerlerin kıskacındaki dünyanın ölçüleriyle açıklanamıyor.

     Edebiyat tahsili yapmaya gerek yok, herkes kusursuz ve mükemmel aşkları, mânâlı ilişkileri okur kitaplarda.

 Ama eğitim hayatımız biter kitapları bir kenara koyup, hayata karışmak istediğimizde büyük bir hayal kırıklığıyla sarsılırız.

Aşk ve sevgi üzerine kitaplardan öğrendiklerimizle, sosyal hayatın süregiden  akışında gördüklerimiz çok farklı farklıdır.
Neden insanlar hayata karışır karışmaz birden bire sürü psikolojisi içinde içlerinden geçen soylu anlamlı düşünceleri unutuverip, on an için hükmünü yürüten  gecici zevk ve isteklerin pençesine düşüyorlar? Bir insana peygamber gibi diyerek bunu durumu  kutsal değerlere  izafe etmek işgüzarlığını neyle açıklayacağız?

      Biz sadece içimizde kalacak ve hiçbir zaman kullanım alanı bulamayacak aşk ve sevgi üzerine  öğrendiklerimizi  daha neden öğrendik ve nerde, ne zaman geçerli kılacağız?

 Bizlere bunu öğretenler demek ki bir şey biliyorlardı. Devletin “milli” ve “dini” eğitimini yöneten ve yönlendiren insanlar, kullanım alanı olmayan sevgi ve aşk gibi ulu öğretileri bizlerin içine neden bıraktılar peki? Sosyal hayatın akışında aşksızlık ve sevgisizlik almış başını giderken, bizler içimizdeki yetim kalmış soylu düşüncelerimizle daha ne kadar bigane duracağız!!

     Her Türk evladı gibi benim de ilk aşklarım ve mânâ öderlerim Peygamberim ve Atatürk’ümdür. Siyaseti, kendilerine amaç olarak belirlemiş kişileri bilmem ama benim sadece bir tane Peygamberim ve bir tane Atatürk ‘üm vardır.

     Gençlik yıllarımda Atatürk’ün asla sorgulanamaz ve asla sevilmezlik edilemez bir büyük ruhi gıda olduğunu düşünüyordum.
 
     (Hala da aynı düşüncedeyim!)

     Küçük bir kasabadan aldığım  utangaçlığım içinde üniversite hayatına başladığım ilk günlerde hiç unutmuyorum yurtta kaldığım  bir 10 Kasım sabahı acı sirenlerle uyandım.

Aynı odada 6 kişi kalıyorduk! Uyanır uyanmaz dördüncü katın penceresi önüne pijamalarımla apar topar koştum ve acı acı öten sirenlerin eşliğinde saygı duruşunda bulundum. Bütün sıcacık yataklarında uyuyan arkadaşlarımın aynı şekilde benim gibi koşup siren sisleri eşliğinde saygı duruşuna durduklarını düşünürken,  sirenler bitip arkamı döndüğümde, ardımda hırcın bir ses tonunda konuşan bir arkadaşımı buldum:

     “Yahu sabah sabah senin işin yok mu? Deli misin sen!”

     İlk şok!

 İçimde ilk aşkım devrildi ama asla yıkılmadı.

Küçük bir depremle sarsıldım. Şaşkınlık içinde hiçbir şey söylemeden yeniden yatağıma yöneldim ve usulca kimseyi rahatsız etmeden yattım. Bu aşkın birileri tarafından “paylaşılmadığını” ilk kez o gün öğrendim.

     Ah bize bu aşkı öğretenler neden bizi bekleyen tuzaklara dikkat çekmediler?
 Neden bu aşkın önündeki engelleri de bizlere öğretmediler?

     Sonra ardından gelen üniversiteli yıllar… Uzaktan sevmelerin hafif hafif yüreğimizde yeşillendiği aşklar. Yalnızlıklarımızda dal budak salan umutlarımız. Üniversite yıllarım Fuzuli, Şeyh Galip, Nedim divanından koparıp aldığım (ben bunu hep denizden mavi çalmaya benzetirim!) kusursuz aşk söylemleriyle geçti.

 Ruhuma üflenen aşk gıdası “aşk budur işte” dercesine büyük bir yangınla içimde hissedildi. Nerden bilebilirdim aşkın bir başka kıstaslarının da olduğunu!

     Yine yurtta kalan bir arkadaşımla kantinde çay içiyoruz. Birazda sırlarımızı paylaştığımız bir arkadaşımdı. Sakaryalı Sezgin. Çıktığı (bu kelime de sonradan içime çok dokunmuştur) ve aşk yaşadığı kız arkadaşından bahsederken, “ O benim bir gecelik aşkım!” deyiverince bir küçük deprem daha yaşadım.

     İkinci şok!

     Şimdi de birileri bir insana peygamber gibi diyerek içimdeki kutsal değerlere darbe vurmaktalar

     İçimdeki bütün kutsal değerler ağlıyor.

     Ya bizlere kitaplarda öğretilen kusursuz ve de ölümüne olan aşklar başka, mânâ önderlerimiz başka, ya da bu insanların kafaları içine yerleştirilen aşklar, mânâ önderleri başkadır!

     Şimdi yıllar sonra soruyorum:

     Sahi nerde bizim aşklarımız, mânâ önderlerimiz?

     İçimden gelen bir ses beni dürtüyor:

     “Ayaklar altında!”


Oyu Puanı: 26 - Ortalama: 1

Yorum Gönder Değerlendir Yazdır
Yorumlar

Bilgiler
Burda 2491 Köşe Yazısı Kayıtlı
Enfazla Bakılan: TARİMİZDEKİ KAHRAMAN KADINLAR...
Enfazla Değerlendirilen: TEKNOLOJİ VE İNSAN

Köşe Yazıları Bölgesini Gezen: 20 (0 Kayıtlı Üye 20 Ziyaretçi ve 0 Bilinmeyen Üye)
Görünen üyeler: 0


 


MKPortal M1.1.1 ©2003-2006 mkportal.it
Bu safya 1.28997 saniyede 15 sorguyla oluşturuldu