Son mesaj - Gönderen: Recep Ergin - Salı, 01 Kasım 2011 23:40
Sitemizin yeni hali www.gumushane.gen.tr/v2 adresinde test edilmektedir. Lütfen belirli aralıklarla ziyaret ederek, yaşadığınız aksaklıkları ve önerilerinizi admin@gumushane.gen.tr adresinden veya buradaki formdan bize bildirin.
Köşe Yazıları Bölgesi

Köşe Yazıları->Zülfikar Yapar KALELİ->GURUR [ Arama ]

GURUR
Başlık GURUR
Açıklama -
Siteye Ekleyen AdamGibi

Gurur 

         Salim Şebşîrî'nin öğrencilerinden Nûreddîn Ali Şebrâmelîsî isminde bir zat, bir gün Gazali'nin İhya kitabından gurur bahsini okuyordu. Orada "ilim sahiplerinden bazılarının, ilimlerine güvenerek ve ilimlerinin kendilerini kurtaracağını zannederek aldandıklarını, kendini beğenmeye, kibre ve gurura kapıldıklarını, böylece felâkete sürüklendiklerini" okuyunca birden çok duygulandı. Kendisinin de o tehlikelere düşmesinden çok korktu.

         Şimdiye kadar öğrendiklerim bana yeter düşüncesiyle ilim öğrenmeyi bırakıp, devamlı Kuran okumakla, oruç tutmakla, sırf ibadet yapmakla meşgul olmaya karar verdi. Artık Salim Şebşîrî'den de okumayacaktı. Ertesi gün derse gitmeyecekti. Fakat hocası derste göremeyince merak edip sorar veya yanıma gelir diye sırf hatırını gözetmek için derse gitti. Fakat o günkü dersi okumamıştı. Ders esnasında hep susuyor, derse katılmıyor, hep İhya'da okuduğu yeri düşünüyordu.

        Salim Şebşîrî de, onun bu hâlini anlamıştı. Bir ara ona;
        "Ya Ali! Sana ne oldu. Bugün çok suskunsun" dedi.
        O da; "Efendim, bu günkü dersi okumadım" dedi. Salim Şebşîrî onun hâlini keramet olarak anladı ve Gazali'nin eserlerini sayarak; "Ya Ali! İmam-ı Gazali, Müstesfâ, Veciz gibi eserleri telif etmedi mi?" dedi.
        Ali Şebrâmelîsî; "Evet efendim" dedi. Bunun üzerine Salim Şebşîrî;
        "Anlaşılıyor ki, sen İhya'dan Gurur bahsini okumuşsun ve o sana çok tesir etmiş. İlim ile meşgul olmamak gerekseydi, Gazali ilimle bu kadar meşgul olur ve bu kadar eser yazar mıydı? Sen ilim taleb et! Gücün yettiği kadar Allah' tan kork. Çeşitli tehlikelere, kibre, gurura düşmekten O'na sığın. Ümid olunur ki, Allah seni ihlâs sahibi kullarından eyler" dedi.
         Ali Şebrâmelîsî diyor ki: "Hocamın bu sözleri bana çok tesir etti. Ben önceki düşüncelerimden vazgeçtim. İlim öğrenmeye devam ettim. Vakitlerim hocamdan okuduğum ve okuyacağım dersleri okumakla, çalışmakla geçti."


Ebabil Kuşları 

         Habeşistan Krallığı'nın Yemen valisi olan Ebrehe, milâdî 570 yıllarında San'a şehrinde, 'Kulleys' adı verilen muhteşem bir kilise yaptırmıştı. Maksadı, Kâbe ziyaretine rağbet gösteren Arapların ziyaretlerini oraya çevirmekti. Bu duruma tepki gösteren bir adam da, gecenin birinde Kulleys'e girip içine pislemişti. Bu hakarete çok öfkelenen ve koyu bir Hıristiyan olan Ebrehe, gidip Kâbe'yi yıkmaya karar verdi. Topladığı on binlerce asker (altmış bin olduğu söylenir), Mahmud adlı büyük bir fil ve daha başka fillerle Mekke'ye doğru yola çıkar. Önüne çıkan bazı kuvvetleri de mağlup ederek ilerler. Taif şehrine gelince askerlerin bir kısmını Mekke'ye gönderir. Onlar da Peygamber'in dedesi ve Kureyş'in reisi Abdülmuttalib'in ikiyüzü aşkın devesiyle ahalinin hayvanlarını sürüp götürürler.
         Bu olayın peşinden Abdülmuttalib, gidip Ebrehe'yle görüşür, develerinin geri verilmesini ister. Ebrehe der ki:
        - Benden develerin istiyorsun da, Kâbe'den hiç söz etmiyorsun. Hâlbuki ben onu yıkmaya geldim. Cevap çok ilginç:
        - Ben develerin sahibiyim. Kâbe'nin de onu koruyacak sahibi vardır!
         Bu görüşme sonunda develer geri verilir. Mekke halkı bu güçlü orduyla savaşamayacağı için, anlaşma gereği dağlara çekilip neticeyi beklemeye başlarlar.
         Ebrehe ordusu büyük fili önden sürerek Mekke sınırına dayanır. Kâbe'yi halatla bağlayıp fillerle çekerek yıkmak istemektedir. Bu sırada Ebrehe'nin yol kılavuzlarından Nüfeyl Habib, koca filin kulağından tutarak şöyle bir şey söyler, sonra da koşarak dağa çıkar:  "Ey Mahmut çök! Sakın ileri gitme, sağ salim geriye dön!"
         Mekke'ye girişte büyük fil direnir, zorlanınca yere yatar. Onu bir türlü Kâbe cihetine yürütemezler. O anda sürü halinde ebabil kuşları ortaya çıkar. Her birinin ağzında ve ayaklarında nohut gibi birer taş vardır. Bu taşları ordu üzerine mermi gibi boşaltırlar. Taşlar kime değse delip geçmektedir. Askerlerin çoğu ölür.  "Fil Ordusu"' dağılarak Yemen'e döner. Ebrehe de dönüşte ölür. Kâbe ise olduğu gibi kalır. Kuran'da Fil Suresi bu olayı anlatır.

Gölgeler 

         Bir zamanlar göklere çok meraklı bir kral varmış. Yıldızların hareketlerini inceden inceye inceler, ayın ve güneşin gökyüzündeki seyrini dakikası dakikasına izlermiş. Bilge kral halkına bir mutluluk kaynağı olsun diye, güneşin hareketlerine göre gölgesi biçimden biçime giren bir küçük heykel yaptırmış. Herkesin günün her saatinde seyredebileceği bu heykelin gölgesi güneş ışınlarının açısına göre şekilden şekle girermiş. Sabahları heykelin dibinde kanatlarını alabildiğine açmış bir kartal gölgesi belirirmiş...
         Öğleye doğru kartal kanatlarını yavaş yavaş toplar bir denizlerde sevinçle zıplayan iki yunusun silueti ortaya çıkarmış. Tam öğle vaktinde ise heykelin gölgesi iyice küçülür ve bakanlar dibinde sevimli küçük kelebeklerin gölgelerini seyrederlermiş. Gün ikindiye eriştiğinde heykelin doğu tarafına taşınırmış gölgeler... Gündüzü böylece geçiren halk, ayın çıktığı geceler de ayrı ayrı gölgeler seyrederlermiş heykelin yanında. Bilge kral halkını mutlu etmekten memnunmuş...
         Gelin görün ki, heykelin sırrını ve göklerin bilgisini kimseye açıklamaya fırsat bulamadan ölmüş. Halk krallarının peşinden hayli gözyaşı dökmüş. Ondan geriye kalan bu güzel eseri daha çok sevmişler. Sonunda bilge krallarına duydukları minnettarlığı ifade etmek için, bu heykelin etrafına kubbesi altından, kapısı gümüşten, pencereleri yakutlarla süslü bir anıt yapmaya karar vermişler. Bu arada beklemedikleri şeyler de olmuş tabii. Anıtın duvarları yükseldikçe gölgeler artık eskisi gibi uğramaz olmuş heykelin yanına. Çok sevdikleri krallarının anısını korumaya çalışırlarken anının kendisini yok etmişler. Şaşkınca birbirlerinin yüzüne bakan halk, "Kötü bir niyetimiz yoktu!" diyorlarmış birbirlerine.
         Bu öykü, birbirlerine olan sevgilerinin aralarındaki farklılıklardan kaynaklanabileceğini fark etmeyen eşleri anlatıyor. Sevmeyi çoğunlukla eşimizin tamamen bize benzemesini, bizden farksız olması olarak umuyoruz. Tam tersine, hepimiz eşimizin farklılığını kabul etmeli, onu faklı olduğu için seviyor olmalıyız. Eşimizden bize yansıyan güzellikler, ihtimal ki güneşin onun üzerine farklı ve özel biri olarak doğmasından kaynaklanıyor. Onun farklılığını yok etmeye çalıştıkça, üzerimizdeki gölgelerini sildik. Aslında kötü değildi niyetimiz.

Fakir ve Kör 

         Kibirli ve zengin birisi kapısına gelen bir fakire bir şey vermediği gibi, onu hem paylar hem de kapıyı yüzüne kapatır. Zavallı fakir içlenir; bir tarafa çekilir ve oturur, ağlamaya başlar. Bir kör, onun ağlamalarını duyar. Kalkar yanına gelir, niçin böyle üzgün olduğunu, ağladığını sorar. Fakir olanı biteni anlatır. 
Kör, teselli vererek, üzülmemesini, kendi evine gelmesini, evinde kalmasını, ekmeğini çorbasını kendisiyle paylaşmasını ister bunda ısrar da eder. Fakir onun içtenliği ve ısrarı karşısında kabul eder, onunla gider.
         Kör ona karşı çok güzel bir konukseverlik gösterir. Fakirin, hem karnı doyar hem de gönlü hoş olur. Gönlü öyle hoş olur ki, o hoşnutluk içinde: " Sen bana evini açtın, sen bana gönlünü açtın, Kadir Mevlam da senin gözünü açsın, diye dua eder."
         Gece olur, körde bir garipleşir bir garipleşir ki, o gariplik içersinde gözünden birkaç damla yaş damlar, gözleri birden açılır. Görmeğe başlar. Körün görmesi ile ilgili haber bir anda şehirde yayılır. Yer yerinden oynar. Bu haberi onu kapısından kovan, kovmakla kalmayan taş yüreklide duyar. İşin doğruluğunu anlamak için gözü açılan şahsa gelir:  "Çok şanslıymışsın. Gözün nasıl açıldı, kim açtı." "Hey! Seni gidi gafil adam, sen nasıl bir adammışsın ki, öyle muhterem bir zatı azarladın, üzdün, yüzünü yıktın. Devlet kuşunu bıraktın, baykuş ile meşgul oldun. Gözümün kapısını, senin yüzüne kapıyı kapattığın o kimse açtı."Der. "Desene kendime yazık ettim, öyle bir doğanmışki öyle bir devletmiş ki, kıymetini bilemedim, bana değil sana nasip oldu, ben avlayamadım sen avladın," der ve kıskançlıkla parmağını ısırır.
         Dişini sıçan gibi hırsa batırmış kimse koca doğanı nasıl avlayabilir? İyilerin bastıkları toprak dermandır, göz açar. Ancak gönül gözü kör olanlar o dermandan gafildirler, kıymetini ne bilsinler.

Seni Seviyorum 

    Abdullah İbnu Muğaffel anlatıyor: "Bir adam gelerek "Ey Allah'ın Resulü! Ben seni seviyorum" dedi. Resülullah: "Ne söylediğine dikkat et!" diye cevap verdi. Adam: "Vallahi ben seni seviyorum!" deyip, bunu üç kere tekrar etti. Resülullah, bunun üzerine adama:
    "Eğer beni seviyorsan, fakirlik için bir zırh hazırla. Çünkü beni sevene fakirlik, hedefine koşan selden daha süratli gelir."
Oyu Puanı: 32 - Ortalama:

Yorum Gönder Değerlendir Yazdır
Yorumlar

Bilgiler
Burda 2491 Köşe Yazısı Kayıtlı
Enfazla Bakılan: TARİMİZDEKİ KAHRAMAN KADINLAR...
Enfazla Değerlendirilen: TEKNOLOJİ VE İNSAN

Köşe Yazıları Bölgesini Gezen: 12 (0 Kayıtlı Üye 12 Ziyaretçi ve 0 Bilinmeyen Üye)
Görünen üyeler: 0


 


MKPortal M1.1.1 ©2003-2006 mkportal.it
Bu safya 0.82001 saniyede 15 sorguyla oluşturuldu