FELAKETLERİ SIRADANLAŞTIRMAK

Bugün karşı karşıya olduğumuz meselelerin başında sıradanlaştırma hastalığı var desek, her halde yanlış söylemiş olmayız. İnsana varlık amacını unutturan, etrafında ibret almasını bekleyen yüzlerce harika varlık ve olayları “adi” birer durum olarak algılatan, işte bu gaflet hali değil de nedir!

Başlıkta yer alan “felaket”ten çoğunlukla anladığımız haller gerçekten felaket midir? Ya da hakiki felaket nedir? Bugün, Rabbiyle kendi arasındaki en önemli bağların (mesela namaz) kesilmesini değil de en büyük felaket olarak internetin kesilmesi gibi durumları sayan bizlerin hakikat algısına istikamet vermesi gerekmiyor mu? Yerinde bir ifadeyle “Bu zamanda şükür her şey var, ama şükür yok.” diye tespit edildiği gibi, âdemoğlu gerçek dert ve sıkıntıyı bizzat yaşamayınca, maalesef en ufak şeylerde isyana başlıyor. “İman edenlerin Allah’ı zikretme/hatırlama ve O’ndan inen Kur’ân sebeiyle kalplerinin ürperme zamanı daha gelmedi mi?” (Hadid,16) âyeti bizim için ne ifade ediyor?

İşte bu noktada, Ahmed Ziyaüddîn Gümüşhanevî Hazretlerinin “Gönüllerin İlacı (Devâü’'l-müslimîn)” eserini hatırlamak, bir nebze de olsa bizim bu gafletten uyanmamıza bir vesile olabilir. Büyük âlim bu eseriyle günah işleyen ve ne yaptığını umursamayan, “nasıl olsa bir şey olmuyor, ceza gelmiyor” deyip günahlara dalanlara, asıl cezanın günahın kendisi olduğunu çarpıcı bir dille anlatıyor, fert ve toplum hayatında karşılaşılan bütün sorunların arkasında günahların bulunduğunu özlü bir biçimde ihtar ediyor. Müellif, “Günahların ceza ve zararları kalbe, bedene, ruha veya hepsine dünyada, kabirde, dirilirken ve mahşerde gelir. Çünkü günahlar kesinlikle cezasız kalmaz. Fakat insan sarhoş ve acıyı hissetmeyecek derecede uyuyan biri gibi olduğundan, verilen cezayı hissedemez ve bilemez.” diyerek ağır gaflet uykusundan uyanmayı kabre ve mahşere erteleyenleri, böyle “acı” sözlerle uyandırmak istiyor. Zira merhum Nurettin Topçu’nun çarpıcı ifadesiyle, “çok derin uykulardakiler, iğne batırılmadan uyanmazlar.”

“İster büyük, ister küçük olsun bütün günahların ve kötü huyların birçok çirkin tesir ve sonuçları, kalbe, bedene, dünya ve ahirete zararlı etkileri vardır ki bunları tam olarak sadece Allah bilir. Hatta âriflerden biri şöyle demiştir: “Bilinmesi gereken şeylerden biri de şudur ki günahlar kesinlikle zarar verir. Onların kalplere verdiği zarar, zehirin bedenlere verdiği zarar gibidir. Dünyada bulunan ne kadar şer, hastalık, gam ve keder varsa hepsinin sebebi günahlardır.” Günahın sıradan bir şey olmadığı daha nasıl anlatılabilir ki!

Sonra günahların dünyadaki zararlarını saymaya başlar:

1. İlimden mahrum olmak. Çünkü ilim, Allah’ın kalbe verdiği bir nur olup Allah’a karşı isyan etmek bu nuru söndürür.

2. Allah’ın sevgisinden mahrum olmak. Çünkü muhabbet, yakınlığı (kurbiyet) gerektirdiği gibi, günah da uzaklığı gerektirir ve ikisi bir arada bulunmazlar.

3. Hz. Peygamber (sas)’in sevgisinden mahrum olmak. Çünkü bu sevgi, Allah sevgisinin bir sonucudur. Sebep ne kadar olursa, sonuç da o kadar olur. Aynı şekilde tersi de geçerlidir…”

Altmışa yakın zarar arasından sadece yukarıdakileri bile bizi uyandırmıyorsa, kendimizi her türlü belaya hazırlamışız demektir. Allah muhafaza buyursun…

Ömer b. Abdülaziz (rh)’in şu sözü de yaşadığımız musibetleri yeterince izah ediyor: “İnsanlar ortaya koydukları, icat ettikleri günahlar (fücûr) miktarınca çözülmesi gereken sıkıntılarla karşılaşacaklardır.”

Gümüşhanevî Hazretleri asli görevlerini ihmal eden ve haramlar çukuruna yuvarlanmayı maharet sayan zavallı insanın bütün mazeret ve vehimlerini çürüterek şöyle sesleniyor: “Aldananlardan pek çoğu, Allah’ın kendilerine dünyada verdiği nimetlere güvenirler. Bunun, Allah’ın kendilerine olan sevgisi sebebiyle olduğunu ve ahirette de böyle nimetler vereceğini zannederler. Oysa bu bir aldanıştır. Büyükler demiştir ki: Sen Allah’a karşı günahlarla isyan ettiğin hâlde sana O’nun nimetleri peş peşe geliyorsa, bundan sakın. Çünkü bu, senin derece derece büyük bir azaba yaklaştırılman demektir.”

Yani, günah işleyenlerin dünyadaki refah seviyelerinin, Allah’ın sevmesiyle bir ilgisi bulunmuyor. Büyük âlim, bunun gibi daha birçok uyarıda bulunduktan sonra kurtuluşun yolunun, sabır, tövbe, doğru davranış ve dinin öngördüğü üzere bir sevgi ve aşktan geçtiğini ortaya koyuyor.
YORUM EKLE