Son mesaj - Gönderen: Recep Ergin - Salı, 01 Kasım 2011 23:40
Sitemizin yeni hali www.gumushane.gen.tr/v2 adresinde test edilmektedir. Lütfen belirli aralıklarla ziyaret ederek, yaşadığınız aksaklıkları ve önerilerinizi admin@gumushane.gen.tr adresinden veya buradaki formdan bize bildirin.
Köşe Yazıları Bölgesi

Köşe Yazıları->İsmail HAYAL->BİR ÖTE MASALI ÇANAKKALE (TÜKENİLEN YERDE SİLKİNMENİN ADI) [ Arama ]

BİR ÖTE MASALI ÇANAKKALE (TÜKENİLEN YERDE SİLKİNMENİN ADI)
Başlık BİR ÖTE MASALI ÇANAKKALE (TÜKENİLEN YERDE SİLKİNMENİN ADI)
Açıklama -
Siteye Ekleyen AdamGibi
        Yeşil elbiseleri giyinmiş öte insanlarının kol kanat gerdiği ve bir tükenişin tekrar dirilişe nasıl geçtiğinin efsaneleştiği, aziz hatıraların kanla yazıldığı bir mekana, Çanakkale'ye doğru tükenen yolları arkada bırakıyorduk. Ve arabamızın camından yüzümüze gülümseyen ay çiçeklerinin Picasso fırçasından çıkmış görüntüleri ile baş başa. Ezineli Yahya Çavuş, Seydi Ali Çavuş, Nusret Mayın Gemisi, kaybolan birlik, Sargıyeri, Kilitbahir, Seddibahir kavramları ile hasbihal eden beynimin mücadelesinden kurtulamıyorum. Ve bir hüzün kaplıyor bedenimi işkence misali. Bir yokluk muhasebesinde var olma mücadelesi veren 250 bin vatan evladının tarih yazmak adına yok oluşunu görmek. Ve bunun yanında Çanakkale'yi yaşamak, anlamak, anlatmak adına pek muzdarip şu kalbim.  

        Otobüste bize ikram edilen meyveli kekleri neskafe eşliğinde kahkahalarla midelerimize gönderirken, Mehmetçiğin yemek listeleri takılıyor zihnimin en ücra köşesine. "26 Haziran 1915, Sabah yok, öğle yok, akşam yağlı buğday çorbası, ekmek tam."  Ummanlar değil katreler yol bulamıyor göz kapaklarımdan fışkırmak adına, isyan adına. Ağlamak istiyorum ağlayamıyorum. Her bir metrekaresine yüzlerce hatıranın yazıldığı Çanakkale bir acı sitemle merhaba diyor bize. Benimse, kanla yazılan bu destanı anlama adına kifayetsiz kalıyor cümlelerim.

        İşte Koca Seyit ümitsiz ve perişan ne yapacaklarını düşünürken " La havle ve la kuvvete illa billah" duası dökülerek ağzından 257 okkalık top mermisini kucakladığı yerdeyim. İşte sırlar kapısını ardına kadar iteleyen bulutların altında, yeşil sarıklı mücahitlerin aziz hatıraları ile iç içeyim. Ve işte düşmanı olsa da onu sırtında taşıyan Mehmedimin uzandığı, siperlerde kanı ile anasına mektubunu yazmaya bile fırsat bulamayan Maraşlı Ali'nin şahadet şerbetini yudum yudum içtiği, işte tam şurada Gümüşhaneli Abdulkadir oğlu Ahmet'in Allah Allah nidaları ile düşman üzerine yürüdüğü yerdeyim. Kürtünlü Mehmet oğlu Süleyman birazdan öleceğinden habersiz gözü yaşlı anasına son mektubunu yazıyor ve bir allı turnanın kanadına bağlıyor selamını. İşte Kelkitli Veli oğlu Mehmet, Şiranlı Salih oğlu Arif, Çorumlu Hasan, Trabzonlu Temel, İstanbul Tıbbıye'den Hüseyin, Kars Kağızmanlı Destur, Maraşlı Ökkeş ve diğerleri. Çanakkale bir öte masalı gibi adeta. Bir çok sırlar kapısı ardı ardına açılıyor her bir uç noktasından.

        Ve boş beyinlerin tamamen safsata yada hikaye diye örtbas etmeye çalıştığı ibretli hatıralar. Sağımızda ve solumuzda her tarafımızda onların nefeslerini, iniltilerini duyuyorum. Yanık türküsünü duyuyorum en ötesinden Anteplinin, Rizeli Temel yavuklusuna bir name yazmakla meşgul, sol kenarda Erzurumlu yaşlı anasını görmüş rüyasında arkadaşlarına anlatıyor, geride bıraktığı 3 aylık nişanlısı Emine'yi düşünüyor öte yanda Çankırılı, ve iki yavrusunu öpüyor soluk resimlerin arasından Vanlı Beytullah, diğer yanda Gümüşhaneli Mürsel ab-ı hayat sularını özlemiş yaylasının.

        İşte şurada şehit düştü Ahmet Rıfkı Bey. İstanbul Vefa Lisesi'nde Fransızca öğretmeni idi. Çanakkale Savaşlarının tüm şiddetiyle sürdüğü günlerde derslerinden birine girmek üzere okuluna gelmişti. Her zaman çocukların koşuşturmaları ve gürültüleriyle inleyen koridorlar bugün sessizdi. Ders vereceği sınıfa doğru ilerledi, kapıya yaklaştı, hayret! Aynı sessizlik burada da hüküm sürüyordu. Acaba çocuklar okula gelmediler mi ? diye düşündü. Sınıf Kapısından içeri girip, sınıfa hızla göz gezdirdi. Öğrencilerinin hepsi tamamdı. Selam verip, masasına doğru ilerlerken birden duraksadı. Çocuklar selamını almadıkları gibi ayağa da kalkmamışlardı.Bunun bir sebebi olmalıydı. Sınıfa dönüp sordu: Çocuklar, rica ediyorum lütfen biriniz bu küskünlüğün sebebini açıklasın.

        Arka sıralarda oturan Ömer ayağa kalktı: Muallim bey! Okulumuz ve mahallemizde eli ayağı tutan ağabeylerimiz gönüllü yazılıp Çanakkale'ye gittiler, ama siz hala buradasınız. Hani yaşımız tutsa biz de gideceğiz ama tutmuyor işte... Hiç beklemediği bu cevap karşısında fena sarsılmıştı. Boğazına düğümlenen cümlelerle: Çocuklar, eğitimin savaşı barışı mı olur? Ben, her koşulda size eğitim vermek durumundayım, diyebildi. Bu sefer ön sıralarda oturan Avni ayağa kaktı: Muallim bey! Sevgili İstanbul'umuz elden gittikten sonra sizin verdiğiniz eğitim ne işe yarar, söyler misiniz? Öğrencilerindeki bu vatan aşkı öylesine sarstı ki Ahmet Rıfkı'yı, için için fırtınalar kopmaya başladı yüreğinde. Sınıftan çıkıp, okul idaresine giden koridorları hızla adımladı. İstifa dilekçesini verdi, arkadaşlarıyla vedalaştıktan sonra evinin yolunu tuttu.

        Oğlunun vakitsiz eve gelişinin nedenini, çok geçmeden öğrenen Ayşe Hanım, bir yandan can yoldaşı, evinin direği biricik oğlundan ayrılmasına üzülürken, diğer yandan asker anası olmanın haklı gururunu yaşıyordu. Hazırlıklarını tamamlayan ana oğul birlikte son yemeklerini yediler... Derken ayrılık vakti gelip çattı. Ahmet Rıfkı, annesinin elini öptü, helalliğini aldı. Ana gözyaşlarını içine akıtarak, oğluna sıkı sıkı sarıldı, yanaklarını okşadı, öptü kokladı, dualarla uğurladı. Son olarak mahalle bakkalı Selahaddin Adil Efendi'ye uğradı: Selahaddin amca, düşman hançerini Çanakkale'nin bağrına saplamış, onu çıkarmaya gidiyorum. Ben burada yokken, anamı iaşesiz bırakma. Allah nasip eder de sağ salim dönersem borcumu öderim... Ahmet Rıfkı'yı senelerden beri tanır, kendini öğrencilerine adayan bu gönül insanına hayranlık duyardı ve aynı ifadelerle ona baktı. Tezgahın önüne çıktı, Ahmet Rıfkı'yla kucaklaştı, karşılıklı helalleştiler...

        Ahmet Rıfkı, elinde tahta bavuluyla birliğinin yolunu adımlarken, Selahaddin Adil Efendi yaşlı gözlerle arkasından baka kaldı. Ve bir sabah kapısında beliren jandarmalardan öğreniyordu oğlunun şehit  düştüğünü anası. Titrek elleriyle teslim alırken oğlunun gül kokulu özel eşyalarını, analık duygusunun kahredici hüznüne inat tek bir cümle dökülüyordu dudaklarından: "Vatan sağ olsun!" Oğlunun tahta bavulunu içeri alarak kapıyı kapatır.

        Şefkat abidesi ana, daha dün elleriyle yerleştirdiği tahta bavulu önüne almış, şimdi yeniden boşaltıyordu. Oğlunun askere giderken giydiği giysileri, havluları, iç çamaşırları, mendilleri, sıladan yazılmış birkaç mektup ve bir para kesesinden müteşekkil eşyalar ne kadar da düzenli yerleştirilmişti bavula. Çamaşırların üzerinde okşarcasına ellerini gezdirirken, gözlerini sabit bir noktaya kilitleyip, İntizamlıdır benim oğlum dedi. Sonra da nemli gözlerini para kesesine yöneltti. Aylar var ki, Selahaddin Adil Efendi'den veresiye yiyip, içiyordu. Oğlu harpten dönünce bunların bedelini bi tamam ödeyecekti ama o da dönmemişti ki... Birden irkildi, beyninde şimşekler çaktı. Yoksa oğlum Çanakkale'de borçlu mu yatıyor? diye düşündü. Para kesesini kaptığı gibi, dışarı fırlayıp, komşusu Gülşah Hanım'ın kapısını çaldı. Nefes nefese Okuma yazması olmadığı ve hesap kitap bilmediği için kendisine yardım etmesini istedi. Birlikte Selahaddin Adil Efendi'nin dükkanına geldiler. Hayırlı işler diledikten sonra ara vermeden; "Selahaddin Adil Efendi! Biliyorsun, bu sabah oğlumun künyesini getirdiler. Eşyalarının içinde bir de para kesesi çıktı. Hadi yap hesabını, al paranı şu kesenin içinden. Oğlum, Çanakkale'de borçlu yatmasın... Ayşe Hanım'ın okuma yazması olmadığını biliyordu. Veresiye defterini Ahmet Rıfkı'ya ait sayfasını açıp, Gülşah Hanım'a uzattı.

        Deftere bakarken önce gözleri doldu, daha sonrada hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Ne Ayşe Hanım, ne de dükkanda bulunan müşteriler bu hale bir mana verememişlerdi. Veresiye defterine odaklanan meraklı gözler, Gülşah Hanım'ın hıçkırıklara boğulmasının sebebini çok geçmeden anlıyorlardı. Defterin altında kırmızı kalemle yazılmış şöyle bir ibare yer alıyordu. "Bu hesap Ahmet Rıfkı'nın kanıyla ödenmiştir. Vesselam" Orada bulunan herkes hüngür hüngür ağlamaya başladı bu ulvi manzara karşısında.

        İşte Gümüşhane Şiranlı Üsteğmen Zahit. Seferberlikle birlikte cepheden sılaya gönderilen mektupların yerini vasiyetnameler alıyordu. Ve sevdasını şöyle satırlara işliyordu nakış nakış.

        "Aziziye ilçesi'nin Kılıç Mehmet Bey Köyü'nden Ahmet efendi Kızı Hanife Hanım'a; İşte bugün seferberlik ilan edildi. Ben hem kendim, hem de mesleğim itibariyle tam bir asker, hem şerefli bir askerim. Asker olmam nedeniyle sevgili vatanımı savunmaya gidiyorum. Gidip gelmemek, gelip bıraktıklarımı bulmamak da olabilir. Bu gibi durumların insanlık aleminde meydana geleceği inkar olunamaz. Böyle olmakla beraber şu vasiyetnameyi yazmak, hemen ölmek demek değildir.

        Ulu Tanrı ve ilahi mukadderat ben seni, sen beni tanımadığımız ve bilmediğimiz halde uzak bir memleketten bizi birbirimize nasip etti. Allah'ın emrine ve Peygamberin kavline uygun olarak nikahımız kıyıldı. Yaşadığımız sürece geçiminizi sağlamaya çalıştım. Fakat bizi toparlayıp bir araya getiren devletimiz harp ilan eder ve bende vatanım uğruna şehit olursam ne mutlu. Böyle bir hal olduğunda mevcut olan eşyam ve taşınabilir mallarımdan mihri muaccelinizi almanız için sizi vekil olarak görevlendiriyorum. Eğer bunlar yetmezse hakkınızı helal edeceğinize ve beni borçlu yatırmayacağınıza eminim. Birbirimize verdiğimiz sözlerden dönmememizi ister ve umarım. Ruhuna bir mevlit okutmak vicdanınıza kalmıştır. Kendim için başka bir şey istemiyorum. Şehitlik bana yeter. Bu vasiyetnamemi aldığınız zaman yüksek sesle ağlamanıza razı değilim."

        Evet, bir destan yazılıyor kanla, Anadolu'nun dört bir yanından. Kalem kan, kağıtsa vatan toprağı. Kıvrıl kıvrıl akıyor Mehmedimin kanı vatan üstüne iman diye. Ve Çanakkale tükenilen yerde silkinerek ayağa kalkışın adıdır elbette.
Oyu Puanı: 4 - Ortalama: 5

Yorum Gönder Değerlendir Yazdır
Yorumlar

Bilgiler
Burda 2491 Köşe Yazısı Kayıtlı
Enfazla Bakılan: TARİMİZDEKİ KAHRAMAN KADINLAR...
Enfazla Değerlendirilen: TEKNOLOJİ VE İNSAN

Köşe Yazıları Bölgesini Gezen: 19 (0 Kayıtlı Üye 19 Ziyaretçi ve 0 Bilinmeyen Üye)
Görünen üyeler: 0


 


MKPortal M1.1.1 ©2003-2006 mkportal.it
Bu safya 1.31245 saniyede 15 sorguyla oluşturuldu