Son mesaj - Gönderen: Recep Ergin - Salı, 01 Kasım 2011 23:40
Sitemizin yeni hali www.gumushane.gen.tr/v2 adresinde test edilmektedir. Lütfen belirli aralıklarla ziyaret ederek, yaşadığınız aksaklıkları ve önerilerinizi admin@gumushane.gen.tr adresinden veya buradaki formdan bize bildirin.
Köşe Yazıları Bölgesi

Köşe Yazıları->Zülfikar Yapar KALELİ->ALAY ETMENİN CEZASI [ Arama ]

ALAY ETMENİN CEZASI
Başlık ALAY ETMENİN CEZASI
Açıklama -
Siteye Ekleyen AdamGibi
         Gavs-ül-Memduh, bir gün dergâhın önünde otururken Abdürrahîm Efendiyi huzura çağırır. Şam'a gidip gitmediğini sorar. O da; "Gitmedim efendim" deyince; "Şu tarafa bak bakalım ne göreceksin?" buyurdu. İşaret ettiği yöne baktığında, yemyeşil bahçeleriyle, Şam'ın karşısında durduğunu hayretle gördü. Şam'ı merakla seyrettiğini gören Gavs-ül-Memduh;

         "Abdürrahîm! Boşi köyü buradan uzakta mıdır görülebilir mi?" buyurunca, rüyadan uyanır gibi Şam gözlerinden silinir. Hocasına; "O köy buraya uzaktır, görünmez efendim." diye cevap verir. Bunun üzerine; "Doğu tarafına bak!" buyurur.

        O anda küçük bir tepenin yamacında kurulmuş olan Boşi köyü gözünün önüne gelir. O anda köyün bir kenarında, Gavs-ül-Memduh'un öğrencilerinden birkaçı oturmuş sohbet ediyorlardır. Köy bekçisi de yanlarında sırt üstü uzanmış yatıyor, öğrenciler alay ediyordur. Gavs-ül-Memduh;

        "Abdürrahîm! Bekçinin arkadaşlarınla alay ettiğini görüyor musun?" diye sorar. O da;

        "Görüyorum efendim. Eğer müsaade buyurursanız hemen hakkından geleyim." diye sordu.

        Hocasının hiç cevap vermemesinden cesaretlenerek ayağını hızla bekçiye doğru salladı. Allah'ın izniyle, ayağı bekçinin tam karnına isabet etmiş ki, birden karnını tutmaya ve feryat etmeye başladı. Bir daha vuracaktı, fakat Gavs-ül-Memduh; "Yeter yâ Abdürrahîm!" buyurunca, durur. Boşi köyü de gözünden kaybolur. Hocasının bu kerametlerine hayran kalmıştır.

         Aradan on gün geçmiştir. Boşi köyünün bekçisi, yüzü sarılı bir hâlde Gavs-ül-Memduh'un huzuruna çıkarılır. Ağzı sol kulağına kadar eğilmiştir. Eğilen taraf kırış kırış olmuş, diğer tarafı da davul zarı kadar gerginleşmiştir. Bu sebeple ne ağladığı ne güldüğü, ne de konuştuğu anlaşılıyordu. Zor konuşabilen bekçi; "Aman Hocam! Allah'ı zikreden öğrencilerle alay ederken, birisi şiddetle karnıma vurdu. O anda bütün vücudum hareketsiz kaldı. Ağzım da bu hâle geldi. Bundan böyle hatamı anladım ve tövbe ettim. Ne olur beni affediniz ve ağzımın eski hâle gelmesi için dua ediniz." diyerek ağlar.

         Gavs-ül-Memduh onun bu durumuna çok üzülür. Merhamet edip ellerini kaldırarak dua etmeye başlar. Sonra mübarek elini bekçinin yüzüne sürer. O anda bekçinin ağzı, Allah'ın izniyle eski hâline gelir.  

        Peygamber ve Falcı

       
Hepimiz için bir sınav vardır. Zamanında, Peygamber'in yolunu bir falcı keser, der ki; ''sana gelecek hakkında bilgi vereceğim tedbirini al ve korun.'' Sözüne devam eder, şu kadar gün sonra şu zamanda çok yağmur yağacak ve evini su basacak. Bunun üzerine Hz Peygamber :"Gayb'ı yalnızca Allah'ın bilebileceğini, Allah'tan başka kimsenin bilemeyeceğini söyleyerek oradan uzaklaşır.          Falcının söylediği tarihte çok şiddetli yağmur başlar. Söylediği zamanda da Peygamberimizin evini su basar. Bunun üzerine aklına falcının söyledikleri gelir. Eline bir tas alır, bir yandan tasla suyu boşaltırken bir yandan da ne olursa olsun gayb'ı Allah'tan başkası bilemez diyerek söylenir.

         Peygamber bile birçok kez sınayan, test eden Allah bizleri deneyemeyecek midir, bizlere türlü sıkıntılar vermeyecek midir? Önemli olan her türlü sıkıntıya her türlü tesadüfe içimizdeki iman ile sabredip Allaha dönmemiz gerekir.

Çatlak Su Kovası 

        
Hindistan'da bir sucu, boynuna astığı uzun bir sopanın uçlarına taktığı iki büyük kovayla su taşırmış. Kovalardan biri çatlakmış. Sağlam olan kova her seferinde ırmaktan patronun evine ulaşan uzun yolu dolu olarak tamamlarken, çatlak kova içine konan suyun sadece yarısını eve ulaştırabilirmiş. Bu durum iki yıl boyunca her gün böyle devam etmiş. Sucu her seferinde patronunun evine sadece bir buçuk kova su götürebilmiş. Sağlam kova başarısından gurur duyarken, zavallı çatlak kova görevinin sadece yarısını yerine getiriyor olmaktan dolayı utanç duyuyormuş.

         İki yılın sonunda bir gün, çatlak kova ırmağın kıyısında sucuya seslenmiş. 'Kendimden utanıyorum ve senden özür dilemek istiyorum.' 'Neden? ' diye sormuş sucu. 'Niye utanç duyuyorsun? ' Kova cevap vermiş. 'Çünkü iki yıldır çatlağımdan su sızdığı için taşıma görevimin sadece yarısını yerine getirebiliyorum. Benim kusurumdan dolayı sen bu kadar çalışmana rağmen, emeklerinin tam karşılığını alamıyorsun.'

         Sucu şöyle demiş. "Patronun evine dönerken yolun kenarındaki çiçekleri fark etmeni istiyorum." Gerçekten de tepeyi tırmanırken çatlak kova patikanın bir yanındaki yabanı çiçekleri ısıtan güneşi görmüş. Fakat yolun sonunda yine suyunun yarısını kaybettiği için kendini kötü hissetmiş ve yine sucudan özür dilemiş. Sucu kovaya sormuş: "Yolun sadece senin tarafında çiçekler olduğunu ve diğer kovanın tarafında hiç çiçek olmadığını fark ettin mi? Bunun sebebi, benim senin kusurunu bilmem ve ondan yararlanmamdır. Yolun senin tarafına çiçek tohumları ektim ve her gün ırmaktan dönerken sen onları suladın. İki yıldır ben bu güzel çiçekleri toplayıp onlarla patronumun masasını süsledim. Sen böyle olmasaydın, o evinde bu güzellikleri yaşayamayacaktı."

         Hepimizin kendimize özgü kusurları vardır. Hepimiz aslında birer çatlak kovalarız. Allah'ın büyük planında hiçbir şey ziyan edilmez. Kusurlarınızdan korkmayın. Onları sahiplenin. Kusurlarınızda gerçek gücünüzü bulduğunuzu bilirseniz eğer, siz de güzelliklere sebep olabilirsiniz.

Zemzem Kuyusu   
 
        
İbnu Abbas anlatıyor: "Hz. İbrahim beraberinde Hz. İsmail ve onu henüz emzirmekte olan annesi olduğu halde ilerledi. Kadının yanında bir de su tulumu vardı. Hz. İbrahim, kadını Beyt'in yanında, Devha denen büyük bir ağacın dibine bıraktı. Burası Mescit'in yukarı tarafında ve Zemzem'in tam üstünde bir nokta idi. O gün Mekke'de kimse yaşamıyordu, orada hiç su da yoktu. İşte Hz. İbrahim anne ve çocuğunu buraya koydu, yanlarına, içerisinde hurma bulunan eski bir azık dağarcığı ile su bulunan bir tuluk bıraktı.

         Hz. İbrahim sonra emr-i ilahi ile arkasını dönüp Şam'a gitmek üzere oradan uzaklaştı. İsmail'in annesi, İbrahim'in peşine düştu, ona Kedâ'da yetişti. "Ey İbrahim, bizi burada, hiçbir insanın hiçbir yoldaşın bulunmadığı bir yerde bırakıp nereye gidiyorsun?" diye seslendi. Bu sözünü birkaç kere tekrarladı. Hz. İbrahim, emir gereği ona dönüp bakmadı bile. Anne, tekrar seslendi:"Böyle yapmanı sana Allah mı emretti?" dedi. Hz. İbrahim bunun üzerine: 'Evet! ' buyurdu. Kadın: "Öyleyse Rabbimiz hafızımızdır, bizi burada perişan etmez!" dedi, sonra geri döndü. Hz. İbrahim de yoluna devam etti. Kendisini göremeyecekleri Seniyye tepesine gelince Beyt'e yöneldi, ellerini kaldırdı ve şu duaları yaptı: "Ey Rabbimiz! Ailemden bir kısmını, senin hürmetli Beyti'inin yanında, ekinsiz bir vadide yerleştirdim -namazlarını Beyt'inin huzurunda dosdoğru kılsınlar diye-. Ey Rabbimiz! Sen de insanlardan mümin olanlarrın gönüllerini onlara meylettir ve onları meyvelerle rızıklandır ki, onlar da nimetlerinin kadrini bilip şükretsinler".

         İsmail'in annesi, çocuğu emziriyor, yanlarındaki sudan içiyordu. Kaptaki su bitince susadı, sütü de kesildi, çocuğu da susadı. İsmail bu esnada iki yaşında idi. Kadıncağız susuzluktan kıvranıp ıstırap çeken çocuğa bakıyordu. Onu bu halde seyretmenin acısına dayanamayarak oradan kalktı, kendisine en yakın bulduğu Safa tepesine gitti. Üzerine çıktı, birilerini görebilir miyim diye vadiye yönelip etrafa baktı, ama kimseyi göremedi. Safa'dan indi, vadiye ulaştı. Entarisinin eteğini topladı. Ciddi bir işi olan insanın koşusuyla koşmaya başladı. Vadiyi geçti. Merve tepesine geldi, üzerine çıktı, oradan etrafa baktı, bir kimse görmeye çalıştı. Ama kimseyi göremedi. Bu gidip-gelişi yedi kere yaptı. İşte hacc esnasında iki tepe arasında hacıların koşması buradan gelir.

         Anne,  Merve'ye yaklaşınca bir ses işitti. Kendi kendine: "Sus" dedi, sese kulağını verdi. O sesi yine işitti. Bunun üzerine:

        "Ey ses sahibi! Sen sesini işittirdin, bir yardımın varsa gecikme!" dedi. Derken Zemzem'in yanında bir melek tecelli etti. Bu Cebrail'di. Cebrail kadına seslendi: "Sen kimsin? " Kadın: "Ben Hacer'im, İbrahim'in oğlunun annesi."

        "İbrahim sizi kime bıraktı?"

        "Allah'a"

        "Her ihtiyacınızı görecek Zat'a bırakmış"

        Ayağının ökçesiyle yeri eşeliyordu. Nihayet su çıkmaya başladı. Kadın boşa akmaması için suyu eliyle havuzluyordu. Bir taraftan da sudan kabına doldurdu. Su ise, kadın aldıkça dipten kaynıyordu.

         İbnu Abbas dedi ki: "Allah İsmail'in annesine rahmetini bol kılsın, keşke zemzemi olduğu gibi akar bıraksaydı da avuçlamasaydı. Bu takdirde zemzem, kuyu değil akarsu olacaktı."

        Kadın sudan içti, çocuğunu da emzirdi.
        Melek, kadına: "Zayi ve helak oluruz diye korkmayın! Zira Allah'ın burada bir Beyt'i olacak ve bunu da şu çocuk ve babası bina edecek. Allah o işin sahiplerini zayi etmez!" dedi. Beyt yerden yüksekti, tıpkı bir tepe gibi. Gelen seller sağını solunu aşındırmıştı.
         Kadın bu şekilde yaşayıp giderken, oraya Cürhüm'den bir kafile uğradı. Oraya Kedâ yolundan gelmişlerdi. Mekke'nin aşağısına konakladılar. Derken orada bir kuşun gelip gittiğini gördüler. "Bu kuş su üzerine dönüyor olmalı, burada su var." Hâlbuki biz bu vadide su olmadığını biliyoruz!" dediler. Durumu anlamak için, yine de bir veya iki atik adam gönderdiler. Onlar suyu görünce geri dönüp haber verdiler. Cürhümlüler oraya gelip, suyun başında İsmail'in annesini buldular.

        "Senin yanında konaklamamıza izin verir misin?" dediler. Kadın:

        'Evet! Ama suda hakkınız olmadığını bilin" dedi. Onlar da:

        "Pekâlâ " dediler. Peygamberimiz der ki: "Ünsiyet istediği bir zamanda bu teklif İsmail'in annesine uygun geldi. Onlar da oraya indiler. Sonra geride kalan adamlarına haber saldılar. Onlar da gelip burada konakladılar. Zamanla orada çoğaldılar. Çocuk da büyüdü. Onlardan Arapçayı öğrendi. Büyüdüğü zaman onlar tarafından en çok sevilen, hoşlanılan bir genç oldu. Buluğa erince, kendilerinden bir kadınla evlendirdiler. Bu sırada İsmail'in annesi vefat etti.

İsmail'in Evliliği 

        Hz İbrahim'in ailesi Zemzem kuyusunun bulunduğu yerde yaşarken Başka bir kabile gelip burada konakladılar. Zamanla orada çoğaldılar. İsmail'de büyüdü. Sonradan gelenlerden Arapçayı öğrendi. Onlar tarafından en çok sevilen, hoşlanılan bir genç oldu. Buluğa erince, kendilerinden bir kadınla evlendirdiler. Bu sırada İsmail'in annesi vefat etti.

         Derken Hz. İbrahim, İsmail'in evlenmesinden sonra oraya gelip, bıraktığı Hacer'i ve oğlunu aradı. İsmail'i bulamadı. İsmail'i hanımından sordu. Kadın:

        "Rızkımızı tedarik etmek üzere avlanmaya gitti" dedi. Hz. İbrahim, bu sefer geçimlerini, hallerini sordu. Kadın:

    "Halimiz fena, darlık ve sıkıntı içindeyiz" diyerek şikâyet etti halinden. Hz. İbrahim: "Kocan gelince, ona benden selam et "kapısının eşiğini değiştirmesini" söyle." dedi. İsmail geldiği zaman, sanki bir şey sezmiş gibiydi: "Eve herhangi bir kimse geldi mi?" diye sordu. Kadın:

        "Evet, bir ihtiyar geldi. Senden sordu, ben de haberini verdim, yaşayışımızdan sordu, ben de sıkıntı ve darlık içinde olduğumuzu söyledim" dedi. İsmail:

        "sana bir tavsiyede bulundu mu?" dedi. Kadın:

        "Evet! "Sana selam söylememi emretti ve kapının eşiğini değiştirmeni söyledi" dedi. İsmail:

        "Bu babamdı. Seninle ayrılmamı bana emretmiş. Haydi, artık ailene git" dedi ve hanımını boşadı. Cerhümlülerden bir başka kadınla evlendi.

         Hz. İbrahim onlardan yine uzun müddet ayrı kaldı. Bilahare bir kere daha görmeye geldi. Yine İsmail'i evde bulamadı. Hanımının yanına gelip, İsmail'i sordu. Kadın:
        "Yiyeceğimizi kazanmaya gitti" dedi. Hz. İbrahim:
       
        "Haliniz nasıldır?" dedi. Geçimlerinden, durumlarından sordu.

        Kadın:
        "İyiyiz, hayır üzereyiz, bolluk içindeyiz" diye Allah'a hamd ve senada bulundu.
        "Ne yiyorsunuz?" diye sordu. Kadın:
        "Et yiyoruz" dedi.
        "Ne içiyorsunuz?" diye sorunca da:
        "Su" dedi. Hz. İbrahim:
        "Allah'ım, et ve suyu haklarında mübarek kıl" diye dua ediverdi.' Peygamber der ki:
        "O gün onların hububatı yoktu. Eğer olsaydı Hz. İbrahim, hububatları için de dua ediverirdi."
         İbnu Abbas der ki: "Bu iki şey; et ve su Mekke'den başka hiçbir yerde Mekke'deki kadar sıhhatli değildir. Bu, Hz. İbrahim'in duasının bir bereketi ve neticesidir"
        Resûlullah Hz. İbrahim'den anlatmaya devam etti:
        "İbrahim İsmail'in hanımına dedi ki:
        "Kocan geldiği zaman, benden ona selam söyle ve kapısının eşiğini sabit tutmasını söyle. Çünkü eşik, evin dirliğidir.
        Hz. İsmail gelince, evde babasının kokusunu buldu. "yanınıza bir uğrayan oldu mu?"' diye sordu. Kadın:
        "Evet, yaşlı bir adam geldi, kılık kıyafeti düzgündü" dedi

        "Benden seni sordu. Ben de haber verdim. Yaşayışımızın nasıl olduğunu sordu, ben de hayır üzere olduğumuzu söyledim" dedi. İsmail:
        "Sana bir tavsiyede bulundu mu?" diye sordu. Kadın:
        "Evet sana selam ediyor, kapının eşiğini sabit tutmanı söyledi" dedi. Hz. İsmail:
        "Bu babamdı. Eşik de sensin, seni tutmamı, evliliğimizin devamını istiyor. Sen yanımda değerli idin, kıymetin şimdi daha da arttı" der.

Kâbe'nin İnşası

         Hz. İbrahim Allah'ın dilediği bir müddet ailesinden ayrı kaldı. Süre bitmiş olmalı ki, yanlarına geldi. Bu sırada Hz. İsmail Zemzem'in yanındaki Devha ağacının altında kendisine ok yapıyordu. Babasını görünce ayağa kalkıp karşılamaya koştu. Baba-oğul karşılaşınca kucaklaştılar, el, yüz, göz öpüldü.
        Sonra Hz. İbrahim:
        "Ey İsmail! Allah bana ciddi bir iş emretti' dedi. İsmail de:
        "Rabbinin emrettiği şeyi yap" dedi. Hz. İbrahim:
        "Bu işte bana sen yardım edecek misin?" Diye sordu. O da:
        "Evet sana yardım edeceğim" diye cevap verdi. Bunun üzerine Hz. İbrahim:
        "Allah bana burada bir ibadet yeri yapmamı emretti" diyerek etrafına nazaran yüksekçe bir tepeyi gösterdi.
         İbni Abbas dedi ki: "İsmail'le İbrahim işte orada Kabe'nin temellerini yükselttiler. Hz. İsmail taş getiriyor, Hz. İbrahim de duvarları örüyordu. Bina yükselince, Hz. İsmail, babası için, bugün Makam olarak bilinen taşı getirdi. Yükselen duvarı örerken, Hz. İbrahim onun üstüne çıkıyordu. İsmail de ona taş veriyordu. Bu esnada onlar:
        "Ey Rabbimiz: Bu hizmetimizi bizden kabul buyur! Sen gören ve bilensin" diyorlardı.

        Doğru Yazmak, Doğru Okumak

        Kalpte ne varsa, dışarı o yansır. Kelimeler kalpten akan katrelerin kabıdır. Kalpte ne varsa o damlar ve tekrar ait olduğu yere döner damlalar. Kimliğin kilididir kelimeler. Kibar kalpten kelamın kibarı damlar, kem kalpten de kem kelime.

        Boş değildir kelimeler, boş olanlar bile bir boşluğu ifade eder. Hiçbir kelime de boşlukta kalmaz, bir kalbe konuk olur. Keder kelimeleri kederliler kapar, kimsesizlerinkini kimsesizler tutar, sevinçliler sevinçlileri sevindirir. Yaslıları yaslandırır yaslı kelimeler.

        Hikmetin kabı, mananın kılıfıdır kelimeler. Mana denizi kabardığında kelime dalgasıyla vurur yürek sahillere. Sahile değişik şekiller verir bazen nazlı, bazen hırçın vuran dalgalar. Engin denizlere yelken açmak da kelime teknelerine binmekle olur. Denizle sahil arasında gelgitleri oynar kelimeler.

        Kimse kaçamaz kader kelimelerden ve kader olan kelimelerinden. Kem bir kelime kendinin yazdığı yazgıdır, tekrar sahibine yansır. Hased hasisliktir, sahibini yakar. Gıybet kendi kendini dişlemektir. Güman (zan) zulmü, zamansız yakalar kişiyi.

        Kelime varsa bir kalem vardır. Bir kelimedir kâinat. Kâinatı "Kün" (Ol) ile yazan kader kalemi, her bir kalbe de ayrı bir imza atmış, her ömre farklı bir yazgı yazmıştır. Motif motif çizmiştir "an"ları, desen desen yapmıştır yolları.

        Kâinata ve kalbe yazılanları iyi okumak insanın güzelliklerle bezenmesidir. Kem kelimelerle kirletmemeli insan kalbini... Hikmet konuşmak varken gıybet etmemeli, tefekkür ederken hasislik düşünmemelidir.

        Evet, İnsan her zaman; hayatıyla doğru yazmalı, doğru vuslatıyla yürümeli ve yüreği her daim O'nu okumalıdır.
Oyu Puanı: 28 - Ortalama:

Yorum Gönder Değerlendir Yazdır
Yorumlar

Bilgiler
Burda 2491 Köşe Yazısı Kayıtlı
Enfazla Bakılan: TARİMİZDEKİ KAHRAMAN KADINLAR...
Enfazla Değerlendirilen: TEKNOLOJİ VE İNSAN

Köşe Yazıları Bölgesini Gezen: 14 (0 Kayıtlı Üye 14 Ziyaretçi ve 0 Bilinmeyen Üye)
Görünen üyeler: 0


 


MKPortal M1.1.1 ©2003-2006 mkportal.it
Bu safya 1.36991 saniyede 15 sorguyla oluşturuldu