74 Senatör Türkiye için mektup yazmış...

2. Dünya Savaşı sonrasında Dünyada yeni bir anlayış ortaya çıktı. Bu anlayış, hiçbir ülkenin dışlanmaması ve kurulacak yeni sisteme dahil edilmesi idi. Ancak bu ülkelerin sistem içerisindeki varlıkları, güçleri ile orantılı olmalıydı. Yani bir ülkenin ne kadar gücü var ise o kadar ulusal çıkarı, uluslararası arenada hareket kabiliyeti olmalıydı. Çıkarlar ulusal güçle paralellik gösterecekti. Dolayısıyla yeni dönemde Morgenthau’nun ifadesiyle, ulusal çıkarlar uluslararası güç ilişkileri içerisinde tanımlanmaktadır. Geçtiğimiz zaman içerisinde böyle bir sistem kuruldu ve şimdiye kadar da başarıyla devam ettirildi. Birleşmiş Milletlerde yer alan 5 daimi üyenin veto hakkı bunun en açık örneğidir.

100 üyeli ABD Senatosundan 74 senatör Türkiye’deki insan hakları ve özgürlükler konusunda kaygı duymuşlar ve Amerika Birleşik Devletleri Dışişleri Bakanı John Kerry’e bu konuda harekete geçmesi için bir mektup yazmışlar. Türk hükümetinin, Türk medyasını cezalandırma ve sansürleme çabası ABD için derin bir endişe konusuymuş. Türk hükümetinin böyle bir yaklaşım içerisinde olması özgür toplum, özgür teşebbüs, hukukun üstünlüğü, fırsat eşitliği ve demokrasinin prensiplerine hakaretmiş.

Demek ki dünyada hiçbir sorun kalmamış. Ne Filistin’de siviller öldürülmüş, ne Irak’ta 1 milyonun üzerinde Müslümanın katline ya doğrudan müdahil olunmuş ya da sebep olunmuş, ne geçmişinde Türkiye’de dahil olmak üzere hiçbir darbe desteklenmemiş ne de sokak ortasında Amerikan polisleri tarafından kendi vatandaşları öldürülmüş… Neredeyse Dünyanın her yerine savaş götüren bir ülkenin senatörleri, tek önemli sorun olarak Türkiye’deki demokrasi ve insan hakları ihlallerini görmüşler.

Dünyadaki en diktatör rejimler bile halk nezdinde meşruiyetini kaybetmeme korkusu yaşarlar. Çünkü ne kadar baskı kurarlarsa kursunlar halkın onayına ihtiyaçları vardır. Bunun için çeşitli propaganda yöntemleriyle bu desteği canlı tutmaya çalışırlar. 1991’de Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğinin çökmesiyle sona eren soğuk savaş sonrasında, siyasi ve askeri anlamda dünyanın tek hakim gücü olan Amerika Birleşik Devletleri, dünya toplumları nezdindeki güvenilirliğini giderek kaybetti. Türkiye açısından baktığımızda bu güvenilirlik durumunun ciddi oranlarda düşük olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü iki yüzlü batılı ülkeler her geçen gün bu güvenin daha da düşmesine neden olmaktadır. Daha birkaç gün önce Almanya’da Avrupa Merkez Bankası Binasının açılışı nedeniyle kapitalist karşıtları tarafından gerçekleştirilen protestolarda, polisin sert müdahalesi ve yaklaşık 300’ün üzerindeki yaralı ile 350 civarındaki tutukluya rağmen, ne insan hakları ihlali ne de demokrasi endişesiyle bir açıklama geldi. Oysa geçtiğimiz birkaç yıl içerisinde benzer olaylarla ilgili olarak başta Almanya ve ABD medyası olmak üzere Türkiye’yi antidemokratik bir ülke ilan ettiler.
İletişim teknolojisinin bu kadar geliştiği ve insanların bilgiye olabildiğince farklı kaynaklardan ulaşabildiği günümüzde, açık olarak yaşanan ve görülen bu iki yüzlülüklere rağmen; Türkiye’deki bazı çevreler, bu çifte standartlar üzerinden muhalefet yapma eğilimindeler. Ancak her defasında karşılarına daha da pekişen bir bariyer çıkmakta. Çünkü referanslar, sunulmak istenen değerleri beslemek bir yana, karşısında daha güçlü bir direnç oluşturmakta.

Bunları ifade ederken Türkiye’de hiçbir sorun yokmuş gibi davranamayız elbette. Demokratik hakların tanımlanmasından korunmasında, özgürlüklerden paylaşımda adaletin sağlanmasına, hukuk güvenliğinden katılımcı yönetime, basın özgürlüğünden kişisel hak ve hürriyetlerin geliştirilmesine, kültürel olarak demokratik değerlerin benimsenmesinden bunların içselleştirilmesi ve uygulanmasına kadar birçok sorunumuz var. Ancak, artık değişen Türkiye gerçeğini; muhalefetin de, iktidarın da yalnızca Türkiye dinamikleriyle taraftar bulabileceğini ve dışardan yapılacak müdahalelerin tepkiyle karşılanacağını anlamak gerekiyor. Böyle bir iradenin en önemli göstergesi olarak, yıllardır uluslararası bir mesele haline gelen Türkiye Kürtleriyle ilgili demokratikleşme ve terör sorununun çözümü için yürütülen süreç, bütün eksiklerine rağmen iç dinamiklerle ilerliyor. Hatta Kürt milliyetçisi bir siyasal parti Türkiye geneli için siyaset üretme ve barajı geçerek siyasal hayatımızda kurumsal olarak önemli bir aktör olmaya hazırlanıyor. Bu gerçekleri bir kenara bırakarak başka ülkelerden gelecek müdahalelerle yol arayışına girmek en azından bugünün şartlarında çok mantıklı gelmiyor.
YORUM EKLE