Asalet

Kaluklarını giyerken, aklına takılan dertlerini sıralamaya çalıştı içinden... Alaf iyice azalmıştı ve kış olanca şiddeti ile devam ediyordu. Yemini vereceği 2 ineği, 11 keçisi ve bir eşeği vardı damda. Bir de yeni doğmuş buzağı. 

Düşüncelerle dolu aklı ile evden çıkarken ilk tipi yüzünü yaladı ve nefesini tam alamadı. Biraz kayarak ve bata çıka kara, mereğe doğru yürüdü. Kapının mandalını indirdi. Yaz sonunda hemen kapıdan doldurduğu sepetini doldurmak için, mereğin köşesine yürüdü. Her zaman ağzına kadar doldurduğu sepeti bu sefer yarıya kadar... Sırtındaki hafiflik şu ana kadar taşıdığı en ağır yüktü aslında. Hayvanlarının günlük iaşelerinden kesmek zorundaydı. Yoğun gübre kokusu ve sıcaklığı ile dolu ahıra girdi ve kardeş payı yaparcasına hepsinin önüne samanları koydu. Keçilerine bir önceki sefer verdiği yaprakların çalılarını alarak, yeni çalıları aynı titizlikle dizdi. Buzağıyı annesi ile buluşturdu. Buzağının 3 emmesine tekabül eden kafa atmaları eşliğinde, ağzının kenarlarından sızan sütü seyretti. Eşeğinin samanına bu sefer de arpa koyamadı. Eline aldığı zafel ile gübreleri süpürdü, kürekle attı. Ahırdan çıktı, odunluktan bir kucak çam ve pelit odunu alarak evden içeri girdi. 

Toprak zeminli girişe açılan soldaki oda ki oturma ve yatma odası, kalın tomruklara eşlik eden yuvarlak ve yılların etkisi ile renkleri koyulaşmış merteklerle süslü tavan, karşıda yan yastıkları ve minderlerle kaplı peyke, solda küçük 2 pencerenin tam orta yerine konulmuş fırınlı soba... 

Kucağında ki odunları sobanın önüne bırakırken, ateşin durumunu üst kapağı açarak kontrol etti ve bir pelit odununu daha attı sobaya. Ateşin sıcaklığı yüzüne ışığını bırakırken, dün kürüdüğü bacanın tekrar dolmadığına dua etti. Üstte buharı çıkan tencerenin kapağını açtı ve yazdan kurutulmuş fasulyenin muhteşem kokusunu hissetti. Biraz sonra kuru etleri ekleyecek ve çayı demleyecek.

Paltosunu çıkarırken dışarıda ki fırtınaya, yolda izde kalanlara sen sahab ol mevlam diye seslendi... Pilli radyosunun  düğmesini açtı ve nağmenin odaya yayılmasını sağladı. Tabakasını çıkarıp cigarasını sardı. Hemen pencerenin önündeki küllük te dolmuştu aslında. İlk nefesi odaya üflerken, küllüğü de sobaya boşalttı. 3 sene olmuştu kaybedeli eşini... Ya uşaklarının dinleyip şehre gidecekti ya da kalacaktı doğduğu topraklarda, sıkıntılar ile yaşamaya devam edecekti. 2. yi seçtiği için asla pişman olmadı...

Bu şekilde 13 yıl yaşadı. Alaf tam ucu ucuna yetmişken bahar gelmişti. Sonraki yıllarda temkinli oldu. Sağlıkla yaşadı. 90 lı yaşlarında göç ederken kimselere boyun eğmedi ve yük olmadı. Hatta geride bıraktığı hayvanları satıldı ve pay edildi. Eşinin yanına defnedildi. İhtiyarlarınızı dedelerinizi düşünün. Çoğunun kimselere eyvallah etmediğini görürsünüz. O toprakların zorlukları ile mücadele etmiş ve kazanmışların bu dik duruşları çok ama çok asildir. Gümüşhane demek, mücadele demektir. Coğrafya ile başlar ve gurbet ile devam eder. Eskilerimiz, ülkede ilk gurbete çıkanlardır.... Bugün ise şartlar farklı gurbet aynı. Nüfus kağıdında Gümüşhane yazan insanların sanırım vefat oranı dışarıda daha fazla... 

Türkünün dediği gibi;

Yokluk beni mecbur etti,
Gurbeti ben mi yarattım...

Ruhuları şad olsun... Herkese selam olsun...

(Not, bu kişi Gümüşhanemizin merkez köylerinden birinde yaşamıştır).

YORUM EKLE