AVRUPA’NIN BİTMEZ TÜKENMEZ FOBİSİ İSLAMOFOBİ

İslamofobi kelime olarak ”İslam korkusu” anlamına gelmekte, Müslümanlara ve İslam dinine önyargı ve ayrımcılıktan kaynaklanmaktadır. İslamofobi’nin tarihi Endülüs’ün fethedilmesine kadar inmekte ve Haçlı seferleriyle derinleşmektedir. İslamofobi’nin tarihine şöyle bir göz atarsak 1980’li yılların sonları dikkatimizi çekmektedir. 1991’de Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra Avrupa’nın düşmanları konumundaki Marksizm ve Komünizm düşman çerçevesinden çıkmıştır. Bunun üzerine Avrupa’da yaşayan bireyler için yeni bir düşmana yani bir ”öteki” ne ihtiyaç duyulmuştur. Avrupalı siyasetçiler ve medya ise bu potansiyel düşmanı kısa sürede bulmuştur. Bu yeni düşman “İslam Ülkeleri”dir. İslamofobi, eski bir korku için üretilen yeni bir kelimedir. O, yüzyıllar boyunca devam eden savaşlar, haçlı seferleri ve soykırımlarla kendini gösteren dini hoşgörüsüzlüğün bir biçimidir. İslam’ın çok kısa bir zaman diliminde geniş alanlara yayılması diğer dinlerin İslam’ı kendileri için tehdit olarak algılamalarına ve dünya için bir problem olarak görmelerine neden olmuştur.

Yıllara göre İslamofobi yoğunlaşmış veya durağanlaşmış, son yıllarda da ise daha popüler hale gelmiştir. İslamofobi’nin son yıllarda popülaritesinin artmasında Samuel Huntington’un “Medeniyetler Çatışması” adlı makalesinin payı ise su götürmez bir gerçektir. Harvard Üniversitesi’nde görevli profesörün 1993 yılında yazdığı bu makale daha sonra genişletilerek kitap haline getirilmiş ve 11 Eylül saldırıları ile ilgi odağı olmuştur. Huntington’ın tezinin temel noktası Soğuk Savaş’tan sonra günümüz politikalarının şekillenmesinde belirleyici olan unsurun politik ideoloji değil, kimlikler doğrultusunda gerçekleşeceği yönündedir. Makalede İslam dünyası bir tehlike olarak gösterilmiştir. Oysa İslam Dünyası Batı’yı tehdit edecek hiçbir girişimde bulunmamıştır. Şu an itibarı ile Batı’yı tehdit edecek bir güce de sahip değildir.

Batının İslamofobi algısında kuşkusuz ki 1993 yılında Dünya Ticaret Merkezi’ne bombalı saldırı düzenleyen, 11 Eylül saldırılarınının payı büyüktür. El Kaide, Cihad anlayışı için yaptığını savunduğu binlerce masum sivilin ölümüyle sonuçlanan saldırıları ile insanların aklındaki “İslam’ın barış ve hoşgörü dini olduğu kanısını” akıllardan silmiştir. 11 Eylül 2001’de New York’taki İkiz Kulelere yapılan saldırılar ise bir süreliğine uykuda olan İslamofobi’yi uyandırmakla kalmamış, Avrupa için dönüm noktası sayılabilecek bu saldırılar İslam dininin terör, şiddet, köktendincilik ile anılmasına neden olmuştur. Bu da İslam’ın hoşgörü ve kardeşlik imajını zedelemiştir. Yapılan araştırmalar İslamofobi’nin Avrupa’da bir trend haline geldiğini gözler önüne sermektedir. Geçtiğimiz dönemlerde yaşadığımız olaylar ise Batı’daki bu İslam korkusunu yine Batı’nın tetiklediğini göstermektedir. İslam dinine hakaret eden karikatürler, İslam düşmanlığını topluma empoze eden filmler, Avrupa’da yaşayan gayrimüslimler arasındaki huzur bozan nitelikteki olaylar ve kışkırtıcı eylemler İslamofobi’yi tırmanışa geçirmiştir. Son birkaç yılda yaşanan İslamofobik olaylara göz atarsak 30 Eylül 2005’te Kurt Westergaard tarafından çizilen, Danimarka’nın Jyllands Posten adlı gazetesinde yayınlanan Hz. Muhammed’in(s.av.) karikatürü krizi tırmandırmıştır. Danimarka gazetesine destek için Fransa, Almanya, Hollanda, İtalya ve İspanya’daki bazı gazeteler de karikatürlere sayfalarında yer vermişlerdir. Danimarka’daki bu krizin ardından Norveç’te de ikinci bir kriz yaşanmıştır.

27 Mart 2007’de Hollanda’nın Özgürlük Partisi  Başkanı aşırı sağcı siyasetçi Geert Wilders’ın İslam’a hakaret dolu “Fitne” isimli  filmi internette yayınlanmıştır. İslam’ı faşizm ile kıyaslayan, halkı şiddet ve nefrete tahrik eden bu filmden dolayı Hollanda İslam Federasyonu Wilders aleyhine dava açmıştır. Hollanda mahkemesi Lahey’de Wilders’i yargılamış; Wilders’in açıklamalarının Müslümanlara değil, İslam’a yönelik olduğu ve bunun da “kamusal tartışma sınırları içinde kabul edilebilir” olduğu gerekçesiyle beraat kararı vermişti.

Almanya’da ise Köln Eyalet Mahkemesi Ekim 2012’de sünnet etmeyi kasten adam yaralama suçu sayarak sünneti yasaklamış, peşi sıra bu kararın din hürriyeti ile bağdaşmayacağı ve ülkeyi alay konusu haline getireceği için Ekim 2012’de bu kararından vazgeçmiştir.

Ve son yaşanan olay “Müslümanları Masumiyeti” adlı filme gelirsek; “Müslümanların Masumiyeti” adlı Müslümanları kötüleyen, provokatif ifadeler içeren ve baştan sona kışkırtmalarla dolu film için Müslüman halklar sokaklara dökülmüştür. Neticede provokasyonlarla dolu olan tüm bu olaylara verilecek cevap bellidir: Sessizlik. Ki zaten provokasyonların amacı İslamiyeti bir şiddet ve nefret dini olarak gösterme gayretli olduğu için sessizlik en büyük cevap olacaktır.

Yıllardır çok kültürlülüğü ile övünen, insan hakları, demokrasi, tüm inançlara eşit yaklaşımı ile güya gurur duyan Avrupa’nın bu konuda üzerine büyük sorumluluklar düşmektedir. Bu konuda öncelikli olarak Batılı devletlerin yapması gereken ilk iş İslamofobi olaylarına karşı yasal düzenlemeler getirmesi olmalıdır. Çünkü “ifade özgürlüğü” adı altında yapılan bu eylemlerin Batılılara getirisi yalnızca bayraklarının yakılması, kendi elçilerinin yaşamını yitirmesi ve zarar gören hoşgörüleri olacaktır. Ayrıca Avrupa’nın diğer bir sorunu anti-semitizm yani Yahudi karşıtlığı gibi İslamofobi’nin de nefret suçu kabul edilmesi gerekmektedir. Kısacası “Medeniyetler Çatışması” yerine “Medeniyetler İttifakı”nı pekiştirecek çalışmalara acilen başlanılmalıdır.
YORUM EKLE