CAHİL KİMDİR, ÖZELLİKLERİ NELERDİR?

Bugünlerde sosyal medyadaki paylaşımlarda bana sıkça sorulur oldu bu soru. Profesör Dr. İlber Ortaylı Hocamız sayesinde -daha çok- gündeme gelen bu kavrama ilişkin görüşlerimin bir kısmını siz okurlarıma iletmek istiyorum.

Cahil kimdir? Özellikleri nelerdir? Kimlere cahil denir? Bu kavram üzerine görüş ve tespitlerimi sizlerle paylaşmak ve az da olsa bir duyarlılık oluşturmak istiyorum. Bu kavramın sözlük anlamı[1]bilmeyen, bilgisi olmayan, bilgisiz” kimsedir. Aynı zamanda cahil, “okumamış, öğrenmemiş, bilgi edinememiş, bilgiden mahrum kalmış kimse” anlamlarına da gelir. Bir başka anlamı daha vardır ki “toy, tecrübesiz, acemi kimse” anlamındadır.

Cahil kalmak, “bilgi bakımından yetersiz olmak, bilgice aşağı seviyede bulunmak” anlamındadır. Cahillerden cahile yakışır bir tavır beklenir ki buna cahilâne tavır adı verilir. Cahillik, beraberinde kusur işlemeyi, dilini, aklını, gözünü, ayaklarını, bütün organlarını amacına yönelik kullanmamayı getirir. Aslında cahillik, yaratılışın özüne de bir isyandır. Çünkü yüce yaratıcı, yaratılışın özüne bilmeyi koymuştur. “Oku!” emri Hz. Muhammet şahsında bu anlamda ilk sesleniştir.

O halde bilmek çok önemlidir. Bilmek, Türkçemizde “tapmak” anlamına da gelir. Bilmece kavramına Türk coğrafyasında (Orta Asya-Türkeli) tapmaca denmektedir. Arap Yarımadasında peygamberimizden önceki duyuş, düşünüş, görüş ve davranış biçimine ise “cahiliye dönemi” adı verilmiştir. Bu isimlendirme Allah’ı kabul etmemeden dolayı değil; hak, hukuk, adalet, eşitlik ve emek kavramlarının varsıl (zengin) kişilerden yana kullanılmasıyla alakalıdır. Ebu Cehil, Ebu Leheb’in derdi Allah’ın birliği değil; şahsî menfaatlerinin bitecek olmasıydı. Dolayısıyla cehalet daha çok inançla ilgili değil; yaşam tarzıyla ilgilidir. Bir bakıma ilahi değil; beşeridir.

Cahillik, bir şey bilmemekle kalmaz; bilmediğini de bilmeyecek kadar ham yobazdır. Buna rağmen o kendini bilir sanır. Bu da onun “cahil cüretkâr olur” ilkesine sıkı sıkıya bağlı olduğundandır. Cahil, tembeldir. Kendisine bir iş buyurulduğunda “size akıl verir.” O, her durumda “bilgiçlik taslar ve daima üşengeç”tir. Binlerce yıl önce bir Türk savında (Atasözü); “Üşenene bulut bile yük olur.” denmektedir. Cahilin ilk çıkmazı budur. Dolayısıyla o, okumak, öğrenmek ve duymak için hiçbir çaba sarf etmez.

Çevresine gelişigüzel bakar, olayları vurdumduymaz bir tavırla seyreder. “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” der içten içe… Yani cahil, zahmete girmez. Atabet’ül Hakayık’ta Edip Ahmet Yükneki’nin ifade ettiği gibi “Bilgisiz kişi, canlı iken kaybolmuş sayılır

Bilgisizlik kişiyi alçak yerlere düşürür.” Peki ne yapmak gerekir, bu cehaletten kurtulmak için? Elbette Kuran’da ilk emir olan ilahî seslenişe kulak vermek yeterli. O sesleniş, “Oku!” o emridir. Neyi? Elbette vahyedileni, istenileni, evrene şekil ve düzen veren bilgiyi,  tarihin özetini, coğrafyayı, insan ve toplum psikolojisini, kanun ve emirleri ve uzun uzun özetlenen yaratılışı… Hem de yaratıcının anlatımıyla.

Azim ve gayret, Ayette belirtilen “İnsana ancak çalıştığı vardır.[2]” gerçeğini bizlere hatırlatmalıdır. Sonrasında Peygamberin yapıp ettikleri, sözleri olan Hadislere kafa yormak gelir. “Bilgi, Çin’de de olsa arayınız.” Hadis-i şerifi bizim için neyi haber veriyorsa onun gereğini yapmak… İşte iki kaynak, işte iki adım. İki cehaletten kurtuluş reçetesi… Gerisi okumanın yöntem ve içeriğiyle ilgilidir.

Unutmayalım ki: Cahilin gözü vardır tabii ki; ama görmez.

Kulağı vardır muhakkak; ama duymaz.

Dili vardır elbet; ama gerçekleri söylemez.

Eli, ayağı vardır belki; ama doğruyu yapıp etmez.

Her Müslüman gibi onun da inancı vardır; ama işine geldiği gibi, çıkarının olduğu yönde yorumlar yapar.

Yaratıcıyı kabul eder; ama hal ve hareketlerinde “kula, kulluk etme” vardır. Bu nedenledir ki dünyayı kul olduğunun gözüyle görür, onun kulağıyla duyar, onun fikirlerini kendi fikri imiş gibi benimser. Bu nedenle de “cahil, at gözlüğü” takar. Kendini yormaz, grup psikolojisiyle hareket eder. Her zaman kendini mensup olduğu partiye, cemaate, tarikata, STK’ye adar. Adanmış ve bindirilmiş kıtalar gibi kul olduğu kişi ya da grubun fikri artık onun fikr-i sabiti olmuştur. İşte bu aşamada artık cahiller, “beynini kiraya vermiş” olur. Bu aşamada “bizim partiden, bizim sendikadan, bizim tarikattan, bizim cemaatten, bizim STK’den” başkası iyi, doğru ve güzel düşünemez, yapamaz sersemliği alır başını gider. Bu fikir “Benim babam senin babanı döver!” ya da “Erkeksen gel dövüşelim!” aptallığı kadar çocukçadır.

İş iyice çığırından çıkar. Ortaçağ Avrupası’ndaki Endüljans Kilisesine taş çıkartacak bir batağa girilmiştir. Partilerine, Sendikalarına, Cemaatlerine, Tarikatlarına girmeyen kim varsa saldırırlar. Onları Müslüman olmamakla ya da iyi Müslüman olamamakla suçlar, hor görür. Kurtuluşlarına ilişkin dualarda bulunurlar. Şayet onları yanlarına çekemezlerse “Aforoz eder, şeytana hizmetle” suçlarlar. Hz. Muhammet, “Aşırıya gidenler helak olmuştur.” diye buyururken acaba kimleri kastetmiştir? Aforoz sonrası artık cehennemin bir köşesinden yer hazırdır. İşte cahilin gücü budur. Yenilmesi en zor düşmandır o. Öyle sanıldığı gibi pısırık, sümsük ve silik şahıslar değildir cahiller. Aksine son derece aktiftirler. Yalan, hile, çamur ve belden aşağı vurmakta onların üstüne yoktur. Dedi kodu ise ikinci meslekleridir. Hz. Muhammet, "İlim, kadın-erkek herkese farzdır.” dediği halde kadını, erkeğe hizmetkâr görmek, kız çocuklarını okutmamak sayabileceğimiz birkaç özellikleridir. Oysa Peygamberimizin “Kadın-erkek bütün insanlar, tarak dişleri gibi birbirine müsavidir.” Buyurmaktadır. Bu tür kişiler dindar değil dincidir. Geçimlerini dini duyguları sömürmekle sağlarlar. Namazları “Vay o namaz kılanların haline ki gafildirler.” denilecek türden icra ederler. Para ve cinsellik en zayıf noktalarıdır. Polisiye romanlarda olduğu gibi… Onları tanımak, çözmek isterseniz para hareketlerini ve çevresinde dolandıkları kadınları izlemek yeterlidir.

Bu cahil kesimin en büyük zevki insanları Allah ile korkutmak. Cehennemi sihirli bir değnek gibi görmektir. Ezbere bildikleri birkaç sure ile allame kesilirler. Kuran-ı Kerim’i ve Hadislerdeki hükümleri kendi çıkarları doğrultusunda yorumlarlar. Ne yazık ki; “Olma keser gibi hep bana, hep bana

Ol testere gibi bir sana, bir bana!” veciz ifadesini görmezden gelirler.

Cahil işte budur, bana göre. Yoksa Allah’a inanmayan, Kuran-ı Kerim’i kabul etmeyen, son peygamber Hz. Muhammet’i tanımayan kişiler benim için cahil değil; gayri Müslim’dir. Onlar, kör, sağır, dilsiz hükmündedir ilahi mesaja göre. Cahil evvela Müslümanın kabul ettiği her şeyi kabul eder; ancak işine gelmediği için bir takım kuralları kendi menfaatine göre yorumlar. Cahillik ve cehalet İslami birer kavramdır. Bilenin, uygulayanın ya da iyi niyetlinin tam karşıtıdır. Oysa cahil; hak, hukuk, adalet, emek, eşitlik, işi ehline vermek nedir bilmez.

Beşerî anlamda; hak gözeten, hukuk bilen, adaletten ayrılmayan, emeğin karşılığını veren bugünkü Avrupa cahil değil; olsa olsa gayr-i Müslim’dir. Cehalet veba hükmündedir. İslam coğrafyasını karış karış gezmekte ve üstelik veba hükmündedir. Bize düşen asırlık borç bu salgın hastalıktan bir an önce kurtulmaktır. Yoksa “Tek dişi kalmış canavarın (Avrupa ve ABD) kahreden pençelerinde” yok olup gideceğiz. Teknolojik gelişmeler, bilimsel buluşlar baş döndürürken İslam âleminde cehaletin kol gezmesi kimin hoşuna gider? Yunus Emre’nin dizeleriyle sözlerime son vermek istiyorum.

“İlim ilim bilmektir.                             Dört kitabın mânası

 İlim kendin bilmektir.                        Bellidir bir elifte

 Sen kendini bilmezsin.                      Sen elifi bilmezsin

 Yâ nice okumaktır.                            Bu nice okumaktır.”

Aklınız ve gönlünüzle yolunuz açık; alnınız ak olsun.

Muzaffer ARSLAN

[1] Türkçenin Sözlüğü, Babıali Yay. Prof. Dr. Muhammet Yelten, Prof. Dr. Mustafa Özkan, 2. Baskı, S.119

[2] Necm, 39

YORUM EKLE