Çamur Dağının Kızı (41)

Çeşminaz, öğlene doğru omuzluğa taktığı iki kova ile çeşmeye su almaya giderken, atını çeşmede su içirip dönen muhtarın oğlu ile karşılaştı. Ömer, atını kenara çekerek yol verdi. 

-Nasılsın Çeşminaz?

-İyi.

-Çoktandır göremiyorum seni.

-Öyle, evde iş güçten sıra bulup da dışarı pek çıkamıyorum.

-Doğru söylersin, ev işleri bir türlü bitmez… Biliyor musun?

-Neyi?

Ömer, bir anda dili damağına yapışır gibi oldu. Konuşmak istiyor, konuşamıyor, yutkunmak istiyor, yutkunamıyordu. 

-Bir şey mi söyleyecektin?

Ömer, zar zor:

-Evet, diyebildi.

-Ne söyleyecektin?

-Şey… Bilmem ne söyleyeceğimi unuttum, aklıma geldiğinde bir daha ki karşılaşmamızda söylerim, önüne bakarak uzaklaştı. Çeşminaz bir süre Ömer’in arkasından baktı. Ömer de başını geriye çevirip bakınca Çeşminaz’ın ona baktığını gördü, “O da beni seviyor. Sevdiğimi nasıl söyleyeceğim ona?” 

Çeşmenin başı yine dedikoducu kızlarla doluydu. Öğlen saatleri çeşme başı onlar için buluşma noktasıydı. Evde su olsun olmasın, bir bahane uydurup çeşme başında buluşuyorlardı. Çeşminaz, çeşme başının kalabalık olduğunu görünce:

-Hepinizin de mi evinde su kalmadı?

-Yok kız Çeşminaz, çeşme başlarında sohbet etmek iyi oluyor, dedi Emine.

-İyi, siz sohbet edin, ben suyumu alıp gideyim.

-Dur kız, ne acelen var, iki laf edelim. 

-Ne konuşacağım ki, ben bugün buradayım bir baktın yarın yokum.

-Deme, görmedik sanma, muhtarın Ömer ile konuşurken gördük seni. Ne konuştunuz kız hele söylesene.

-Ne konuşacağız, hal hatır sordu o kadar.

-Senin hal hatırını soruyor da bizim hal hatırımızı niye sormaz ki?

-Ne bileyim ben, ona sorun.

-Lafın da hazır. Anlamadık sanma. 

-Bütün kızlar nerede ise çeşme başındaydık. Biz yokmuşuz gibi geldi, atını içirdi, bizimle tek kelam etmeden döndü gitti. Birimizin yüzüne bile bakmadı.

-Ne dememi bekliyorsunuz?

-Seninle konuşan muhtarın oğlu Ömer, bizimle tek kelam etmediğine, birimizin yüzüne bakmadığına göre…

-Eee?

-Sana karşı içinde bir şeyler var demektir.

-Bilemem.

-Bilirsin, bilirsin de belli etmezsin. Başka köyden gelip de muhtarın oğluna gönül vermek var mı kız Çeşminaz?

-Benim kimseye gönül verdiğim yok, kendi kendinize gelin güvey olmayın. İşinize bakın.

-Bak bak, sanki öğretmenin kardeşi değilmiş gibi. Halbuki öğretmen çok cana yakın.

-Ben kötü bir şey demedim. Öküzün altında buzağı arıyorsunuz. 

-Öyle olsun. 

Çeşmedeki kızlar bir süre Çeşminaz’ın arkasından baktılar. 

-Aman Allah’ım şu havaya da bak. Çok çok sen de bizim gibi bir köylü kızısın, kibirlenmen de kime diye tepki gösterdi Şerife.

-Kız Şerife yoksa kıskandın mı?

-Kimi?

-Kız yoksa Ömer’de gönlün mü var?

-Daha neler. Hem ben bu köyden evlenmeyeceğim. Şehirde tanıdığım bir oğlan var, gönlüm ondadır.

-Bak sen, kimmiş bu kadersiz oğlan?

-Size ne, hadi doldurun suları, yaptığımız gevezelik yeter.

-Sen istersen git, dedi Gülkız, daha bizim konuşacak çok konumuz var, değil mi kızlar?

-Ne haliniz varsa görün, beni çekiştirmeyin de kimi çekiştirirseniz çekiştirin.

Karların erimesiyle köyün ortasında bulunan çeşmenin de suyu artmıştı. Köyün ana sokağına aşağı akmaması için açılan arktan Gogoçların harmanının yanından geçen kuru dereye bağlanmıştı. Köyün içi olduğu gibi çamurdu. Zaten köy de adını çamurdan aldığı için Çamur köyü demiş eskiler. Köy adları yeni adlarla değiştirirken Çamur köyünün adı değiştirilmemişti. Çamur Dağının eteğinde kurulan ve aşağıya doğru düz ve küçük bir ova haline bürünen köyde, köylüler boş bir arazi bırakmıyorlardı. Çevre köyler içerisinde kadınları en çalışkan köy Çamur köyüydü. Öğretmen Cemal’in köye atanmasıyla birlikte yan gelip yatan erkekler, artık bağda, bahçede, tarlada eşleriyle birlikte çalışıyorlardı.

Toprak damlı köy kahvehanesi akşam saatlerine doğru iyice dolmaya başladı. Herkes Hayati’nin ne zaman evden çıkacağını merak ederken, Hayati, Cemal öğretmenle birlikte içeri girdi. “Selam” verdi. Kahvehanedekiler hepsi ayağa kalkarak Hayati’ye sarılıp, “Hoş geldin, geçmiş olsun” diyorlardı.  Oturduğu masanın çevresini saran köylüler, Hayati’ye meraklı gözlerle bakıyorlardı. Çemiş Hasan, iki bardak çay ile geldi. Birini öğretmenin, diğerini de Hayati’nin önüne koydu. 

-Ben buradayken kahvehane yoktu.

-Evet, dedi Çemiş Hasan, Çamur Abbas ile ortak açtık.

-İyi oldu. 

Hayati’nin cezaevine düşmeden halini bilenler, onun düştüğü bu hale acıyarak bakıyordu. Hani derler ya” Taşı sıksa suyunu çıkarır” gibi cüsseli, güçlü kuvvetliydi. Karşılarında o Hayati gitmiş, bir deri ve kemik kalmıştı.

-Nasılsın Hayati, diye sordu Çamur Abbas.

-Sağol Abbas, iyiyim.

-Çok çekmişe benziyorsun.

-Öyle… Allah oralara düşmanımı da düşürmesin. Erzurum’da iyiydik, hiç değilse anamdan, köyümden haber alıyordum. Çorum Cezaevi çok kötüydü. Farelerin içinde yatıyorduk. 

-Çok şükür kurtuldun, Allah bir daha göstermesin.

Hepsi bir ağızdan “Amin” dedi.

Her şeye merak salan Sümüklü Salih, Cemal öğretmene öyle bir soru sordu ki, kahvede bulunanların dili damağına kaçtı adeta:

-Eee, öğretmen, okulların tatili yakın, Çamur Dağı seni bekliyor. Gudu yapımı da yaklaşıyor. Taşıyabilecek misin on torba toprağı.

Kahvehanede tık çıkmıyordu. Ocakta kaynayan suyun sesi duyuluyordu. Çamur Abbas, ters ters Sümüklü Salih’e baktı.

-Şimdi zamanı mı Sümüklü, daha o günlere çok var.

-Hayırdır? diye sordu Hayati.

Kimseden ses çıkmayınca:

-Hala o töre sürüyor mu, kaldırmadınız mı o töreyi daha?

Kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. Hayati, öğretmene baktı.

-Yazık, sen nasıl sırtında toprak taşırsın öğretmen? Nasıl bir kız ki seni kendisine bağladı. Ne yalan söyleyeyim şanslı kızmış. Senin gibi okumuş, ekmek sahibi bir gençle yuva kuracak. Hayırlı olsun. Ha, kimlerden bu kız, kızı tanımam ama kimlerden olduğunu söylerseniz belki hatırlarım. Ama kaldırın şu töreyi artık.

Çamur Abbas, tam zamanı deyip lafa daldı:

-Ne kaldırması Hayati, daha geçen yıl, bizim köyden kız seven Edire köyünden bir delikanlı toprak taşırken hayatından oldu da sevdiği kız onu sırtında ta Edire köyüne kadar taşıdı. Kız bir daha köye dönmedi.

-Yazık olmuş. 

Gazi Topal Şakir, topallayarak içeri girdi. Herkes ayağa kalkıp ona yer verdi. Çemiş Hasan bir “oh” çekti. Şimdi konu değişir. Hayati ile Topal Şakir birbirlerine sarıldılar. 

-Hoş geldin Hayati.

-Hoş bulduk.

-Nasılsın iyi misin, biraz zayıflamış gördüm seni ama Kadrinur Hatun seni bakar, eski günlerine kavuşursun.

-İyiyim, o zindanlardan kurtuldum ya bu bana yeter.

Cemal öğretmen ayağa kalktı:

-Benim kursum var Hayati abi. 

-Tamam, ben biraz daha oturup eve geçerim. Hazır bir araya gelmişken hasret gidereyim.

-Olsun.

Hayati, Cemal öğretmenin arkasından baktı, sonra da çevresinde oturan köylülere döndü:

-Komşular, söylemediniz Cemal öğretmenin gönül verdiği şanslı kız kimlerden?

Herkes birbirine baktı. Sobanın üzerindeki ibrikteki su kaynayınca taştı. Çamur Abbas, hemen suyu aşağı aldı. Ocaktan aldığı bezle, ibriği kulpundan tutarak, çay kazanına döktü, ibriği yeniden doldurup sobanın üzerine koydu:

-Onu Cemal’in kendisine sor Hayati.

-Niye siz söyleseniz?

-Sahibinden öğren, dedi Gazi Topal Şakir.

-Olsun Şakir abi.

Bir süre sessizlik oldu. Köylüler Hayati’nin yaşadıklarını anlatmasını ister gibi bakıyorlardı ona ama Hayati, yaşadıklarını anlatma yanlısı değildi. Çay üstüne çay içiyordu.

-Çayı çok içiyorsun.

-Öyle, böyle çaya hasret kaldık Çemiş Hasan. Çorum Cezaevinde içtiğimiz çay değil adeta bulaşık suyuydu. Koğuş ağası içer, çayı bitirir, bizler ise demliğe yeniden kaynar su döker su bulanır onu içerdik, çay demeye bin şahit ister.

-Geçti o günler, artık köyündesin, ananla, kardeşinle, bizimle birliktesin. Ne zaman çaya canın çekerse gel Hayati.

-Sağol… Eh, ben kalkayım anam yemeğe geç kalma dedi. 

-Olsun Hayati. Önümüzde daha çok birlikte olacağımız günler var. Hele ananın sana olan hasreti bitsin. 

-Doğru, iyi akşamlar, dedi ve kahvehaneden çıktı. Tam evin kapısından içeri girecekti ki, kursu bitiren Cemal öğretmeni gördü.

-Bitirdin mi kursu.

-Bitirdim Hayati abi.

-Hele gel bir şey soracağım sana.

Cemal, ne soracak diye merak edip, yanına geldi.

-Buyur Hayati abi?

-Kahvehanede sordum da söylemediler. Öğretmenin kendisine sor dediler.

-Neyi Hayati Abi?

-Kiminle sözlü olduğunu… Sahi Cemal öğretmen kiminle sözlüsün. Nasıl seviyorsun ki, dağdan on torba toprak taşımayı kabul ettin. Kimlerden bu kız? Ben tanır mıyım?

Cemal, ne yanıt vereceğini bilemedi. 

-Daha sonra söylesem.

-Ha sonra ha şimdi öğretmen. Ben seni çok sevdim, iyi bir gençsin, eğitimlisin, elinde bir ekmeğin var. Hadi söyle.

-Peki Hayati abi… Zeynep!

-Zeynep mi, kimlerden?

-Kardeşin Zeynep Hayati abi!

Hayati bir an durakladı. Şakak kemikleri belli olan yüzü renkten renge girdi. Cemal’in gözlerinin içine dikkatlice baktı. Kaşları çatıldı. Bir şey söylemeden evine yöneldi. Kapıyı açıp, içeri girdi. Cemal öğretmen bir süre arkasından baktı.

(Devamı var)

YORUM EKLE