Çamur Dağının Kızı (6)

Gece yağan yağmurun ardından sabah günün gözü bulutların arasından kendini göstermeye başlaması ile Çamur köyünde de hareketlenmeler başladı. Sağımı yapılan inekler, koyun ve keçiler Çamur Dağına yaylıma çıkarılıyordu. Okulların Eylül ayının on beşinde açılacak olması köylüleri kara kara düşündürüyordu. Hayvanları yaylıma götüren çocuklar okulların açılmasıyla hayvan beklemekten kurtulacak okullarına başlayacaktılar. 

-Muhtar bu böyle olmayacak.

-Ne böyle olmayacak?

-Sığırlara ayrı davar kısmına ayrı ayrı çoban tutmamız lazım. Baksana okullar açılacak, kim bekleyecek bu hayvanları.

-Sen, ben.

-Olur mu muhtar bizim de köy işlerimiz var.

-Doğru Çamur Abbas’ın kahvehanesi boş kalacak. Kim al maçayı ver kupayı diyecek öyle mi?

-Yapma muhtar, biz kumar oynamıyoruz, eğleniyoruz. Zaman geçiriyoruz.

-Zamanı hayvanlarınızı beklerken geçirin. Otlatın, daha çok hayvan besleyin. Baksana Allah bize Çamur Dağı gibi bir dağ vermiş, güz gelmesine rağmen hala yemyeşil.

-Biz üç beş tane koyunu keçiyi besleyemiyoruz, o kadar hayvanı nasıl besleriz ki?

-Niyetin olsa tekeden süt sağarsınız. Otu bitmeyen dağın otunu biçer, kış için hayvanlarına yem yaparsınız.

-Dağdan toprak taşıdığımız yetmiyormuş gibi bir de ot mu taşıyacağız?

-Ula kim dağdan toprak taşıyor. Kadın ve kızlardan başka ben bir erkeğin sırtında toprak torbası görmedim.

-Anlaşıldı sen çoban tutmadan yana değilsin.

-Çoban tutarım tutmasına da sizler paradan haber verin.

-Para kolay muhtar, sen parayı düşünme.

-Tamam ula gelecek yıl iki çoban tutacağım ama paraları peşin alırım.

-Olsun.

Muhtar, köyün erkekleri ile Çamur Abbas’ın kahvehanesinde sohbet ederken, kadınlar ve kızlar yağan yağmurdan dolayı bugün gudu yapmayacakları için rahattılar. Yağmurun yağması onlar için tatil günü sayılıyordu. Çamur Dağına toprak almaya da gitmiyorlardı.

Kadrinur ana kızı Zeynep ile bulutlar arasından zaman zaman kendini gösteren güneşten yararlanmaya çalışıyordular. Ayağına giydiği yeni lastiklerine ara sıra bakan Kadrinur ana:

-Sağ olasın kızın ayaklarım hem rahatladı hem de ısındı.

-Sen sağ ol anam. Attın mı eskilerini?

-Yok atmadım belki kuru havalarda giyerim.

-Yapma ana neredeler ben atayım. 

-Tamam tamam atarım ben.

Zeynep, bir anda Salı pazarındaki Cemal’i anımsadı. Beğenmişti Cemal öğretmeni ama o öğretmen kendisi köy kızı. Kolay değil bir öğretmeni sevmek. Ha ben sevdim diyelim bakalım o beni sever mi? Ona şimdi kaç tane kız gönül verir? Kala kala bana mı kalacak? Anasına da demeden edemedi.

-Ana.

-Söyle kızım.

-Salı pazarında kimi gördüm biliyor musun?

-Kimi?

-Köyümüze yeni atanan öğretmeni.

-Deme, hele anlat bakayım.

Zeynep yaşadıklarını anasına eksiksiz anlatınca Kadrinur ana da gülmeden edemedi.

-Baştan söyleyecektin ona zillemeyi kızım, nereden bilsin.

-En çok da “zil mi takacaktık?” sözlerine güldüm.

Her taraf yağan yağmurdan çamurdu. Köyün içerisine önceki öğretmen zamanında her ne kadar bileği taşı döşense de hayvanların gidip gelmesiyle bileğiler kırılmış yerlerinden sökülmüştü. Yağmurla birlikte köyün içinden akan sular berbat olan yolu iyice berbat etmişti. Yürünecek gibi değildi. 

-Ben malları çıkarıp yaylıma götüreyim ana.

-Olsun kızım, ben de ahırı temizleyeyim, ondan sonra da yemek yapayım. Bostandan biraz patates çıkarıp sana güzel bir yahni yapayım.

-Bilirim sen yahniyi çok iyi yaparsın benim anam.

Kalktı anasını öptü, ahırdan iki inek bir tane de düveyi çıkardı. Anasına seslendi:

-Ben gidiyorum ana.

-Selametle. Öğlene gel.

-Gelirim ana.

Çamur Dağının köyden görünmeyen öte yamacına sürdü iki inek ile tek düveyi. O tarafın otu daha fazla oluyordu ama köylüler hayvanlarını daha çok dağın köye bakan yamacında otlatıyorlardı. O nedenle öte yamaç daha otlu oluyordu.

Xxx

Cemal öğretmen ilk aylığını almanın mutluluğunu yaşıyordu. Babasının kendisine yaptırdığı öğrencilikten kalma takım elbisesi vardı ama yeni takım elbise yaptırmalıydı. Öğrencilikte elbisesini diktirdiği Terzi Yaşar’ın dükkanına selam vererek girdi. Terzi Yaşar, Cemal öğretmenin giydiği elbiseyi görünce:

-Gel bakalım Cemal oğlum, şimdi sen bana, ‘Yaşar amca ben öğretmen oldum, bana bir takım elbise lazım’ diyeceksin.

-Aynen öyle Yaşar amca.

-Ölçünü alacağım ama önce Hacı’nın kahvesinden iki çay söyle de gel.

-Peki Yaşar amca.

Çaylar gelinceye kadar Terzi Yaşar, bir yandan ölçü alıyor bir yandan da aldığı ölçüleri defterine yazıyordu. Elindeki mezruyu bir o tarafa çeviriyor bir bu tarafa. Cemal ise hiç kıpırdamıyordu. Öğrenciliğinde ölçü aldırırken yediği fırçayı unutmamıştı. O, en çok ölçü alınırken kıpırdanmaya çok kızardı. Ölçü bitince Cemal derin bir nefes aldı.

-Bitti mi Yaşar amca?

-Bitti, otur çaylarımızı içelim.

-Ne zamana alırım elbisemi?

-Bir aya alırsın, üç dört kez de provaya geleceksin.

-Yapma Yaşar amca, okullar bu ayın on beşinde açılıyor. On beşinden önce elbisemi almam lazım.

-Yetişmez oğlum.

-Sen istersen yetiştirirsin Yaşar amca.

-O zaman bir hafta süreyle her gün provaya geleceksin.

-Her gün mü? Gelirim.

-O zaman bir haftaya alırsın. 

-Maaşımı yeni aldım, parasını vereyim.

-İlk maaşın sen de kalsın ikinci maaşını aldığın zaman verirsin.

-Sağol Yaşar amca. Ben kalkayım.

-Kalkmasına kalk da henüz hangi kumaştan yapacağımı söylemedin.

-Heyecanıma bağışla. 

Rafta dizili olan kumaşlara baktı. Mavi kumaş hoşuna gitti.

-Bundan olsun Yaşar amca.

-Ben de onu söyleyecektim. Şimdi gidebilirsin. Yarın gelme, bir sonraki gün gel.

-Tamam Yaşar amca. Kolay gelsin.

Köy ilkokulunda okuduktan sonra, ortaokulu bitirdiği, kasabanın ilkokulundan sonra tek ortaokulu olan okulun önüne geldi. Uzun uzun okula baktı. O üç yıl film şeridi gibi gözlerinin önünden geçti. “Pekiyi” dereceyle bitirmişti kasabasındaki okulu. Öğretmen lisesini okumayı çok istiyordu ama kasabada öğretmen lisesi yoktu. Vilayette okuması için de çok para gerekliydi. Babası gurbette kazandığı üç beş kuruşla ona ortaokulu güç bela okutmuştu. Anası da onun öğretmen olmasını istiyordu. Ona hep “sen oku oğlum öküzün birini satar seni okuturuz” demişti. 

Ne günlerdi ne zorluklardı. Ne parasız kaldığı günlerdi. Tüm zorluklara rağmen kendini okuluna vermişti. Senenin sekiz ayını okulda dört ayını ise köyünde geçirmişti. Yazın çobanlık yapmış, anası onun için ne buzağılar yetiştirerek harçlığını sağlamıştı. Babası da gurbette, oğlum öğretmen olacak diye daha çok çalışmış, daha çok para kazanmıştı. 

Ağır ağır okulun önünden ayrıldı. Şimdi önünde uzun bir yıllar vardı. O da öğretmenler, doktorlar yetiştirecekti. Köy çocuklarına hayaller kurduracaktı. 

Kalaycıoğlu Hüseyin’in dükkanına girdi. Terekteki tencerelere baktı. İki taraftan saplı tencereyi beğendiğini söyleyince terekten indirildi. Parasını ödedi. Eski bir gazeteye sarılı tenceresiyle hızla eşeğini bağladığı pazar yerine geldi. Heybeye tencereyi dikkatlice yerleştirdi. Yularını çözdü. Torbasını eşeğinin başından çıkararak semerin kaşına astı. Yuları eline aldı. Yavaş yavaş fırıncı Garson’un fırınına geldi. İki tane çarşı ekmeği aldı. Heybenin diğer gözüne yerleştirdi. Yavuz Ahmet’ten de aldığı bir kilo akide şekeri ekmeklerin yanına yerleştirdikten sonra toprak ve taşlı çarşı caddesinden çıktı. Çıkar çıkmaz da eşeğini binerek Çitikebir köyünün yolunu tuttu.

Yüzü hep gülüyordu. Guduların yapıldığı Çamur köyüne öğretmen olarak gidiyordu, kolay mı? Bugüne kadar olan tüm hayalleri gerçek olmuştu. Garip anası tencereye ne kadar sevinecekti. Eşeğini hızlı sürmüyordu. Hızlı sürerse tencere ezilebilirdi. 

Babası hala gurbetten dönmemişti. Bir ay kadar zaman vardı babasının Erzurum’dan dönüşüne. Eşeğini çok ağır sürüyor, tencerenin ezilmesini istemiyordu. Anasına sağlam götürmek istiyordu tencereyi. Bir şeyler daha alsam mıydı? Çeşminaz’a da entari alsam iyi olacaktı ama daha önümde çok aylar yıllar var alırım. Olmazsa önümüzdeki haftaya da kız kardeşime en çok sevdiği renklerden bir entari alırım. Ya da kendisiyle gelir onun beğendiyi entariyi alırız, öyle daha güzel olur. O da çok zamandır kasabaya gelmedi. Lokantaya götürür birlikte bir de yemek yeriz lokantacı Osman amcanın lokantasında. Onun yemekleri hem lezzetli hem de ucuz oluyor. 

Evin kapısına ne zaman geldiğini anlamadı bile. Bindiği eşeği onu tam evin kapısına getirdi. O hala eşeğin üzerindeydi. Meraklanan anası Aliye kadın:

-Oğlum insene eşekten.

-Ne, ne zaman geldim ana?

-Oğlum deminden beri eşeğin üzerinde duruyorsun, ayakta mı uyuyorsun yoksa, bir de öğretmen olacaksın.

-Daldırmışım ana.

-Belli belli. Öğretmen olmadan kim bilir hangi kız çaldı kalbini?

-Yok ana öyle değil. 

-Gel hadi gel, belli ki yorgunsundur. Otur. Heybeyi indir, Çeşminaz çeker eşeği ahıra.

Eşekten indi, koşarak önce anasına daha sonra da kardeşine sarıldı. 

-Göreve başladım ana, Çeşminaz. İlk Maaşımı da aldım. Sana da çok güzel bir tencere aldım ana.

-Oğlum, sen daha maaşını almadan harcamaya başladın. Ne gerek vardı tencereye?

-Alacağıma söz vermiştim. İki tane de çarşı ekmeği, bir kiloda akide şekeri aldım.

-Allah’ım ömrünü artırsın, hele gel otur, gel. 

(Devamı var)

YORUM EKLE