Çamur Dağının Kızı (8)

Muhtar İsmail, karısı ile evin önündeki bahçede oturuyorlardı. Kızı Şahsenem, sabah kahvaltısını hazırlıyordu. Güneş, Çamur dağından oldukça yükselmişti. Sonbaharın en çok sevileni de güneşli günler oluyordu. Doğması ile sabahın soğuğunu kırıyor, insanlara yaşam sevinci veriyordu. Kahvaltı hazırlanıncaya kadar elma ağaçlarını gözden geçiren muhtar İsmail:

-Bu sene elmalar çok iyi hatun. Yavaş yavaş toplanma seviyesine geldiler.

-Bir de satabilsek.

-Satarız, sen merak etme, benim müşterilerim vardır.

Şahsenem, geniş bir sini içerisinde hazırladığı kahvaltıyı getirdi. Çardaktaki sehpanın üzerine koydu. Ocaktaki kara demlikten çayları doldurdu. Tam başlayacaktılar ki, bahçe çevirmesindeki kapıda Koca Çavuş Dede göründü.

-Muhtar, sofranızda bana da yer var mı?

-Aman derim Koca Çavuş Dedem, sorulur mu, buyur buyur.

Şahsenem, koşarak bardak ve minder alarak geldi. Koca Çavuş Dede’nin de çayını doldurdu. Muhtar, karısı ve kızı dedenin gelişini merak ediyordular. Koca Çavuş Dede, kolay kolay ziyarete çıkmazdı. Evinde oturur, sıkıntısı olan ona danışır, ondan görüş alırlardı. Her yanına giden de çam sakızı çoban armağanı bir şeyler götürürdü.

Konuşmadan kahvaltıyı yaptılar. Muhtar İsmail hala meraktaydı. Karısı ve kızı siniyi alıp eve girdiler. Koca Çavuş Dede ile Muhtar İsmail baş başa kaldılar. Dolu olan bardağından bir yudum alan dede, 

-Muhtar benim seni ziyaretimin sebebi…

-Aman dedem, çağırsandı koşarak gelirdim, neden zahmet ettin?

-Gönlüm öyle istedi. Hem çoktandır evden çıkmıyor hem de senin bir parça ekmeğini yemek istedim, helal et.

-Helali hoş olsun dedem, lafımı olur.

Çayından bir yudum daha alan Koca Çavuş Dede:

-Muhtar, birkaç gün önce evden çıkıp köyü dolaşayım dedim.

-İyi ettin dedem.

-Dolaştıktan sonra Çamur Abbas’ın kahvehanesine uğradım. Kahvehane hemen hemen doluydu.

Muhtar İsmail, önüne aşağı baktı, yüzü kızardı. 

-Öyle dedem.

-Kadın ve kızlar gudu yaparken erkekler kahvehanelerde muhtar.

-Çok söyledim onlara. Hiç değilse dağdan toprağı siz getirin, hamurunu siz hazırlayın dedimse de dinletemedim.

-Daha kötüsü var muhtar.

Bardakta kalan son yudum çayı da içen Koca Çavuş Dede:

-Çamur Abbas dört-beş senedir köyün erkeklerine faizle para verip senet imzalatıyormuş. Parasını ödeyemeyenlerin de tarlasını elinden alıyor.

-Biliyorum dedem.

-Biliyorsun ama muhtar bir şeyler yapman lazım. Bu gidişle Çamur Abbas köyün hakimi, bizlerin de baş belası olacak. Çok iyi tanırım onların sülalesini. Babası da gözü doymazın biriydi. 

-Dedem dinlemiyorlar beni.

-Dinleteceksin. 

-Ne yapmamı istersin dedem.

-Hepsine haber sal, on gün sonra benim konakta toplansınlar.

-Olur dedem.

-Şimdiden oğlu köyün kızlarına laf atıyor, rahatsız ediyormuş, duydun mu?

-Duymadım.

-Duyacaksın muhtar. Yarın Allah korusun bir komşumuzun kızına sarkıntılık ederse, yıllardır bacı kardeş gibi geçinip gider bu köyde kan girer araya muhtar.

-Allah korusun.

-Amin.

Bir süre konuşmadılar. Şahsenem elinde dolu iki çay bardağı ile geldi. Saygılı bir şekilde Koca Çavuş Dede’nin önüne birini koydu, diğerini de babasının.

-Fasulye hasadı tamam mı, ne zaman satacaksınız fasulyeyi?

-Yakında, eli kulağındadır. Alıcı kapımıza kadar gelip, ne kadar fasulye var ise alacak parasını da peşin ödeyecek.

-Bak bu iyi. Köylüler fasulye parasını alıp Çamur Abbas’a olan borçlarını mı ödeyecekler?

-Onlara kalmış dedem.

-Ödemeyecekler.

-Nasıl olur dedem?

-Ben hepsini anlatacağım Muhtar İsmail, yeter ki sen herkesi gelmeye razı et.

-Onlar senin adını duydular mı bir lafı iki etmezler.

-Sağ olsunlar. Hadi bana müsaade. İmama da uğrayacağım.

-Ben de geleyim dedem.

-Yok, onunla da konuşacaklarım var. Ha, öğretmen geldi mi?

-Geldi, dün bizimle geldi. 

-Onu da getir.

-Tamam dedem.

-Kal sağlıcakla.

-Selametle.

Koca Yusuf Dede, ayrıldıktan sonra yerine oturan muhtar, kara kara düşünceye daldı. Ne olacak bu işin sonu? Kadınlardan başka çalışan yok. Tarlada kadın, bağda bahçede kadın, gududa kadın, tezekte kadın. Çamur Dağından toprak gelecek yine kadın. Nasıl etsem bilmem ki. Ne var bu Çamur Abbas’ın kahvesinde? Hayvanları bakan kadın. Çocuklar da olmasa hayvanları da karılarımız kızlarımız yaylıma götürecek. Bunları kahvehaneden kesmek lazım ama nasıl? Koca Yusuf Dede ne diyecek köylülere? Borç alınan paraların ödeme zamanı da geliyor. Sat fasulyeyi ver Çamur Abbas’a. Oğlu da hörelenmeye başlamış baksana. Kızlara laf atması doğru mu acaba? Dedem niye yalan söylesin ki? 

Tam kalkacaktı, öğretmen Cemal çevirmenin kapısından:

-Hayırdır muhtar emmi, kara kara ne düşünüyorsun?

-Yok bir şey öğretmen bey, gel, hoş geldin.

-Hoş bulduk emmi. 

-Bana muhtar dersen daha iyi olur öğretmen bey.

-Hayırdır, sen babamdan da yaşlısın, emmi demekte hata mı ettim?

-Yok, bizim köylüleri tanımazsın, öğretmeni kumandası altına aldı muhtar, baksana “emmi” diye hitap ediyor diyerek laf ederler. Sen en iyisi bana herkes gibi muhtar de.

-Tamam muhtar.

-Gel, buyur geç otur. 

-Oturmasak da seninle birlikte okula baksak diyorum.

-Bakarız önce bir çayımızı iç. 

“Şahsenem” diye seslendi. Kapıya çıkan kızına:

-Bize çay getir kızım. Ha, öğretmen bey, kahvaltı da getirsin.

-Kahvaltımı Kadrinur ananın orada yaptım. Sağol muhtar.

Derin bir sohbete dalan öğretmen ve babasını odanın penceresinden dikkatle dinliyordu Şahsenem. Söyledikleri gibi yakışıklı oğlan. Acaba ne konuşuyorlar babamla? Ne konuşacaklar okulun durumu ile okula giden çocukları. Bu genç çocuk öğretmenlik yapabilecek mi, baksana daha toy. 

-Köyde geçen yıl okula giden 35 öğrenci vardı öğretmen bey. Bunların on ikisi mezun oldu. Bu yıl kaç çocuk yeniden başlayacak bilmiyorum. Bekçiye söylerim ev ev dolaşır tespit eder. 

-Bekçi ile değil muhtar seninle birlikte dolaşırız. Hem hangi haneden kaç çocuğun da öğrenci olduğunu tespit ederiz.

Muhtar İsmail, durakladı. Cemal öğretmenin dikkatini çekti. Sormadan edemedi:

-Neden durakladın muhtar, evleri dolaşmamız yanlış mı olur?

-Bilmem öğretmen bey, köy yeri.

-Olsun ben de köy çocuğuyum. Hem aileleri tanır hem de o haneden okul çağına gelmiş kız erkek çocukları tespit ederiz.

-O hiç olmaz.

-Neden?

-Bizim köyde kızları okula yollamazlar Cemal öğretmen.

Kaşları çatıldı, mavi gözleri ile muhtarın gözlerinin içine baktı. Başını eğen muhtar:

-Çok söyledim ama yollamıyorlar.

-Olmaz öyle şey muhtar. Her yedi yaşına gelen kız erkek çocukların okula gönderilmesinin zorunlu olduğunu söylemedin mi?

-Söyledim.

-E, neden göndermediler? Giden öğretmen bir şey yapmadı mı?

-Yaptı yapmasına. Kız çocuklarının anası ile babasının ayağına gitti ama ikna edemedi öğretmen bey.

-Göndermeyenleri valiliğe bildirir gerekli cezaları almasını sağlarım muhtar haberin olsun. Haydi şimdi okula gidelim.

-Sen otur, içeriden okulun anahtarını alıp geleyim.

Güneş yükseldikçe yakıyordu. Okul köyün en yukarısına yapılmış beş yıllık bir binaydı. Dışarıdan görünüşü ile ilk yapıldığı gibiydi. Muhtar, anahtarı kapının kilidine soktu, “besmele” ile açtı. İçeri girdiler. Önceki öğretmenin yaptığı tarih şeridi salonun duvarına asılıydı. Gazi Paşa’nın çerçevelenmiş resmi ise giriş kapısının tam karşısındaydı. Birlikte sınıfları gezdiler. Yazı tahtası dışındaki başta sıra ve oturakları beğenen Cemal Öğretmen:

-Tahtanın boyanması gerekiyor. 

Öğretmenin geldiğini duyan çocuklar ise okulun bahçesine koştular. Dışarı çıkan muhtar ile öğretmen, onları bekleyen çocuklarla karşılaştılar. Muhtar kapıyı kilitledi, anahtarı öğretmene uzattı. Çocuklara dikkatlice bakan Cemal, çocuklar arasında tek kız çocuğu göremedi. 

-Nasılsınız çocuklar?

Çocuklar hep bir ağızdan:

-Sağol, dediler.

-Özlediniz mi okulu?

-Evettt!

-Ben de özledim. Bir hafta daha sabredin. Haydi şimdi evlerinize gidin.

Koşarak uzaklaşan çocukların arkasından baktı.

-Çocuklar arasında bir tane kız yok muhtar.

-Dediğim gibi, göndermiyorlar okula.

-Gönderecekler muhtar gönderecekler. 

Birlikte Çamur Abbas’ın kahvehanesine yöneldiler. Toprak damlı kahvehanenin oturma yeri normal bir odadan biraz daha büyüktü. Havanın güneşli olmasından yararlanan köylüler çoğunlukla kapının önünde oturuyorlardı. Muhtar ve öğretmeni görünce ayağa kalktılar.

-Komşular, dedi muhtar İsmail, köyümüzün yeni öğretmeni.

Sıra ile tokalaşıp, “hoş geldin” dediler. Bıyıkları henüz daha terlememiş öğretmeni tepeden tırnağa süzdüler. Bu nasıl okutacak çocukları? Tıfılın teki. Böyle çocukları neden öğretmen yaparlar ki. Koskoca devlet aklı başında öğretmen bulamadı da mı bu sübyanı mı yolladı köyümüze. Muhtar ile öğretmen oturunca onlar da oturdu. Çamur Abbas, hemen iki çay ile koşarak geldi.

-Hoş geldin öğretmen bey.

-Hoş bulduk Çamur Abbas.

Çamur Abbas şaşa kaldı. Lakabımla birlikte bu tıfıl nereden adımı biliyor? Bu hep o giden öğretmenin işi olsa gerek. Her şeyi demek ki anlattı ona.

-Maşallah çok da gençsin öğretmen bey.

-Sağol.

Çayını bitiren Cemal öğretmen, köylülerin teker teker hal ve hatırını sordu. Aldığı cevap hep aynıydı, “Çok şükür iyiyiz.”

-Komşular, bir hafta sonra okula açacağız. Hep birlikte çocuklarımızı okutacağız. Kız erkek bütün çocuklarımıza çok güzel bilgiler aktaracağız. Yeni başlayan kız ve erkek çocuklarımıza okuma yazma öğretmenin heyecanını yaşayacağız.

Benim sizden isteğim, çocuklarımıza beyaz yakalık ve siyah önlükle okula göndermeniz. Sizlerden başka bir şey istemiyorum. Çocukların kalem, defter ve silgilerini ben alacağım. Sizler sadece kitaplarını alacaksınız. Okula gelmeyen kız ve erkek çocuk kalmayacak. Duyduğum kadar ve okulda listelere baktığım kadarıyla kız çocuğu adına rastlamadım. Anlaşılan kız çocuklarını okula göndermiyorsunuz. 

-Onlar analarına yardım ediyor, dedi Çemiş Hasan.

Herkes ona baktı. Nasıl da böyle cesaretle söylediğine hayret ettiler.

-Analarına burada oturacağınıza, yardımı sizler yapacaksınız.

Çamur Abbas, renkten renge girdi.

(Devamı var)

YORUM EKLE