ESKİMEZ DEĞERLER 1: ADALET

Milli Eğitim Bakanlığı, okul öncesi, ilkokul, ortaokul ve lise müfredatının düzeltilmesi işlemleri kapsamında, öğretim programlarının ana felsefesini içeren metni 2018 yılında güncelledi. Metinde, eğitim sisteminin temel amacının, değerler ve yetkinliklerle bütünleşmiş bilgi, beceri ve davranışlara sahip bireyler yetiştirmek olduğu ifade edilmektedir. Değerlerimiz, toplumun milli ve manevi kaynaklarından damıtılarak dünden bugüne ulaşan ve yarınlara aktarılan "öz miras" olarak tanımlanmaktadır. Bu mirasın hayata ve insanlık ailesine katılmasını ve katkı vermesini sağlamak, bu değerler ile yoğrulmuş nesiller yetiştirmek sadece okulların değil, her duyarlı vatandaşın görevi olmalıdır. Bir toplumun geleceğinin, değerlerini benimsemiş ve bu değerleri sahip olduğu yetkinliklerle birleştirip hayata geçirmiş insanlara bağlı olduğunun altı çizilen metinde, bu kapsamda eğitim sistemindeki her bireye, uygun ahlaki kararlar alma ve bunları davranışlarında sergileme yeterliliği kazandırılmasının amaçlandığı ifade edilmektedir. Eğitim sisteminin, sadece akademik açıdan başarılı, belirlenmiş bazı bilgi, beceri ve davranışları kazandıran bir yapı olmadığı belirtilen metinde, "kök değerlere" vurgu yapılmaktadır. "Kök değerler" ise müfredatta "adalet, dostluk, dürüstlük, öz denetim, sabır, saygı, sevgi, sorumluluk, vatanseverlik, yardımseverlik" olarak belirlendi. MEB öğretim programlarında bu 10 "kök değer"  ilk defa yer almış oldu. Ben de yazı dizisi şeklinde ifade etmek istediğimin bu 10 kök değerden ilki olan “adalet” ile başlamak istiyorum.

Adalet, hakkın üstün tutulması, gözetilmesi,  haklıya hak ettiğinin verilmesi ve hukuk kurallarına uyulması anlamlarına gelmektedir. Adalet, istikametli davranmak, insaflı ve eşit olmak, zulümden uzak olmak, her şeye hakkını vermek, kıvamında ve ölçülü olmak, her davranışı yerli yerinde ve gereğince yapmak, istikamet üzerinde olmak şeklinde de ifade edilir. Hukuk terimi anlamında adalet,  hukuk kurallarına uygunluk; hukukun ve vicdanın üstünlüğüdür. Hukuk önünde herkesin ayırım yapılmaksızın eşit olmasıdır. Güçlü olanın değil haklı olanın galip gelmesi adaletin gereğidir. Adaletin olmadığı yerde, herkes kendi hukukunu uygulamaya başlar ve güçlüler zayıfları ezer. Her Cuma hutbede okunan ayeti kerime adeta bütün insanlığa rehber hükmündedir: “Muhakkak ki Allah, adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder; hayâsızlığı, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor (Nahl.16,90). Bu konu hakkında diğer bir ayet ise şöyledir: Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutun, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Herhangi bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi adaletsiz davranmaya itmesin. Adaletli olun; bu, takvâya daha uygundur. Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır. (Maide Suresi, 8). Mevlana ise adalet konusunda şöyle demektedir: Muratları, dilekleri koruyan adalettir. Geceleyin damlarda sopalarını kakıp gezen bekçiler değil!

Bize düşen ise bu önemli değeri hayatımızın her safhasında yaşamaktır. Yeri geldiğinde çocukları arasında adaleti gözeten baba, yeri geldiğinde memurlarına insaflı ve eşit davranan adaletli amir. Yeri geldiğinde trafik kurallarına uyan adil şoför, yeri geldiğinde emaneti sahibine ulaştıran adil vatandaş. Görülüyor ki toplum içinde hayati öneme sahip olan adalet kavramına ne kadar da ihtiyacımız var. Hayatın her safhasında adaleti yaşamak dileğiyle…

Bir Reçete: Oruç, hayat-ı içtimaiye-i insaniyeye baktığı cihetle çok hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki: İnsanlar, maişet cihetinde muhtelif bir surette halk edilmişler. Cenab-ı Hak o ihtilafa binaen, zenginleri fukaraların muavenetine davet ediyor. Hâlbuki zenginler, fukaranın acınacak acı hallerini ve açlıklarını, oruçtaki açlıkla tam hissedebilirler. Eğer oruç olmazsa, nefisperest çok zenginler bulunabilir ki, açlık ve fakirlik ne kadar elîm ve onlar şefkate ne kadar muhtaç olduğunu idrak edemez. Bu cihette insaniyetteki hemcinsine şefkat ise, şükr-ü hakikînin bir esasıdır. Hangi ferd olursa olsun, kendinden bir cihette daha fakiri bulabilir. Ona karşı şefkate mükelleftir. Eğer nefsine açlık çektirmek mecburiyeti olmazsa, şefkat vasıtasıyla muavenete mükellef olduğu ihsanı ve yardımı yapamaz; yapsa da tam olamaz. Çünkü hakikî o haleti kendi nefsinde hissetmiyor.

YORUM EKLE