Gelincik Taşları Efsanesi (1)

-Ali

-Buyur baba.

-Geçen hafta yapacaktık yapamadık. Damdaki çamuru tazele de saçakları yeniden yapalım. Yağmur yağdığında duvarlara aşağı su akıyor.

-Tamam baba. Çeşmeden su alıp geleyim.

-Anan bostanı sulamaya gitmeden önce iki sefer suya gitti geldi. Kovayı al da çık dama.

Ali, evin damında geçen hafta samanla yoğrulmuş çamurun ortasını kürekle açtı. Bir kova suyu toprağın içine döktü. Karıştırdı. Topal Ömer ise damın saçaklarındaki bileği taşlarını sökerek kenara alıyordu. 

-Getireyim mi baba?

-Getir. Bileğiler de çürümeye başladı ama bunlarla şimdilik idare edeceğiz. 

Öğlene kadar durmaksızın baba oğul çalıştılar. Binanın tüm saçaklarını yenilediler.

-Baba, İhsan amca ile Temel amcanın evleri çatı da bizim ki niye çatı değil?

Ali haklıydı. Binanın çatısı olsaydı hem saçakları yapmaya ihtiyaç duymayacaklar hem de yağmurlu havalarda evin damlaması olmayacaktı. Damlatmasın diye evin damındaki loğ taşı ile loğluyorlardı. 

-Onlar varlıklı oğul. Babaları zamanında yapıldı o çatılar. Varlıklıydı onların babaları.

-Bizim de paramız olunca yaparız baba.

-Olur oğul. Anan geldi, seslen ona da bir çay koysun, şu dutun gölgesinde içelim.

-Baba, bir şey diyeceğim, deyip de gideyim. Anam yorulmuştur, ben demlerim çayı.

-Söyle.

-Nasıl anlatsam, hemen hemen her gece aynı rüyayı görüyorum.

-Hayırdır inşallah.

-Şu Mehmetalilerin hayratının ilerisinde Molla İbrahimlerin bostanı var ya.

-Evet.

-Rüyamda ben o bostanda oluyorum. Tanımadığım bir kadın ile erkek güya benim babam ile anammış.

-Eee.

-Çit deresinden büyük bir sel geliyor. Güya babam beni kucaklayıp, bostanın üzerindeki yola çıkarıyor. Tam bu sırada anam sele kapılıyor. Babam beni bırakıp anamı kurtarayım derken o da sele kapılıp her ikisi de gözden kayboluyor.

Topal Ömer, oğlunun yüzüne dikkatlice baktı.

-Doğru.

-Doğru mu?

-Evet. Onlar senin asıl anan ile babandır. Oğul.

-Anlamadım.

-Rüyan gerçektir oğul. Doğru rüya görmüşsün. Anan ve baban o selde kayboldular. Günlerce aradık bulamadık. Seni de ben yanıma aldım. Bizim çocuğumuz olmadı. Seni evladımız gibi büyüttük. Hiçbir şeyini eksik etmemeye, kendi evladımız gibi büyütmeye çalıştık bu yaşına kadar.

-Benim anam da babam da sizlersiniz. Ben anamı babamı sadece rüyalarımda gördüm.

-Büyüdün. Askerliğini de yaptık. İstersen bizden ayrılabilirsin oğul.

-O nasıl söz baba, ben sizlerden ayrılır mıyım? 

-Gel yanıma.

Yanına gelen oğlunu kucakladı. Ali de Topal Ömer’e sarıldı.

-Oğlum.

-Babam.

Topal Ömer, 1903 yılında Çitikebir köyünde açılan üç sınıflı okulda okumuş, Osmanlıca ve Arapçayı çok iyi okuduğu için Ardasa kasabasında Hükümet konağının karşısında ahşap ve tek odalı bir binada istida işyeri açmıştı. Hafta boyu işyerinde çalışıyor, dilekçe yazıyor. Osmanlıca ve Arapça bildiği için Osmanlı dönemindeki tapu kayıtlarını okuyor, vatandaşlara ücret karşılığı yardımcı oluyordu.

Ali ise köylerindeki okulun beş sınıflıya dönmesiyle birlikte ilkokulu bitirmiş sonrasını maddi imkansızlıklar nedeniyle getirememişti. Kendini köyün işlerine vermişti. Topal Ömer kasabaya gittiğinde anası Perihan ile köyde kalıyor anasına yardımcı oluyordu. Komşusundan aldığı ve adlarını Alaca ile karaca koyduğu iki yavru köpeği çok iyi eğitmişti. Onları o kadar güzel eğitmişti ki Ali’nin bir dediğini iki etmiyorlardı. Ali’nin diğer bir özelliği ise çok güzel kaval çalmasıydı. Zaman zaman Alaca ve Karaca ile köyden uzaklaşır dertli dertli kaval çalardı. Onun kaval sesini duyup da duygulanmayan yoktu. Çaldığı kaval, derdi olanların derdini deşiyordu. Ali’nin en çok merak ettiği köyün karşısında bulunan ormanın arkasında neyin olduğuydu. Kavalını çalarken ormana bakar, geleceği için güzel hayaller kurardı. Yaşı kemale ermiş olmasına ve askerliğini yapmasına karşın tanıdığı ve kaval çaldığı zaman çevresini saran köyün genç kızlarından hiçbirine gönlü düşmemişti.

Onu dürüst ve yakışıklı bulan köyün kızları her ne kadar Ali’ye gönül vermek istediyse de o karşılık vermiyordu. Köyün girişindeki Aras yoluna Alaca ve Karaca ile gider köyün karşısındaki ormana bakıp bakıp kaval çalardı. Alaca bir yanında, Karaca bir yanında otururdu. 

-Çay güzel oldu oğul, eline sağlık.

-Afiyet olsun baba, çay var doldurayım mı?

-O ki var doldur oğul.

Topal Ömer, çayını yudumlarken karısı Perihan yanına geldi. Ali, elini öptü. Şaşkınlıkla kocasına baktı:

-Hayırdır oğul?

-Her şeyi öğrendim ana, babam söyledi. Benim anam babam sele gitmiş, beni sizler büyüttünüz. Çok şey borçluyum sizlere.

-Nereden çıktı şimdi.

-Gördüğüm rüyamı babama anlattım, o da rüyamın doğru olduğunu söyledi.

Ali, gördüğü rüyayı anasına da anlattı. Birbirlerine sevgiyle baktılar. Üçü de birbirlerine sarıldılar. Çok mutlu oldukları her hallerinden beli oluyordu.

-Rüyam gerçek olsa da benim anam da babam da sizsiniz.

-Efkarlandım şimdi, çal şu kavalını da dinleyelim oğul. “Erzurum Dağları Kar ile boran” ile başla oğul.

Ali, nice sanatçılara taş çıkarırcasına sesi de güzeldi, çaldığı kaval da. Onun kaval sesini duyanlar çevresini sarar saatlerce dinlerdiler.

-Şimdi kavalın zamanı mı bey?

-Haftanın iki günü köydeyim. Doğru dürüst dinleyemiyorum Ali’yi hanım, şimdi tam zamanı.

Xxx

Çitikebir köyü Ardasa kasabasının en güzel köylerinden biriydi. Özellikle geniş arazileriyle buğday üretimi köyün ana geçim kaynağıydı. Köylüler, ormanlara zarar vermesin diye keçi yerine koyun besliyorlardı. Kırk haneli köyde her hanede on ile yirmi arasında koyun besleniyordu. Yapılan yağ, çökelek ve peynirler köylü kadınlar tarafından Ardasa pazarına götürülerek satılıyordu. Tek sıkıntıları hayvanlarına iyi bir çoban bulamamış olmalarıydı. Kimi çoban tuttularsa kurttan, ayıdan kurtaramıyorlardı. O nedenle bir sezon boyunca birkaç çoban tutmak zorunda kalıyorlardı.

Muhtar İhsan bir türlü Topal Ömer’e Ali’nin köyün çobanı olmasını söyleyemiyordu. Ha bugün ha yarın söylerim, ya da ilk gördüğüm zaman söyleyeceğim deyip, gördüğünde de yolunu değiştiriyordu. Muhtarın bu tavrı Topal Ömer’in gözünden kaçmıyordu. 

Muhtar İhsan’a göre Ali, çobanlık için biçilmiş kaftandı. Yanındaki Alaca ve Karaca adlı köpekleri ve kavalı ile bu köye en iyi çoban olacak birisiydi. 

İkindi namazından sonra birlikte camiden çıktılar. Topal Ömer, muhtar İhsan’a:

-Muhtar, hele gelsene şöyle oturalım.

Köyün meydanının kenarında bulunan iki taşın üzerine oturdular. Muhtar İhsan, tam zamanı diyordu ama, bir türlü söyleyeceği sözler ağzından çıkmıyordu.

-Muhtar, beni nerede görsen yolunu değiştiriyorsun. Bir şey mi oldu? Ben, bilirsin kimsenin aleyhinde konuşmam, söyleyeceğim sözü yüzüne karşı söylerim.

-Biliyorum.

-Eee, ne oldu da beni görünce yolunu değiştiriyorsun?

-Sana bir şey söyleyeceğim de bir türlü söyleyemediğim içindir.

-Nedir o söyleyemediğin?

-Ali.

-Ali mi, ne yaptı Ali?

-Bir şey yapmadı.

-O zaman söyle çatlatma insanı.

-Nasıl söyleyeyim bilmiyorum. Bilirsin bizim köye çoban dayanmıyor. Her yıl birkaç çoban değiştiriyoruz.

-Eee?

-Diyeceğim o ki, acaba Ali, köyümüzün çobanı olur mu?

-Bu muydu söyleyemediğin?

-Evet.

-Bence olur ama Ali’ye sormak lazım.

-Sor Ömer abi, çobanlık yaptığı süre her ay parasını da alacak.

-Sorarım. Olur derse ben sana söylerim.

-Kavalı var, köpekleri var. Baba yiğit delikanlı. Malımıza da sahip çıkar.

-Olur olur, sen akşam bize gel, konuşalım.

-Sağol.

-Bir daha da bir şey söyleyeceğin zaman yolunu değiştirme.

-Değiştirmem.

Topal Ömer, kalktı. Evin yolunu tuttu. Ali’nin köye çoban olmasını olumlu bulması acaba doğru muydu? Keşke, “olur” demeseydim. Biraz düşünseydim. Ne ise ben Ali ile konuşurken “olur” dediğimi söylemeyeyim. Çevirmenin dış kapısını açtı. Ali ile anası çardakta oturuyorlardı. 

-Ne konuşuyorsunuz ana oğul?

-Bir şey konuşmuyoruz, çay demledik de senin gelmeni bekliyorduk.

-Ben çayları doldurup getireyim.

Topal Ömer, aksayan sol ayağını tutarak oturdu. Bastonunu çardağın kenarına astı. Ali getirdiği çayları, tahtadan yapılmış, alçak masanın üzerine koydu. Küçük bir şeker alıp ağzına atan Topal Ömer:

-Muhtar İhsan bana bir şey söyledi de ben hemen cevap vermedim.

-Ne söyledi? 

-Ali’nin köye çoban olmasını hanım.

-Çoban mı?

-Evet.

-İyi olur baba.

-Nasıl, kabul mu ediyorsun?

-Neden olmasın, bir işim olur, hem de sizlere destek olurum. Boş boş oturuyorum.

-Köy işleri ne olacak peki?

-Ana şunun şurasında koyunları otlağa çıkarmaya ne kaldı? Her sene ben otlatmıyor muyum? Bizim koyunları otlatırken, köyün sürüsünü de otlatırım. Bence çok iyi olur baba.

-Ne dersin hanım?

-Ali bir bakıma da haklı, yakında yaylak zamanı başlayacak. Bizim koyunları otlatırken köyün sürüsünü de otlatmış olur.

-O zaman muhtara olur mu deyim?

-De baba de. Alaca ve Karaca’yı da yanıma alırım. Kurda kuşa karşı da sürüyü korumuş olurlar. 

-Öyle olsun bakalım, dedi Perihan. 

(Devamı var)

YORUM EKLE
YORUMLAR
Fırtına29
Fırtına29 - 2 yıl Önce

Yeni bir hikaye yeni heyecanlar şimdiden kalemine yüreğine sağlık,teşekkürler abi.