Gelincik Taşları Efsanesi (8)

-Ana kuzular memeden kesildi, koyunlara katma zamanı geldi, ne dersin?

-Olsun kızım.

-Elif sana evde, bağ, bahçe, bostan işlerinde yardımcı olur, Sümbül de inekleri yaylıma götürür.

-Bilmem ki.

-Öyle yapalım ana. Ben bugün kuzuları da alıyorum. Dediğim gibi yapalım.

-Tamam kızım, fazla uzaklaşma, iti var, ipsizi var, bir kötülük yapmasınlar sana.

-Korkma ana bana kimse yanaşamaz.

-Olsun, sen yine de dikkatli ol.

-Olurum.

Gülşah, kuzuların bulunduğu çevirmenin kapısını açtı. Koyunların bulunduğu çevirmeye sürdü. Koyun kuzu melemeleri ortalığı kapladı. Bazıları emmeye yanaştı ise de anaları emmelerine izin vermedi. Şimdi yaylıma götüreceği sayı daha da artmıştı. Köyün içine yukarı sürdü koyunlarını. Yiğit en önde gidiyordu. Onun başındaki zil daha büyük olduğu için kalın ses çıkarıyordu. Yol kenarında Çepni Mustafa’nın oğlu Fiskos Osman, Çopurların oğlu Cengiz, Ayı Kemalin oğlu Mustafa ile Garip Temelin oğlu Enver oturuyordu. Gülşah önlerinden geçerken oturdukları yerden ayağa kalktılar. Gülşah’ın gözlerinin içine bakıyorlardı. Böyle güzele kim bakmazdı ki?

-Ne o avara kasnaklar, benim yolumu mu gözlüyordunuz? Her gün her gün beklemekten yorulmadınız mı?

-Yorulmak mı, seni görmek için sabahlara kadar uyumuyorum dedi Çepni Mustafa’nın oğlu Fiskos Osman.

-Niye uykuların mı kaçıyor?

-Seni düşünmekten gözlerime uyku girmiyor.

-Benim de.

-Benim de.

-Benim de.

-Bakın ben size bir şey diyeyim mi, bir daha yoluma çıkarsanız, şu yanımda gördüğünüz en sadık dostum Bozok’u üstünüze salarım. Köyde başka kız mı yok? Gidin başınızın çaresine bakın. Benden size yar olmaz. Bir daha da yoluma çıkmayın. Haydi Bozok, koyunlar ilerledi.

Hızlı adımlarla koyunlarına yetişti. Ormana girmeye az kalmıştı ki, bu kez Çopurların diğer oğlu Süleyman, yoluna çıktı. Bozok dişlerini göstererek hırlamaya başladı.

-Dur Bozok.

-Senin için canımı veririm Gülşah.

-Ne yapayım senin canını, git işine bak. Bağında bahçende çalış. Az önce senin gibilerine de söyledim. Bir daha yoluma çıkarsan doğduğuna pişman ederim seni.

-Yapma Gülşah, seviyorum seni. Ne olur?

-Kes ulan sevmeyi. İşine git ve bir daha yoluma çıkma.

-Seni başkalarına yar etmem bilesin Gülşah.

-Ulan benim birilerine yar olacağımı sana kim söyledi?

-Gel he de Gülşah, dünür gönderip isteteyim seni. İnan ki elini sıcak sudan soğuk suya sokturmam.

-Bak hala konuşuyor.

Bozok, dişlerini gösterdi, gözlerini Süleyman’a dikti. Gülşah’tan gelecek emri bekler gibiydi. 

-Çekil yolumdan Süleyman.

-He demeden çekilmem Gülşah.

-Bela arama sabah sabah koyunlarım ilerledi, çekil geçeyim.

-He demeden çekilmeyeceğim.

-Öyle mi? Atıl Bozok.

Bozok öyle bir atıldı ki, Çopurların Süleyman neye uğradığını şaşırdı. Sırt üstü düştü. Bozok dişlerini göstererek hırlıyordu. 

-Ben sana dedim Süleyman. Bozok ikinci emrimi bekliyor, parçalasın mı üstünü başını?

-Ne yaparsa yapsın, ben sensiz yapamam, öldürsün beni.

-Seni öldürmeden beter edecek. Parçala Bozok.

Dişlerini Süleyman’ın koluna geçirdi. Acı ile kıvrandı. Gömleğin bir kolu gitmişti. Diğer koluna da aynısını yaptı. Bu kez sıra bacaklarına gelmişti. Kaba etine sipsivri dişlerini gömünce Süleyman avazı çıktığı kadar bağırmaya başladı. Bozok onu dinlemiyor. Pantolonunun her iki tarafını da paramparça etmişti. Süleyman’ın bağırtısını duyanlar koşarak geldiler. 

-Dur Bozok, dedi Gülşah, işte gördünüz benim yolumu kesenin hali budur. Bir daha benim yoluma kimse çıkmasın, dedi ve koyunlarının arkasından yürüdü Bozok ile.

Köylüler, üstü başı paramparça olmuş Süleyman’ı zorla ayağa kaldırdılar. Her tarafı kan ve yara içerisindeydi. Çepni Mustafa’nın oğlu Fiskos Osman uzun süre Gülşah’ın arkasından baktı. “Zorlu kız. Güçlü de. Ona çok sadık köpeği de var. Nasıl öğretmiş ona, söylediklerini nasıl anlıyor. Gülşah’ı alt etmek bir şey değil de şu köpeği olmasa. Gafil avlamak lazım ama nasıl?”

Bu güzergaha ikinci gidişiydi. On gün önce gitmişti bu güzergahtan. Otlar boy atmıştır dedi ve on gün önceki güzergahı takip ederek Çit Düzüne çıktığında öğle olmuştu. Ormanın kenarında bulunan ancak suyu azalan sulaktan koyunlarını içirdi. Koyunlar gölgeliğe çekilip oturunca o da çeşmenin kenarına oturdu. Taştan yapılmış sofraya çıkınındakiler çıkarıp yemeğe başladı. Bozok’a ayrı çantada yem almıştı. Önüne koydu. O da Bozok da iştahla yemeğe başladılar. Tüm koyunlar gölgelikte otururken “Yiğit” adını verdiği koçu ayakta geviş getiriyordu. Ara sıra başını sağa sola sallayınca boynuna asılan büyük zilin sesi orman içlerine doğru gidiyordu.

Xxx

Çitikebir köyünde Kamil, Celal, Hilmi ve Hüsnü’nün durumu konuşuluyordu. Bağında, bahçesinde, bostanında olanların tek bir konusu vardı onların düştüğü durumdu. Çoban Ali’nin dört kişiyi nasıl dövdüğüne bir türlü akıl sır erdiremiyorlardı. Gelinlik kızların Çoban Ali’ye karşı olan ilgileri daha da arttı. Nasıl oldu da dört kişiyi hallaç pamuğuna çevirmiş? Yakışıklılığı yanında güçlü kuvvetli oluşu hepsinde merak konusuydu.

Akşama köy muhtarı İhsan’ın imecesi vardı. Ekin hasat zamanı köylü kadınlar her akşam bir komşusun arpa ya da mercimek tarlalarını biçmeye gidiyorlardı. İş nedeniyle ayrı kalan kadınlar imece vesilesiyle bir araya geliyorlardı. İki genç ellerinde lüks lambaları tutarak kadınların orakla rahat çalışmalarını sağlıyordu. Dur durak bilmeden orak sallıyorlardı. Çevreyi orak sesleri ve lüks lambalarından çıkan sesler kaplıyordu. Ama bu gece bir başka geceydi. Kadınlar, kızlar hem biçiyor hem de Çoban Ali’yi konuşuyorlardı.

-Hüsnü, Hilmi ve Celal ne ise de Kamil neden karıştı bu işe?

-Kamil’i de diğerleri yoldan çıkarmış.

-Çok dayak yemişler. Ömer görmüş onları. Üstleri başları paramparça olmuştu.

-Ne pantolon ne de gömlek kalmış üstlerinde.

-Aslan kuvveti varmış Ali’de.

-Yakalarından tutmuş bir eliyle, ikisi bir kolunda ikisi diğer kolunda öyle bir savurmuş ki, kilisenin sur duvarlarına çarpıp yere yuvarlanmışlar. Çürük olan duvar yıkıldı.

-Sade onunla kalmadı. Yanlarına gelmiş. Ayrı ayrı yakalarından tutup öyle bir dövdü ki. Nerede ise bütün kemikleri kırılmış bir duruma geldiler. 

-Kürdalinin Sabri görmüş. Bahçenin kenarına iki sırık için ormana gitmiş. Sırıklarla dönerken, sürüyü Meryemana Kilisesindeki çevirmede dinletiyormuş. Kamil, Celal, Hilmi ve Hüsnü’yü fark eder etmez olduğu yere sinerek gözlemeye başlamış. Çoban Ali, sürü dinlenirken o da öğlen yemeğini yiyormuş. Sürüde tek Akkoç adını verdiği o koç ayaktaymış. Köpeklerinin yemini de vermiş onlar da yiyorlardı, dedi muhtarın karısı ve Kürdalinin Sabri’nin anlattıklarını anlattı.

-Çok dayak yemişler.

-Çok.

-İnsan yüzüne çıkamıyorlar, kapanmışlar evlere daha dışarı çıkamıyorlar utançlarından.

-Ne demişler, “Bükemediğin bileği öpeceksin.”

-Onlarda daha ne bilek kaldı ne de yürek.

-Kız Cevriye, Celal seni istemiyor muydu?

-He… İt görsün yüzünü.

-Gördü gördü, Çoban Ali’nin köpeği gördü yüzünü. Kıçındaki pantolonunu bile paramparça etti de biri görmesin diye karanlık çöktükten sonra girdiler köye.

-Girdiler de ne oldu Fiskoscu Ömer’e yakalandılar. 

-İki ayı çıktı karşımıza demişler değirmende.

Konuşmalar uzadıkça uzuyordu. Hem konuşuyor hem de biçiyorlardı. Arpa tarlasının bitmesine az kalmıştı. Tarla bittikten sonra leğen içerisinde suya konulan karpuzlar kesilecek ve afiyetle yenilecekti.

Xxx

Çoban Ali, babası Topal Ömer ile çardakta oturuyorlardı. Hafta sonu olduğu için köye gelmişti Topal Ömer. Olanları o da duymuştu. Canı sıkkındı. Karısı Kezban:

-Ali çay dem almıştır. Kalk sen doldur da getir, ben bugün çok yoruldum, belim ağrıyor.

-Olur ana, sen otur.

Ali, içeri girince Topal Ömer, hemen söze girdi:

-Yok mu bunun bu köyden istediği bir kız hanım?

-Yoktur bey, olsa mutlaka haberim olurdu.

-Yaşı ilerliyor, baş göz etmemiz lazım.

-Zorla olmaz bey, birine talip olacak ki biz de gidip isteyelim.

Ali, kapıda görününce sustular. Önce babasının daha sonra da anasının önüne çayı koydu. Kendisi de ağaçtan iskemleye oturdu.

-Çok zamandır soramadım Ali, nasıl gidiyor çobanlık.

-Güzel, herhangi bir sorun yok.

-Bugüne kadar hiç zayiat vermemişsin. 

-Öyle baba. Alaca ve Karaca olduktan sonra ne yalan söyleyeyim sürüye sinek bile yanaşamıyor.

-Şu senin Akkoç dediğin koçu geçenlerde otlatırken Adisa’dan Balcı Mustafa görmüş. Sormuş soruşturmuş bizim olduğunu öğrenince kasabada yanıma gelerek satın almak istedi. Ben de koçu satıp satmamak benim elimde değil. Ali bilir dedim.

-Yok baba satmam. O aynı zamanda Karaca ve Alaca ile birlikte sürüyü koruyor.

-Dedim ya oğul sen bilirsin. Ben de zaten satma taraftarı değilim.

Ali, biten çayları doldurmak için bardakları alarak eve girince:

-Sorsam mı ona birisi var mı aklında diye hanım?

-Olmaz…Sana ne dedim, olsaydı ben anlardım. Yok kimse.

-İyi öyleyse.

Ay, olanca parlaklığı ile geceyi aydınlatıyordu. Lambayı yakmadılar. Işığa ince sinekler çok geliyordu. Hem de çok fena ısırıyor, insan kaşımadan duramıyordu. Üstelik de çok tatlı kaşındırıyordu. 

-Hep aklım köyde hanım.

-Niye ki?

-Tek odalı ahşap bir evde yalnız kalmak kolay mı? Sabah kalk kahvaltını hazırla. Yedikten sonra öyle bırak da git. Öğlende geldiğinde ne yiyeceğim diye düşün de dur. Çekilmez bir hayat. Ali’yi evlendirsek, seni yanıma alırdım. Sen de rahat ederdin ben de. Değil mi Ali?

Topal Ömer, sözü evirdi çevirdi Ali’nin üzerine getirdi.

-Yok mudur Ali?

-Ne baba?

-Hiç.

Topal Ömer, anlamıştı. Kezban hatun doğru söylüyordu. İstediği biri yoktu. Hele dur şu kavgayı da sorayım.

-Onlar mı sana bulaştı, sen mi onlara?

-Benim oğlum kimseye bulaşmaz bey.

-Biliyorum hanım.

-Onlar bulaştı baba.

-İyi baş ettin onlarla. Güzelce hırpaladın.

-Ben bir şey yapmadım. Alaca, Karaca ve Akkoç yaptı.

-Nasıl yani?

-Onlar öyle baba, benim yanıma kötü niyetli insanları yanaştırmıyorlar.

-İyi bak onlara.

-Bakıyorum baba.

(Devamı var)

YORUM EKLE