HAYAT, ŞU ÜÇ ŞEYLE GÜZELLEŞİR!

Eskişehir’de kadim dostlardan Alaattin Çoban Beyle ne zaman karşılaşsak hep o üç kelimeyi duyarım.

Şöyle ki…

Hoş beşten sonra nasılsınız? Diye sorduğumuzda yüzüne yayılan tebessümle iki elini yana açarak dudaklarından o üç kelime dökülür.

“Sabır,Şükür,Dua”

Düşününce anlamlarının ne kadar derin olduğunu anlıyor insan.

Hele de bu zamanda!

Pandemi, deprem, hastalık, hayat şartlarının zorluklarıyla mücadele edildiği bir dönemde!

“Arkası gelmez dertlerimin…” diye başlayan şarkı sözleri sanki bugünler için yazılmış. Ancak her karanlık gecenin aydınlık bir sabahı vardır!

Neyse…

Bu hafta güncel hadiselerden uzak, manevi dünyamızı ilgilendiren bir konuda yazmak geldi içimden!

Bu üç kelime tüm zorluklara rağmen içselleştirildiğinde “hayatımızı güzelleştirir” diyor işin uzmanları.

Katılmamak elde değil.

Yalnız sabır ve şükür tavsiyesinde bulunan kişilerin lüks Mercedeslere binip saray gibi evlerde oturarak, emekli Ahmet amcanın Ayşe teyzenin maaşının belki on kat fazlasını alarak bu tavsiyelerde bulunmasını ayrı tutuyoruz.

***

Yine bir arkadaşımız geçtiğimiz cuma mesajında bu konuyla alakalı aşağıdaki kısa ve özlü sözleri gönderdi.

“Sabır” yol aldırır.

“Şükür” nimeti arttırır.

“Dua” kaderi güzelleştirir.

Anlamları ve kudreti çok şeyler anlatan bu üç kelime insanoğlunu; mutluluğa, rahata, huzura kavuşturduğu gibi, birçok problemi de ortadan kaldıran anahtarlar olarak belirtebiliriz.

Daha entelektüel bakış açısıyla “yaşam mottosu” olabilecek düzeyde diyebiliriz.

Sizce de öyle değil mi?

Hayatın olağan ve bazende olağanüstü akışında nelerle karşılaşmıyoruz ki!

Neticede hepimiz bir imtihandan geçiriliyoruz dünya hayatında. Bazen yoklukla, bazen varlıkla, bazen akrabayla, bazen arkadaşlar, komşuyla sınanıyoruz.

Bugün varlık içinde yaşayanların yarın sıkıntı içine düşmeyeceğinin garantisi yok.

Terside olabilir.

İşte canımızı yakan 6 Şubat Depremi!

Ne göz yaşartıcı hikâyeler okuduk depremzede kardeşlerimize ait.

Bir depremzedenin şu sözleri hiç unutulmuyor “Kirayı arttırmamı, ya da evi boşaltmamı isteyen ev sahibimle, depremin yaşandığı ilk gün sokakta, yakılan ateşin başında yan-yana ısınmağa çalışıyorduk. Onun, bütün apartmanı gitmişti. Benim apartmanı içinde kiracı olarak kaldığım daire.”

Apartman sahibi ile kiracı, yaşanan deprem sonrası dakikalar içinde eşitlenmişti. Birinin 24 dairesi yerle bir olmuş, diğerinin apartman dairesindeki eşyaları…

Apartman sahibi, zengin yatmış, fakir olarak kalkmıştı. Günün sonunda haline sabretmekten başka elinden bir şey gelmedi.

Ya şükür…

En çok teşekkür kime yapılır? Elbette en çok iyilik yapana. Bize en çok iyiliği yapan elbette kâinatın sahibi Yüce Allah’tır.

Bunca yanlışlarımıza rağmen halimize bin şükür!

Annemiz, babamız, eşimiz, çocuklarımız, dostlarımız gibi bize ikram edeni severiz. Kimden iyilik görürsek ona teşekkür eder, onu anar, ona muhabbet besleriz.

Bize en çok iyilik ve ikram edenin yüce Mevla olduğunu da unutmamalı O’na şükretmeliyiz.

En etkili örneğimiz olan Hz. Peygamber’in hayatında şükür ahlâkının en güzel şekilde somutlaştığını gösteren pek çok örnek bulmak mümkün.

Hz. Peygamber, sevindirici bir durumla karşılaştığında Allah Teâlâ’ya şükür için secdeye kapanırdı. Hz. Aişe, Peygamberimizin zaman zaman geceleri kalkıp ayakları şişinceye kadar namaz kıldığını, kendisine Allah bütün günahlarını bağışladığı halde neden ibadet için bu kadar yorulduğunu sorunca “Şükreden bir kul olmayayım mı?” şeklinde verdiği o tarihi cevap aklımızda.

Hayatın her safhasına şükür…

Günümüzde hızlıca zengin olma, asla elindeki ile yetinmeme, kısa yoldan köşeyi dönme anlayışı rağbet görüyor.

Modern çağda nimetin kadrini bilenler azalıyor, bilmeyenler çoğalıyor. Fakir fukarayı düşünmeyen Müslümanları görmek, İslâm ahlâkından ne kadar uzaklaşıldığını anlamak için çevremize şöyle bir göz atmak yeterli. Çünkü şükürsüzlük insanları bencilleştirdi.

Şükredenler cömert, mütevazı, affedici, yapıcı, olgun, olumlu, iyimser ve kolay çözüm yolu bulan pozitif insanlar olarak öne çıkıyorlar.

Son olarak “Dua”!

Dinî bir terim olarak insanın bütün benliğiyle kâinatın sahibi Allah’a yönelerek maddî ve manevî isteklerini O’na arz etmesidir.

Temeli, insanın Allah’a hâlini arz etmesi ve O’na niyazda bulunması olduğuna göre dua, Allah ile kulu arasında kuvvetli bir bağdır.

Dua kulluğun simgesi ve başlı başına bir ibadet olduğuna göre sadece bize has bir durum değildir.

Bu yönüyle kâinattaki bütün mahlûkat onunla ilgilidir. Toprağın bağrına atılan bir tohum, çatlamak, başını topraktan çıkarmak ve güneşe doğru filizlenmek için dua eder. Ama biz onun dilini anlamayız. Yumurtaları üzerinde yatan kuş, yavruları için dua eder. Ama kendi lisanında.

Ağaçlar, mevsimi geldiğinde meyve vermek için dua ederler. Ama insan bunun farkında değil.

Netice de…Hayatımızda şükür imtihanı da var, sabır imtihanı da. Allah bazen darlık verir, sabır ister. Bazen bolluk verir, şükür ister. Dua ister.

Gönül dünyamızda üçü bir araya geldiğinde hayat güzelleşir.

YORUM EKLE