KİRPİK YERE DÜŞMEDİ

Başlarda normaldi her şey. Belki de duymaya en alışkın olduğumuz olaylardan biriydi. Yine bir üçüncü sayfa haberiydi. Ama ardından gelen bir savunma ve bir tişört ‘artık yeter’ dedi. Bardağı taşıran son damlanın, isyanın, kadın dayanışmasının adı oldu Çilem Doğan.

Tam malum son gelirken, yine bir kadın cinayeti haberi duymaya hazırlanırken bir şeyler ters gitti. Hesapta olmayan bir el, hesapta olmayan bir şekilde, hesapta olmayan bir yere kaydı, hesapta olmayan bir silahı buldu. Ve bu defa ölen, hesapta olmayan biri oldu. Bir kadın kocasını öldürdü, üstelik kocasının kendisini öldüreceği silahla. Öldürdükten sonra da gidip teslim oldu. Kanunlara göre katil oldu, suçluydu. 18 yıl hapsi isteniyordu. Ama bu defa hesapta olmayan bir şey daha vardı. Bu defa dava, kendi gibi namus ve yaşam mücadelesi veren, analık, kadınlık mücadelesi veren, ezilen, şiddet gören onlarca kadının sesi oldu. Cinayet davasından çıkıp, bir kadının kirpiğini yere düşürmemenin davasına dönüştü. Bütün kadınlar ayaklandı, kampanyalar başlatıldı, unutulmadı, üstü kapatılmadı, görmezden gelinmedi. Sonunda da adalet tecelli etti. Çilem Doğan kefaletle serbest bırakıldı. Geriye ise yıllarca akıllardan çıkmayacak o savunması kaldı:

‘Olay şöyle oldu hâkim bey, ben anlatayım en baştan;



Ne iş yaptığını bilemiyordum, dükkânı vardı esnaf sanıyordum. Milleti haraca bağladığından, tefecilikten kazandığı ile benim çorba kaynattığımdan haberim yoktu. Her öğrendiğim yeni bir iz oldu bedenimde. Allar mora, morlar yeşile dönüştü. Ben zaten elimden geleni yaptım. Mahkemede ben değil, o sanık olsun istedim.

Her bir fiskeden sonra karakolda aldım soluğu. İnsanım sandım devlet nezdinde. Devletin verdiği nikâh cüzdanı benim yaralarımdan daha geçer akçe çıktı. Her seferinde benzer tavsiyeler ile yollandım karakoldan. Azıcık sabırlı olacaktım, yuva kolay kurulmuyordu, biraz suyuna gideydim, erkeklik onurunu rahat bırakaydım. Aile içinde olan biraz da aile içinde kalsındı. Canım çok yanıyordu ama hâkim bey. Onun erkeklik onurunun limiti yoktu. Fasulye kılçıklıysa onuruna mı dokunuyordu? Çocuk yaramazlık yaparsa gururu mu zedeleniyordu? Halı bizim namusumuz muydu da leke olunca beynimde patlıyordu? Ellerime bakın hâkim bey, çamaşır suyu ile çatlamıştır, bir de ciğerimi görebilsek keşke, kederden ve soluduğum deterjanlardan çoktan solmuştur. Dedim ki kendime, benim canım değilse de, kendi parası, yasası bu devletin önemlidir. Bu adam yasaları çiğniyor, bari gideyim onu ihbar edeyim. Dövmekten yargılanmazsa, eve giren kanlı paradan yatsın bari. En azından soluk alırdık birkaç yıl kızımla ben. Benim ihbarlar kâfi gelmedi. Savcıya söyler sandığım polis gitti durumu koca dediğim adama anlattı.

Yolun başında göründüğünde anladım. Malum olmuştu zaten, kalbim ağzımda atıyordu gün boyu. Analık refleksi de istersen hâkim bey, ilk iş kızıma sarılıp kokladım.

İnsan öleceğini anlıyor biliyor musun?

Kırar gibi çaldı kapıyı. İlk 10-15 dayaktan sonra, insan korkmaz oluyor kaba dayaktan. Canının ne kadar yanacağını biliyorsun. Acı eşiğin de yükseliyor. Yine de her seferinde yüreğin ağzına geliyor, için kanıyor gibi hissediyorsun. İçin kanarsa ölürsün. Biz filmlerden, biz ölenlerden öyle gördük. Dayaktan değil de ölmekten korkar oluyor insan. Öyle bir ölüm korkusu vardı yine içime. Ama ilk kez o gece, çocukken anamın yaptığı keşkeğin tadı geldi ağzıma. Bir de çocukluğumdan kısacık bir piknik anısı, ayaklarımı dereye sokmuş oynarken annemin elime tutuşturduğu ekmek arası köfte, bir de kızım doğduğu gece kucağımda bir bebek kokusu ile daldığım yorgun ama mutlu ilk uyku. İnsanın hayatı bir film şeridi gibi geçiyorsa ölmeden önce gözlerinin önünden; işte benim mutlu sahnelerim de bu kadarcıkmış demek ki.

Çocuğu odaya götür dedi bana.

Ahlakı da bu kadar işte, anasız kalsın çocuk, ama anasını da ölü gözleri tavana bakarken hatırlamasın istedi herhal. Aklımdan o kadar çok şey o kadar kısa sürede geçti ki hâkim bey, ben inanın sandığınızdan daha akıllıyım sanırım. Uzattım biraz kızımı odaya götürüp yatırma faslını. Hatta sonra bir de “dur çamaşırları asayım” dedim. Ama bu kadardı yeminle hâkim bey. Tüm planım azıcık daha hayatta kalabilmekti. Bir kaç dakika daha. Yüzümde patlayan kabza planda yoktu, yatağa savrulmayı planlamadım, elim yeminle kazara girdi yastığın altına. O yastığın altına daha o sabah silah sakladığını bile bilemezdim. Gözlerini görseniz, kafasından çok daha öndeydi, tükürükleri yüzümde patlıyordu. Yumruğu öyle hızlı iniyordu ki aralarda nefes bile alamıyordum.

Seyit Çavuş’u hatırlayın hâkim bey, bize ortaokulda anlattılardı. 200 kiloluk mermiyi kucaklayıveren Seyit Çavuş. Savaş gibi bir şeydi, memleket değil, ben elden gidiyordum. Elim metale değdi. 200 kiloluk mermiyi kavrar gibi, parmaklarım yerini buluverdi. Yoksa hâkim bey yeminle, sahil kenarında balon bile vurmuş değildim. Sıktım mı hatırlamıyorum, kaç kere sıktım hatırlamıyorum. Üzerime düştü bir onu biliyorum, bir de ağırlığından kurtulmaya çalıştığımı. Üzerimde hep bir ağırlıktı zaten ama böylesini ilk yaşadım. Nasıl kalktım bilmiyorum, kızımı nasıl aldım kucakladım, ayağımda terlik var mıydı, üstüm kan mıydı vallaha hatırlamıyorum.
 
Öldüğünü duyunca kendim geldim söyledim hâkim bey. Sanırım ben yaptım dedim. Nasıl oldu anlamadım ama sanırım ben yaptım. Erkekler takım elbise giyip önüne bakınca cezası iniyor, benim takımım, kravatım yok. Annem apar topar bu tişörtü bulabilmiş. Bir de ne yalan söyleyeyim hayatta kalmış olmanın saklayamadığım bir sevinci var içimde. O ölmese ben ölecektim. O size, beni pazarlamaya karar verdiğini söylemeyecekti, başka adamların koynuna beni sokma planlarını anlatmayacaktı, benim patlıcan fazla pişti diye, perdeler azıcık kirlendi diye, masada kırıntı kaldı diye yediğim dayakları söylemeyecekti, kaç kere hastanelik olduğumdan bahsetmeyecekti. Çay bahçesinde çekilmiş bir fotoğrafım var. Biraz yan gülmüşüm. Belki de o fotoğrafı gösterip namussuz karılar gibi çıkmış filan diyecekti. Karısını başka adamlara satan o değilmiş gibi namusumu temizledim diyecekti. Siz onu 3-5 yılla yargılayıp, namusu kirlendi diye mazur görüp, yandan gülüşümü tahrik sayıp bir de üzülecektiniz adama.
 
Oysa namus benimdir hâkim bey, bir kâğıda imza attık diye kimselere bırakmam. Sonuna kadar idare edebilmiş olmam, elaleme değil de başıma gelenleri hep karakollara anlatmış olmam, kızıma hiç fark ettirmemiş olmam namusumdur. O utanmamış yaptıklarından, benim utanacak bir şeyim yoktur. İçimdeki hayatta kalma mutluluğunu atamıyorum hâkim bey.
Ağlayamamam bundandır. Ne yalan söyleyeyim aynı acının çemberinden geçmiş, sağ kalabilmiş kadınlarla aynı koğuşta, bir ömür kazasız belasız da yaşarım ben ama benim bir kızım, bir de memleketin aç kaldığı bir adalet var.
 
Gel sen, ölmedim diye beni cezalandırma, benim bir derdim; kızımın bari mutlu olmasıdır.

Yanında ben olayım. Can alan bir katil değil, can derdinde bir kadın de bana. Kurşunla yatıp kurşunla kalkan, yastığın altında silahla yatan adamlar hiç eceliyle ölmüş mü?

Hem sevebilseydi o da ölmezdi dimi ama?

Öldüyse hepsi benim suçum mu?’
YORUM EKLE