Küresel Kazanda Kaynayan İslam

Kapitalist sistem, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin 1991’de dağılmasıyla dünyada tek güç olmaya başladı. 1991-2001 arasında kendisini derin bir boşlukta hisseden kapitalist sistem islamın yükselen değer olacağını öngörerek kendisine düşman olarak islamı seçti. 2001-2014 arasındaki olaylara bakıldığında görülecektirdir ki hedef tahtasında hep islam vardı. Ve bunun ne kadar daha süreceğini kestirmek de bu ortamda kolay değildir.

2001’de ABD’de ikiz kulelerin yıkılmasıyla hortlatılan haçlı zihniyeti islama ve islami değerlere savaş açmış ve kendi konumunu bu yeni düşman algısı üzerine oturtmuştur. O dönemin ABD Başkanı Bush basın ve yayın organlarında bu durumu açıkça söylemiştir. Bush şu an başkan olmasa da yaşanılanlardan evangelist düşüncenin hâlâ ABD derin devletinde var olduğunu görebiliriz. Obama’nın demokrat söylemleri de gerçeğin yüzünü örtmeye yetmemektedir.
Yıllardır yayılmacı politikalar güden sosyalist bloku engellemek için çevreleme politikası gereği islam ülkeleriyle hareket eden batı dünyası 2001 sonrasında islam ülkelerini hedef seçerek en acımasız politikalarını buralarda uygulamaya koymuştur. Afganistan’da Taliban’ı icat eden de, Taliban’a savaş açan da kendisi. Bugün Afganistan acının ve gözyaşının eksik olmadığı bir yer.

Afganistan’la yetinmeyen batı sözde Irak’ta kimyasal silah bulunduğu teziyle bir zamanlar İran’a karşı desteklediği Saddam’ı devirmesi hiç de zor olmadı. İstihbarat servislerinin, terör örgütlerinin deneme alanına çevrilen Irak’ta her gün bombalar patlamakta, kadınlar tecavüze uğramakta, can ve mal güvenliği bulunmamaktadır. Ve son zamanlarda Işid adlı örgüt camileri bombalamakta, Telafer’de, Kerkük’te Türkmenleri yerlerinden etmektedir. En acısı da kandan beslenen bu örgütün bu zalimliği islam adına yaptığını iddia etmesidir. “Bir insanı öldürmenin tüm insanlığı öldürmek” olduğunu öğreten yüce dinimiz bu tarz ahlaksızlıklara prim vermemektedir.

Hafız Esed döneminde PKK’yı besleyen Suriye, Beşşar Esed döneminde kadın, yaşlı, çoluk-çocuk demeden kendi halkına bomba yağdırarak halkın nefretini kazanmıştır. Ve bu nefret Suriye’yi bir kılıç gibi ikiye bölmüştür. Suriye halkının akıbetinin ne olacağı da muammadır. Bir tarafta Esad diğer tarafta Özgür Suriye Ordusu. Ölen de  müslüman, öldüren de. Libya’ya anında müdahale eden Batı,  petrol kaynaklarının olmamasından dolayı bu ülkedeki insanların birbirlerini öldürmelerine seyirci kalmaktadırlar.

İngiliz Yahudi Theodor Herzl Osmanlı Padişahı II.  Abdulhamit’e "Yahudilerin vadedilmiş topraklarda "yurt" kurmasına izin verildiği takdirde Avrupa'daki Yahudi bankerlerin Osmanlı'nın tüm dış borçlarını ödeyeceğini’ bildirmiş ancak bu taahhüdü Abdülhamid "Ben bir karış dahi olsa toprak satmam, zira bu vatan bana değil, milletime aittir. Milletim bu vatanı kanlarıyla mahsuldar kılmışlardır." cevabı ile reddetmiştir. O gün istediğini elde edemeyen İngilizler Osmanlı’nın yıkılışı sonrasında Araplardan bu toprakları alarak İsrail Devleti’ni kurmuşlardır. Bu kutsal topraklarda İsrail kurulduğu günden beri kan ve gözyaşı eksik olmamıştır. İsrail’in 1948’te kurulduğu yıllardaki harita ile 2014’teki harita kıyas yapıldığında görülecektirdir ki topraklar el değiştirmiştir. Filistin, deniz bağlantısı olmayan ve duvarlarla örülü açık bir cezaevine dönüştürülmüştür. Filistin yok olmadan İsrail cinayetlerine son vermeyecektir. Museviliğe göre Yehova tarafından Fırat Nehri'nden Nil Nehri'ne kadar olan geniş bölge İsrailoğulları'na vadedilmiştir.  Böyle bir inanca sahip olan Yahudiler kadın, yaşlı, çoluk-çocuk demeden insanları öldürmekte ve bu durumdan zevk almaktadır. Ve batı dünyası koro hâlinde İsrail’in yanında yer aldığını söylemektedirler. Demek ki batı medeniyeti diye allayıp pullayıp islam coğrafyasına pazarladıkları kan ve gözyaşıymış. Batı zenginliğini dünyanın kaynaklarını güç yoluyla sömürerek elde etmektedir. Yani kapitalizm sömürgeciliğin cilalanmış halidir. Batı ortaçağda neyse, bugün de aynı. İsbatı bugün İsrail’in yaptığı soykırıma destek vermeleridir.

Bugün sorunlar sadece ortadoğuyla sınırlı değildir. Tüm islam coğrafyası küresel kazanda kaynamaktadır. Türkistan coğrafyası batı ve doğu diye ikiye ayrılmaktadır. Batı Türkistan’da Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan gibi devletler 1991’de Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin dağılmasından beri ciddi bir problem yaşamamaktadırlar. Ancak 1949 yılından bu yana Çin Halk Cumhuriyeti'nin siyasi ve iktisadi kontrolü altında bulunan Doğu Türkistan Çin’in zulmü altında inim inim inlemektedir. Ve bu insanlar sadece müslüman oldukları için bu zulme maruz kalmaktadırlar.

Osmanlı’nın 1774’te Kırım’ı kaybetmesiyle başlayan süreç Kırım Türkleri için zulmün başlangıcı olmuştur. 1944 yılında Sovyet hükümeti tarafından 193.865 Kırım Tatarı sürgün edildi. Sürgüne gönderilen Türkler her türlü baskı ve zulümle karşılaşmışlardır. Ukrayna’daki karışıklıktan yararlanan Rusya 2014 yılında Kırımı işgal etmiş ve bu bölgede sıkıntı giderek artmıştır. En fazla zararı da yeterli desteği alamadıkları için Kırım Türkleri görmektedirler. 1770 ve 1821’de Mora’da, 1995’te Srebrenitsa’da soykırıma uğraya yine müslümanlar oldu.

Bugün dünyada nerede bir savaş, nerede bir soykırım, nerede bir mezalim varsa orası islam coğrafyasıdır. Müslümanların yaşadığı bölgelerdir. Bu yaşanan zulüm ve ıstıraplar neden hep islam coğrafyasındadır? Neden hıristiyan, musevi, budist ya da başka bir dinin egemen olduğu bölgelerde bu sıkıntılar yoktur. Özeleştiri yapmanın zamanı daha gelmedi mi? Batıyı ya da diğerlerini suçlamak bize ne kazandıracaktır. İsrail’i, Çin’i, ABD’yi, Rusya’yı kınamak bize bir şey kazandırmaz.

Öncelikle yapılması gereken BM daimi beş üyenin yanına Türkiye’nin eklenerek daimi üye sayısının altıya çıkarılmasıdır. Çünkü BM bu beş üyenin ( ABD, İngiltere, Fransa, Çin, Rusya) tahakkümü altındadır. İnsan hakları bölgeden bölgeye, dinden dine, insandan insana değişmemesi gereken evrensel bir kural ise bütün insanlığa eşit davranılması gerekir.

İslam coğrafyasındaki tüm devlet yönetimleri -babadan oğula geçen yönetimler- değişmesi ve milletlerin iradesinin yönetime yansıması önem taşımaktadır. Tek kişinin yönetiminin her zaman sıkıntı doğuracağını biliyoruz. Örneğin Sisi Filistin’in yaptığı tünelleri Mısır Cumhurbaşkanlığına gelir gelmez kapattı. Küresel aktörler kukla yönetimleri işbaşına getirerek bu ülkeleri daha kolay dizayn etmektedirler.

İslam coğrafyasında örgütlenmeden tutun da tüm organizasyonlarda sorunlar vardır. İslam İşbirliği Teşkilatı ya da Arap Birliği benzeri örgütlerin batı karşısında hiçbir işlevinin olmadığı görüyoruz. 15 Ekim 1973 tarihinde Petrol İhraç Eden Arap Ülkeleri Birliğinin OAPEC (OAPEC, OPEC üyesi Arap ülkeleriyle Mısır ve Suriye’den oluşur) Yom Kippur Savaşında ABD’nin İsrail Ordusuna destek vermesine karşılık petrol ambargosunu ilan etmişlerdir. 1973 yılında petrol fiyatlarındaki şaşkınlık verici artış ve 1973-4 dönemindeki borsanın çöküşüyle küresel bir ekonomik kriz yaşandı. Bugün İsrail’in yaptıkları karşısında süt dökmüş kediye dönen Arap Devletleri etkisiz eleman olmaktan başka bir işe yaramıyorlar.

İslamofobi, islam karşıtlığı, islam ve terör gibi söylemleri tersine çevirecek olan müslüman ülkelerdir. Önce kendi içinde güçlü yapılar, güçlü toplumlar inşa edilerek küresel aktör olunabilir. Silah tacirlerine, para bankerlerine kısaca yeni dünya düzencilerine geçit vermeyerek kendi geleceklerini garanti altına alabilirler. Güce, paraya tapanlar daha fazla demokrasi, daha fazla insan hakları söylemleriyle insanlığı kandırmaktadırlar.

İslam savaş ve cehaletle anılmamalıdır. İslam, sevginin ve hoşgörünün, insanı yücelten düşüncenin, hale hale yeryüzüne yayılan ilmin, kültürlü yaşamanın, iyinin, güzelin ve doğrunun adıdır. Kötünün, çirkinin ve yanlışın değil.
Dünya nüfusunun %5’i %95’inin zenginliklerini sömürerek zenginliklerine zenginlik katmaktadırlar. Peki bu %95 neden bu kadar pasif ve edilgen durumdadır. Size dayatılana boyun mu eğeceksiniz. Yoksa prangaları kırıp özgürlüklere yelken mi açacaksınız. İslam coğrafyası prangayı kırarak ve kendi kaderini tayin edecek bir yapıya kavuşabilecek mi?

Tarih islamın yükselişine sahne olacağını gösteriyor. Bu yaşanılan mezalimlerden ders alarak özümüze dönebiliriz. Umutsuz değiliz ancak bir şeyler yapmanın zamanı geldi de geçiyor bile...
YORUM EKLE