Koca Zülfiye Nene, köylü kadınlarla, Cemal öğretmenin okuma yazma kursu verdiği Çemiş Hasan’ın oda büyüklüğündeki salonunda oturuyordu. Kalkan töreye tepki göstermeleri durmuyordu.
-Ben gösteririm o Sümüklü Salih’e, bakayım bana sormadan töreye nasıl “kalksın” der.
-Ya bizimki, hazırcı, lop lopçu, o da evet demiş.
-Bu töre kalkmaz, ben kızımı köyün dışına vermem, dedi Gogoçların Salih’in anası.
-Ben de vermem kardeş.
Koca Zülfiye Nene, bir süre kadınları dinledi. Kendine verilen sandalyede oturuyor, önündeki bastonunu iki eliyle tutuyordu.
-Kızlar!... Bu köye başka köyden gelin gelen var mı?
-Çoook.
-Neden başka köyden buraya geldiniz, kendi köyünüzde evlenecek birini sevemediniz ya da bulamadınız mı?
-Vardı ama Koca Zülfiye Nenem, gönül buradaki gence düştü, diye cevap verdi Sağır Mevlit’in karısı.
-Ya gördün mü, demek ki, gönül kime düşerse onunla evlenip mutlu olabiliyor insan, değil mi?
-Öyle.
-Öyle.
-Ya sen Cevriye kadın, sana bu köyde Haravalı derler değil mi?
-Evet Nenem.
-Neden Haravalı derler?
-Harava köyünden buraya gelin geldim.
-Sen köyünde evlenecek birini bulamadın mı?
-Yok Nenem.
-Bir de şu Çolak Mustafa’nın karısına soralım, sen hangi köyden geldin.
-Mavrangel’den Nenem.
-Mavrangel nere Çamur köyü nere?
-Öyle.
-Sen de mi köyünde bulamadın birini?
-Vardı ama Nenem, gönlüm düşmedi.
Koca Zülfiye Nene, kırk kadar kadına teker teker baktı. Hepsinin de öfkeli olduğunu gördü. Ne söyleyip de ikna etmeli bunları?
-Çamur Dağı’ndan töre gereği toprak taşımak için kaç genç hayatından oldu?
-Çok oldu Nenem.
-Yazık değil miydi o gencecik fidanlara? Ne günahları vardı? Suçları Çamur köyünden kız sevmek oldu. O kızı da almak için ya üç yıl üç ay üç gün bekleyecek ya da bir gün içerisinde Çamur Dağından on torba dolusu toprak taşıyacak.
-Töre yeni değil nenem, büyüklerimizden öyle gördük.
-Büyükleriniz hata yaptıysa siz de mi hata yapacaksınız? Çolak Mustafa’nın karısı Fidan, söyle bakalım senin kızın var değil mi?
-Var Nenem, ellerinden öper.
-El öpenleri çok olsun… Şimdi senin kızın Bandırlak köyünden bir genci sevse, siz de sevdiği gence vermeyip de köy içindeki birine verip de mutsuz olduğunu gördüğünüzde yüreğiniz ezim ezim ezilmez mi?
-Ezilir Nenem.
-Bandırlak köyünde sevdiği gence verip de mutlu olduğunu gördüğünüz de siz de mutlu olmaz mısınız?
-Oluruz Nenem.
-O zaman, erkeklerin aldığı karara karşı çıkmayacak, iyi ki bu töre kalktı diyeceksiniz. Gördünüz mü Cemal öğretmenin halini. O da nerede ise öncekiler gibi hayatından olacaktı. Zeynep, bir başkasıyla evlendirilse mutlu mu olacaktı?
-Yok Nenem.
-O zaman kocalarınızın aldığı karara karşı çıkmayın, tamam mı?
Kimseden ses çıkmayınca bu kez bastonunu yere hızla birkaç kez vurarak:
-Duymadınız mı? Tamam mı?
Hepsi bir ağızdan:
-Tamam Nenem! Dediler.
-Hah işte böyle. Birlik olun, birbirinize yardımcı olun. Şimdi de biriniz beni Koca Çavuş Dede’ye götürsün.
Xxx
Muhtar İsmail, ihtiyar heyeti, Çemiş Hasan ve Çamur Abbas bir masanın çevresinde baş başa verdiler. Bekçi Osman ise ayakta muhtarın arkasında dikleniyordu. Konu törenin kalkmasıydı. Hepsi mutluydu, başka köyden kız alıp başka köye kız vermeme töresinin kalkması köylüyü rahatlamıştı.
-Çamur Abbas, bende iki koç kaldı onları kesemem, sende kaç tane var?
-Ne o koç mu alacaksın muhtar?
-Sana koç alacağımı söylemedim, kaç koçun var dedim.
-Sekiz tane koçum var.
-İyi, sende kaç koç var Çemiş Hasan?
-Yedi muhtar.
-Tamam, şimdi her ikiniz de birer koçu kesiyorsunuz ve kavurma yapıyorsunuz.
-Hayırdır muhtar, neden koçları kesip kavurma yapalım ki?
-Ben de iki kazan bulgur pilavı yapacağım.
-Muhtar, düğün yok bayram yok, neden koçları kesip kavurma yapalım ki?
-Bundan daha iyi bayram mı olur, töre kalktı ya?
-Bırak muhtar köyün açlarını biz mi doyuracağız?
-Çamur Abbas… Dediğim gibi.
-Parası?
-Ne parası?
-Koçların parası?
-Para yok, babanızın hayrına.
-Muhtar, hanım yer beni vallahi.
-Ben onu bunu bilmem, yarın sabah koçları kesiyorsunuz.
Davul-zurna durmadan çalıyor, kadın erkek bütün köylüler yörelerinin oyunlarını oynuyorlardı. Sabah olmak üzereydi. Evlerde sadece yaşlılar kalmıştı. Törenin kalkması köyde bir bayram havası yaratmıştı.
Xxx
-Çeşminaz abla, Çeşminaz abla.
Seslenen Sümüklü Salih’in oğlu Kürşat’tı. Çeşminaz kapıyı açtı.
-Ne oldu Kürşat?
-Öğretmenim nasıl?
-İyi iyi.
-Bu merhemi öğretmenim bizlere vermişti. Ellerinde çatlakları ve yaraları olanlar kullansın diye. Bende yara ve çatlak olmadığı için kullanmadım. Öğretmenimin yaralarına iyi gelir diye getirdim.
-Gel hele içeri.
Kürşat, içeriye davet edilmesi mutluluğu daha da arttı. Öğretmeninin durumunu görecekti. Banyo yapan Cemal öğretmen mabeyinde peykenin üzerinde oturuyordu. Kürşat, gitti öğretmeninin elini öptü. Cemal ise yanaklarından.
-Öğretmenim bu merhemi siz vermiştiniz bende yara olmadığı için kullanmadım, getirdim senin yaralarına iyi gelirse kullan.
-İyi gelir Kürşat. Sağol.
-Ben gideyim, anam hemen gel dedi.
-Tamam yavrum, selam söyle.
Xxx
-Kızım, bana Maarif Müdürü, Albay ve Emniyet Müdürünü sırayla bağla. Ha Nafıa Müdürünü de.
-Emredersiniz Sayın Valim.
Bugün Çamur köyüne gitmeliyim. Çok merak ediyorum bu köyü. Öyle gitmeliyiz ki kimse tanımamalı. O yol güzergahındaki köyleri de görürüz.
-Efendim Nafıa Müdürü Şemsi Bey, telefonda.
Telefon avizesini kaldırdı.
-Şemsi nasılsın.
-Sağ olun Sayın Valim.
-Beni iyi dinle. Çamur köyüne gideceğiz. Beş tane at ayarla. Birer tane de şapka ve güneş gözlüğü. Kimse kravat bağlamayacak.
-Kimler gelecek Sayın Valim?
-Herhangi birine bir şey söylemiyorsun, duyarım ki söyledin.
-Yok Sayın Valim emriniz olur.
-Bir saat sonra dediklerimi tamamla burada ol.
-Emredersiniz Sayın Valim.
Kısa bir süre sonra Albay Celil Bey, Emniyet Müdürü Fikret, Maarif Müdürü Şükrü ve Nafia Müdürü Şemsi, Vali Cezmi Bey’in makamındaydı. Nafia Müdürü Ali Vali Bey’e şapkayı ve güneş gözlüklerini verdi.
-Sizlerin de şapka ve gözlükleriniz var değil mi?
-Var Sayın Valim.
-Sayın Valim, Sobran yol ayrımına kadar araba ile gideceğiz. Orada beş at bekletiyoruz. Atlarla gideceğiz, gideceğimiz yere.
-Güzel, zile bastı, giren sekretere, kızım Vali Yardımcısı Veysel’i çağır.
-Emredersiniz Sayın Valim.
Az sonra Veysel makamdaydı.
-Gel Veysel. Biz, bu gördüğün beş babayiğit ta Çamur köyüne kadar gideceğiz. Burası sana teslim. Bizim nereye gittiğimizi kimseye söylemeyeceksin.
-Emredersiniz Sayın Valim. Jandarma ekibi çıkarayım, güvenliğiniz için.
-Anlamadım. Jandarma ekibi mi? Ben sana ne diyorum, sen ne diyorsun. İnsan vatandaşından korkar mı Veysel?
-Korkmaz Sayın Valim. Güvenliğiniz için demek istedim.
-Bize bu insanlardan zarar gelmez.
-Emredersiniz.
Vali Cezmi Bey, makamında bulunan diğer görevlilere döndü:
-Peki Çamur köyüne gideniniz oldu mu?
Herkes birbirine baktı. Belli ki giden olmamış.
-Sen gitmedin mi Maarif Müdürü?
-Yok Sayın Valim.
-Sen Nafia Müdürü?
-Yok efendim.
-Merak edeniniz de mi olmadı, o yol güzergâhında yirmi iki köy var. Bu köylere gidelim, okulların bir sorunu var mı diye soralım demedin mi Maarif Müdürü?
-Affedersiniz Sayın Valim.
-Bunun affı olmaz müdür, olmaz. Sobran nahiye, Yağmurdere Nahiye. Nasıl merak edip de gitmezsin?
Maarif Müdürü başını önüne eğdi. Cevap veremedi. Yüzü kıpkırmızı oldu.
-Ya sen Nafia Müdürü, sen gittin mi?
-Yok efendim.
-Albayım görüyor musun adamları? Müdür… Müdür… Siz ne iş yaparsınız? İnsan bir kez olsun, bu köylere gidip yolu izi var mı bakmaz mı? Sen söyle albayım.
-Ben, gittim Sayın Valim. Yağmurdere nahiyesinde bizim Jandarma Karakolu’muz var.
-Anlaşıldı, size makam koltukları çok rahat gelmiş. Hele bugün gidip gelelim daha uzun boylu konuşuruz. Buyurun beyler. Şapka ve gözlüklerinizi gizleyin.
Vali Cezmi Bey önde, diğerleri arkada, merdivenlerden inip onları beklemekte olan arabaya bindiler. Vali Cezmi Bey, sürücünün yanına oturdu. Genç birisine benziyordu.
-Adın ne senin çocuğum?
-Serhat Sayın Valim.
-Serhat, bak sana ne diyeceğim, biz bu arabaya binmedik. Bizi görmedin, bilmiyorsun. Arabanın gittiği yere kadar bizi götürüp bırakacaksın. Akşam saat on yedide bizi bıraktığın yerden alacaksın. Biz orada bekleyen atlara bineceğiz. Atların yanında olanları arabaya alıp merkeze getirecek Veysel Bey’e, Vali Yardımcısına teslim edeceksin. Akşama gelirken de onları tekrar alıp buraya gelecek bizi alacaksın. Tamam mı?
-Tamam Sayın Valim, emredersiniz.
-De haydi çalıştır arabayı.
Serhat, büyük bir özenle arabanın kontak anahtarını çevirdi. Yavaş yavaş hareket etti. Kısa bir süre Sobran yol ayrımındaydılar. Serhat, aceleyle arabadan indi. Vali Bey’in kapısını açtı. İndiler. Atların yanına geldiler. Atlar tertemizdi. Hiçbirinde tek bir leke görünmüyordu. Vali Cezmi Bey, atları tek tek gözden geçirdi. Süt beyazı at hoşuna gitmişti.
-Ben bunu alıyorum.
Diğerleri atların dizginlerini ellerine aldılar.
-Gelin şöyle karşıma, diye seslendi atla bekleyenlere.
-Bakın, bizi görmediniz. Bize at teslim etmediniz. Atları teslim aldık. Şimdi siz arabaya binecek ve vilayete gideceksiniz. Serhat, size yolda anlatacak. Değil mi Serhat?
-Evet Sayın Valim.
-Şimdi arabaya binin ve gidin.
Araba uzaklaştıktan sonra Vali Cezmi Bey, göğsüne koyduğu şapkasını çıkardı. Güneş gözlüklerini taktı. Diğerleri de aynısını yaptı.
-Evet beyler gidiyoruz.
Atlara binip Sonran nahiyesine doğru “deh” dediler. Vali Cezmi önde arkasında Albay Celil, Emniyet Müdürü Fikret, Maarif Müdürü Şükrü ve Nafia Müdür Ali yola koyuldular. Yarım saat sonra Sobran nahiyesindeydiler. Tam nahiyenin içerisinden geçecektiler ki Vali Cezmi Bey, kahvehanenin önünde oturan vatandaşları görünce “selam” verdi. Yaşı ilerlemiş bir vatandaş selamı alıp,
-Buyurun, buradan geçenler, Deli Osman’ın çayını içmeden geçemezler.
-Olur içelim Deli Osman beyin çayını, değil mi arkadaşlar?
-İçelim, dedi albay.
Atlarından indiler. Cezmi Bey, kahvehanenin önünde oturanlarla tokalaştıktan sonra Deli Osman’ın yanına oturdu. Kahveci hemen çayları getirdi. Çayından bir iki yudum alan Vali Cezmi bey,
-Ana yol buraya çok yakın neden araba yolunu buraya kadar yaptırmadınız Osman emmi?
-Onu bana sorma, arka tarafında oturan muhtara sor evladım.
Muhtar, bu kez Vali Cezmi’den yana döndü.
-Doğru dersin de beyim, ne iş yaptığını bilmiyorum, böyle beş atlı nereden gelip nereye gidiyorsunuz?
-Biz beş arkadaşız. Trabzon’un Maçka ilçesinden geliyoruz. Dinlene dinlene geziye çıktık. Yağmurdere Nahiyesinden sahile ineceğiz.
-Gezin bizim buralar çok güzeldir.
-Çok güzel gerçekten. Şu yol işini halledebilirdin muhtar, ana yol yakın buraya.
-Doğru dersin de biz de öyle bir Nafia Müdürü var ki, nasıl müdür yapmışlar onu anlamak mümkün değil.
(Devamı var)