Ara
Gümüşhane
Kapalı
3°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
42,8148 %0.19
50,1838 %-0.03
5.959,53 % 0,07

Dava kim, sen kim?

YAYINLAMA:
Sıkıntılı bir başlık, farkındayım. Bu uyku halinden uyanmak lazım, onu daha çok farkındayım.

Her birimiz kendimiz için bir yol çiziyoruz. Bir düşünce sistemini benimsiyor ve bir topluluğa bağlanıyoruz. Bu uğurda birçok haksızlıklarla karşı karşıya kalıyor, vefasızlıklara şahit oluyoruz. Yine de vazgeçmiyoruz bildiğimizden.

Peki, neden?

Durup kendimize,  çevremizdeki insanlara bir soralım. Amacımız ne? Nedir bizi grup içerisinde olmaya mecbur kılan? Kendi önceliklerimizi bir kenara iterken, aidiyet hissettiğimiz topluluğun peşinden koşmak zorunluluğu neden?

Cinsiyet, siyaset, statü, parti fark etmiyor, verilen cevap aynı oluyor.

Dava…

Sihirli bir sözcük dava. El üstünde tutuyoruz. Ağırlığına bile bakmadan bin türlü yükün altına giriyoruz. Yetmiyor, uğruna en yakınımızdaki insanları bile karşımıza alıyoruz. Peki, sonuç; yine de bir türlü hak ettiği o zirveye çıkartamıyoruz davamızı?

Belirttiğim gibi konu sıkıntılı. O nedenle biz abalıya dönelim ve siyaset özelinde inceleyelim.

Dava konusunu siyasi mecrada “sefasını sürenler” ve “cefasını çekenler” diye iki başlık altında toplayabiliriz.

Sefasını sürenlerin, ilçe başkanından tutun, milletvekillerine kadar her koltuk sahibinin dem vurduğu, söylemlerinde sıkça kullandığı bir olgudur dava. Gerçi her biri bu davanın yılmaz neferleridir. Onlar için makam ve mevki önemli değildir. Önemli olan davanın ta kendisidir. Seçimlerde gösterilecek başarıdır. Şahısların değil ama davanın kazanımlarıdır. Bu kazanımlar aynı zamanda vatandaşın kazanımlarıdır.

İşte bu noktada Galip Erdem’e atfedilen cümleler, dava ve makam arasındaki ters orantıyı açıklar mahiyettedir.

“Bizler ‘dava’yı Ağrı Dağı’nın zirvesine çıkaracaktık. Yola koyulduk, bin zahmet ve emekle, acılar çekerek dağa tırmandık. Zirveye vardığımızda sevincimiz sonsuzdu ama küçük(!) bir noksanımız olduğunu fark ettik: ‘Dava’yı dağın eteklerinde unutmuştuk! Meğer biz davayı değil, kendimizi zirveye çıkartmışız.”

Cefasını çekenler başlığına gelince; varlığımızın merkezine oturtmuşuzdur davamızı. Her şey ihtimal dâhilindedir artık. Dava için yakarız, dava için yıkarız. Vururuz, kırarız ve hatta ölürüz, öldürürüz. Bu uğurda yaşanan can kayıplarını da şehit olarak nitelendirir, payeler dağıtırız.

Evet, davalar büyüktür. Uğruna çekilenler ise kutsaldır. Davamıza olan bağlılığımız insanlığımızın gereğidir. Ancak bir nokta unutulmamalıdır ki davalar insanlara endeksli değildir. Ben varsam dava var, ben yoksam yok düşüncesi hastalıklı bir fikriyattır.  Koltuk hırsı ile yola çıkılanlara meyletmek, onlara yalakalığı marifet saymak da bu hastalığa ortak olmaktır.

Üstat Necip Fazıl’ın Sakarya şiirinde ifade etiği gibidir dava.

“İnsandır sanıyordum mukaddes yüke hamal.

Hamallık ki, sonunda, ne rütbe var, ne de mal,

Yalnız acı bir lokma, zehirle pişmiş aştan;

Ve ayrılık, anneden, vatandan, arkadaştan.”
Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *