Ara
Gümüşhane
Kapalı
3°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
42,8148 %0.19
50,1838 %-0.03
5.959,53 % 0,07

Gelincik Taşları Efsanesi (6)

YAYINLAMA:

Kezban kadın, sabah erken kalktı. İlk işi ahırdaki eşeğini yemlemek oldu. Kasabada başına asacağı yem torbasının içini samanla doldurup üç avuç arpa attı, eli ile karıştırdı. Semerini vurdu, kolanını bağladı. Sabah henüz yeni ışıldıyordu. Erkenden kasabaya varıp Pazar yerindeki yerini almalıydı. Üç kızının da yattığı odanın kapısını açtı. Mışıl mışıl uyuyorlardı. Kapıyı usulca çekti. “Uyusunlar, bugün fazla yorulacaklar” dedi kendi kendine. Acele ediyordu. Çepni Mustafa çoktan kalkmış hazırlanmıştı, Şimdi bağırır. Beş kiloluk küleği heybeye yerleştirdi. Çökelek ve peynirleri de heybenin diğer gözüne özenle koydu. Kahvaltı yapmadan heybeyi alıp dışarı çıktı. Dış kapıyı da yavaşça çekip kapattı. Eşeğini ahırdan çıkardı. Heybeyi semerin her iki tarafına denk gelecek şekilde yerleştirdi. 

-Komşu hazır mısın? diye seslendi Çepni Mustafa.

-Hazırım Mustafa abi.

-Haydi öyleyse, geç kalmayalım.

Çepni Mustafa mısır unu, fasulye satıyordu semt pazarında. Onun atı vardı. Kapının önünde ata bindi. Kezban kadın ise eşeğinin yuları elinde arkasından geliyordu. Çit Deresi yol ayrımına indiklerinde gün aydınlanmıştı. Ardasa kasabasının yolunu tuttular.

Gülşah, anası Kezban’ın kapıları her ne kadar yavaş da kapatsa, uykusu hafif olduğu için uyanmıştı. Sağa sola bakındı anasını göremedi. Ahıra girdi, eşek yerinde yoktu. “Anam gitti” dedi. Eve döndü. Ocağı yaktı. Kara demliği su doldurup ocağa koydu. Kahvaltı sofrasını hazırladı. Ocakta kaynayan demliğe çay atıp, ocağın kenarına yerleştirdi. Kahvaltı için her şey hazırdı. Elif ve Sümbül’ü uyandırdı.

-Kalkın kızlar, anamız çoktan kasabaya varmıştır, siz hala yatıyorsunuz.

-Çok uykum var, dedi Sümbül.

-Kalk kalk, bugün benimle geleceksiniz.

Ağız tadıyla kahvaltılarını yaptılar.

-Ben inekleri sağacağım, siz de koyunları kuzulardan ayırın.

-Tamam abla.

Öyle de yaptılar. Şimdi sıra anasının dediği gibi “kapı bacayı sıkıca kilitleyin” sözüne geldi. Koyun ve inekleri ahırdan çıkardılar. Yavaş yavaş köye yukarı sürdüler. Semt pazarına gitmeyen gençler, yol kenarına dizilmiş, Gülşah’ın ne zaman önlerinden geçecekti, bekliyorlardı. 

-Bu iş böyle olmayacak.

-Nasıl olmayacak?

-Yani bu kız bizden birini sevmiyor, neden onun yolunu gözlüyoruz?

-Oğlum, güzele bakmak sevaptır. Biz de dünya güzeli Gülşah’a bakarak sevap kazanıyoruz.

-Geç o lafları, ben gidiyorum, siz bekleyin.

Köyün gençleri olduğu kadar kızları da Gülşah’ı kıskanıyorlardı. Onun güzelliğini görenler “maşallah” demeden kendilerini alamıyorlardı. Gençler ona bakmasınlar da ne yapsınlar?

-Şu Gülşah biriyle evlense de bize de sıra gelse.

-Bu kız evlenmez.

-Ya içine bir ateş düşsün de bak nasıl evlenir.

-Nasıl bir ateş düşecek içine ki köyün gençleri hep arkasında, o hiçbirine bakmıyor. Her sabah Gülşah’ı görmek için erkenden kalkıp görmek için yolunu bekliyorlar. 

-Kızlar ne yalan söyleyeyim, hepimizden güzel, onun güzelliği bir başka. Ben de erkek olsaydım ona aşık olurdum.

-Köyün gençleri hep ona aşık olursa bize kim aşık olacak, köyün dul kalmış erkekleri mi?

-Şansımıza.

-Yok onun bacağına birini takıp evlendirmeli. Bacağına takacağımız hem yakışıklı hem de varlıklı olursa belki “evet” der de biz de kurtulur, sevdiklerimize kavuşuruz.

Gülşah, yol kenarına dizilmiş gençlerin bakışları arasında köy yukarısına doğru koyun ve ineklerini sürmüştü. Gençlerin bakışları arasında ormanlık alanın içerisinde kayboldu Elif ve Sümbül ile.

Xxx

-Hayırlı işler.

-Buyurun.

-Şu külek ve yağının hepsini almak istiyorum.

-Hepsini mi?

-Evet ama bir şartım var.

-Neymiş şartın?

-Külekle birlikte alacağım. Küleğe de verdiğin paranın iki katını vereceğim.

-Verirdim ama başka küleğim yok. Hem iki katını niye veresin ki, bak yan tarafta külek satılıyor, bana bir tane al gel sana da külekle vereyim.

-Bak öyle olur, iyi geldi aklına.

Alıcı, öyle yaptı. Aldığı yeni küleği Kezban kadına verdi. O da küleği yağ ile verip parasını aldı. Şimdi satacağı sadece peynir ile çökelek kalmıştı. Onları da satınca kızıma o entariyi alacağım. Ne de yakışır ona, güzelliğine güzellik katar. Yaşı ilerlediği halde kimseye de gönlünü kaptırmadı. Köyün gençleri hep arkasına takılıyor ama o oralı olmuyor. Ne olacak bu işin sonu bir türlü anlamıyorum. Onun güzelliği köylüleri de rahatsız ediyordu. Güzelliği herkesin dilindeydi. Haksız da değiller. Ben bir ana olarak onun güzelliğini kıskanıyorum. Ulu Mevla’m övmüşte yaratmış. Gülşah, güllerin şahı benim kızım. Babası da ne güzel ad koymuş benim güzel kızıma. Kör olası o ağaç üzerine düşüp de kocamı öldürmeseydi benim ne işim olurdu bu pazar yerlerinde. Ne güzel geçinip gidiyorduk. Demek ki, buraya kadarmış. Bundan sonra yük benim omuzlarımda. Güzel kızlarımı hayırlı bir kısmetleri çıksa da yaşları geldiğinde evlendirsem. Bu dünyadan gözlerim açık gitmesem.

-Bakar mısın?

-Buyurun?

-Peynirin güzel görünüyor. Normal bir fiyat söylersen hepsini alırım. 

Yaptığı pazarlık sonucu peynir ve çökeleğini lokantacı Osman’a satmıştı. Kezban kadın erkenden elindekileri satmaktan çok mutlu olmuştu. Az önce yağını alan orta yaşlı adam yanına geldi:

-Peynir ve çökeleği de satmışsın.

-Evet öyle oldu.

-Bundan sonra yapacağın yağını hep ben alsam olur mu?

-Olur ama ne yapacaksın o kadar yağı?

-Boş ver hanım, sen yapacağın yağları bana satar mısın?

-Satarım, niye satmayayım ki.

-Hangi haftalar geliyorsun?

-On beş günde bir gelirim, ancak o zaman yağım oluyor.

-Tamam on beş günde bir gelir yağını alırım.

-Olsun, dedi Kezban kadın.

Oturduğu yerden yavaş yavaş doğruldu. Çepni Mustafa az ilerisinde o da satış yapıyordu. Yanına kadar geldi.

-Ne oldu, sattı mı hepsini?

-Sattım Mustafa abi.

-Ben daha bir kilo un bile satamadım.

-Rızık meselesi.

-Öyle. Ne yapacaksın?

-Alacaklarım var, alıp gideyim. Sen akşama kadar buradasın, benim bir işim kalmadı.

-Olur komşu. Ben ancak akşama dönerim.

Xxx

Salihin Mehmet, oğlu Celal’i karşısına almış, soruyor da soruyordu.

-Oğlum, söylesene ne oldu yüzüne gözüne. Ağaçtan düşmüş gibisin.

-Bir şey yok baba.

-Bir şey yok deme, bir şey oldu. Söyle tepemi attırma benim.

-Şey…

-Ne şeyi, söylesene?

-Kavga ettik.

-Kiminle?

-Çoban Ali ile.

-Çoban Ali ile mi. Ulan Çoban Ali, dünyanın en iyi insanı, ne yaptınız da kavga ettiniz?

-Önemli değil.

-Önemli değil öyle mi?

-Bize de kaval çalmasını söyledik, çalmayınca kavga ettik.

-Kavga etmediniz, her kim var idiyse yanında iyi hırpalamış sizleri, halinden belli oluyor.

-Onun o kadar güçlü kuvvetli olduğunu bilmiyorduk.

-Bilmiyordunuz da elin adamına ne diye çatarsınız. Suyun yavaş akanından, insanın yere bakanından çekineceksin kafasız.

-Düşünemedik baba.

(Devamı var)

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *