Paşa'nın Petekliği (14)

Mahur ve seyis Celal, Haviyana yol ayrımına kadar atlarını tırısa kaldırdılar. Ayrımın bitiğinde balcı Paşa’yı yanında Keleş’i otururken görünce durdular. 

-Hayırdır balcı, çerçeveyi satınca dut ağacından bal toplamaya mı başladın?

-Yok bey kızı, senden aldığım çanta, ben yürüdükçe ağırlaştı. Biraz dinleneyim dedim.

-Yanında yer var mı biz de gelelim mi?

-Burası herkese açık bey kızı, sormana gerek yok.

Mahur ve Celal atlarından inerler. Celal, Prens’in dizginlerini alarak yolun kenarına çekilir. Paşa’nın yanına gelen bey kızı selam verdikten sonra, yanı başındaki bir taşın üzerine oturur.

-Çanta ağır geldiyse, çerçeveyi vereyim, çantayı geri alayım.

-Olmaz. Ben o çantayı senden alıncaya kadar, o çerçeveyi kaç kez kasabaya getirip geri götürdüm biliyor musun?

-Biliyorum balcı Paşa, biliyorum. 

-Atın çok güzel, seyisin iyi bakıyor atına.

-Bakıyor.

-Güçlü kuvvetli birine de benziyor seyis, adı ne?

-Öyle, adı Celal.

-Seni mi koruyacak?

-Yok, ben kendimi korurum da kahya ille de seninle olsun deyince, ben de olsun dedim.

-Korur seni gibime geliyor.

-Korur, her babayiğit bileğini bükemez.

-Ya? Kim diyor?

-Ben diyorum.

-Yani bana şimdi de meydan mı okuyorsun?

-Öyle bir şey mi dedim?

-Demedin ama ima ettin.

-Sen de her şeyden nem kapıyorsun balcı.

-Bana her lafın başında, sonunda balcı deyip durma, benim bir adım var o da Paşa.

-Balcı değil misin?

-Balcıyım ama bir adım var.

-Peki sen bana niye bey kızı diyorsun?

-Babana saygımdan bey kızı.

-Bey kızı değil de Mahur desen?

-İki ikiye olduğumuzda olur ama başkalarının yanında olmaz Mahur.

-Tamam, öyle olsun.

Bir süre sustular. Mahur, elini Keleş’e doğru uzattı. Keleş, sesini çıkarmayınca daha da yaklaştırdı ve başını okşamaya başladı. Keleş’in hoşuna gitmiş olacak ki, kuyruğunu sallamaya başladı.

-Sevdi seni.

-Gerçekten mi?

-Evet.

-Bizim hiç köpeğimiz olmadı kapının önünde. Keleş’i bana satar mısın, ama sakın bir şey isteme?

-Yok, satmam da bir şey de istemem. Keleş ve Pençe. Benim en sadık dostlarım.

-Paşa, alınma ama mağarada nasıl yaşıyorsun tek başına?

-Alıştım Mahur. Mağaranın içini babam bir ev gibi yaptı. Kabından kacağından her şey var. Hatta evlerde olandan daha fazlası bile var.

-Yalnız canın sıkılmıyor mu?

-Yalnız değilim, Keleş, Pençe ve arılarım var.

-Kasabaya da hep yürüme gidip geliyorsun.

-Binek hayvanı bakacak yerim yok.

-Görmek isterdim yaşadığın yeri.

-Her zaman gelebilirsin, ama geleceğin gün haberim olsun. Ne Keleş ne Pençe ne de arılarım seni alana sokmazlar.

-Nasıl yani?

-Benim iznim olmadan o alana kimse giremez.

-Girerse?

-Giremez, çünkü o saydığım dostlarım izin vermezler.

-Çok ilginç Paşa, nasıl başardın?

-Ben bir şey yapmadım, onlar öyle davranıyorlar.

-Aslında seninle biraz daha sohbet etmek isterdim ama akşam oluyor anam merak eder.

-Ben de iyi dinlendim.

-Birlikte yürüyelim mi?

-Olur.

-Heybeni atımın eyerine koyalım, ayrılacağımız yere kadar.

-Yok Mahur, heybe omuzumda olmayınca eksiklik hissediyorum kendimde. Hem içinde çok önemli ve de kıymetli bey kızından aldığım çanta var.

-O kadar mı önemli ve kıymetli?

-Evet.

-Benden de mi?

Paşa, durdu. Mahur’un gözlerinin içine baktı. Mahur sorduğu sorudan pişman olurcasına:

-Yanlış mı sordum?

-Yanlış sormadın da insandan daha kıymetli ne var ki? 

-Çantaya çok önem verdiğin için sordum.

-Çantayı önemsedim çünkü mağaramda eşi benzeri yok. Onun için senden bir anı olarak saklayacağım.

-Ne yalan söyleyeyim, bal saklanmaz, bu akşam çerçeveyi kesip anamla bir güzelce yiyeceğim.

-Akşamdan yeme, sabah kahvaltıda yersin, yanında tereyağı ile.

-Öyle olsun. 

Konuşmaya öyle dalmışlardı ki arkadan dörtnala gelen dört atlıyı nice sonra fark ettiler. Atlılar arkalarında büyük bir toz dumanı bırakarak geliyorlardı. Paşa ve Mahur, kenara çekildiler. Biraz daha yaklaşınca Çakıroğlu Reşat ile kardeşleriydi gelenler.

Atlılar, yanlarından tozu dumana katarak geçtiler. Yüz metre gitmişlerdi ki atlarını durdurup geri döndüler. Reşat ve kardeşleri tam yolun ortasındaydılar. Paşa ve Mahur’a ters ters bakan Reşat:

-Mağara adamı ben sana bir daha Mahur’la konuştuğunu görmeyeceğim demedim mi?

Seyis Celal, atların dizginlerini bırakıp Paşa ve Mahur’un yanına geldi. 

-Dur sen Celal, dedi Paşa, bunlar kaşınıyor, sana gerek yok. Sen şu heybemi al.

Reşat, atını Paşa’nın üzerine sürdü, etrafında dönmeye başladı. Elindeki kamçıyla vurmaya çalıştı. Kamçıyı yakalayan Paşa, bir çekmede Reşat’ı attan düşürerek altına aldı. Keleş ise, diğer kardeşlere dişlerini göstererek saldırdı. Keleş’in saldırısı karşısında korkan üç kardeş olanca hızıyla kaçmaya başladılar. Onları bir süre kovalayan Keleş, geri döndü. Paşa ise, Çakıroğlu Reşat’ı her iki yakasından tutarak ayağa kaldırdı, bir sağ bir sol yumruk sallıyordu. Ağzı, burnu kanayan Reşat’ta ayakta duracak hal kalmamıştı.

-Yeter Paşa, dersini aldı. Bir daha yaparsa o zaman ağzında sağlam diş kalmayıncaya kadar döversin. Bindir atına, yolla gitsin.

-Bana bak, seni şu dereye atar, balıklara yem ederdim ama bey kızına dua et. Şimdi bin atına ve defol.

Ayakta duracak hali kalmayan Reşat zorla atına bindi. Paşa elindeki kamçıyla ata hafifçe vurunca at dörtnala koşmaya başladı. Diğer atlar da onun peşinden. 

-Sen de yamandın ama Keleş daha da yamandı Paşa.

-O bir orduya bedeldir. Pençe de öyle.

-Şimdi anladım mağaraya kimsenin neden yanaşamadığını. Hiç de öyle görünmüyor, çok sakin görünüyor Keleş. 

-Sakindir ama sakın bana birisi saldırmaya kalkmasın, kimseyi gözü görmez.

-Karanlık bastırmak üzere Paşa, bize müsaade et.

-Edemem, birlikte gideceğiz.

-Anlamadım.

-Bunlar ileride pusu kurmuş olabilirler.

-Pusu mu, adamın ayakta duracak hali yoktu, zorla bindi atına.

-Olsun Mahur, birlikte sizi köyün içine kadar götüreceğim.

-Sen bilirsin Paşa ama yanımda Celal var.

Paşa’yı yürütmek istemeyen Mahur:

-Benim Prens güçlüdür. Sen bin, beni de terkine alırsın.

-Gören ne der Mahur?

-Ne derse desin.

-Peki.

Xxx

Hanımağa, çardakta oturuyor, kızının geç kalması onu meraklandırıyordu. Hizmetçi kadına:

-Bana kahyayı çağır kızım.

-Hemen hanımım.

Mahur, bu kadar geç kalmazdı. Bir şey mi oldu acaba? Çakıroğlu’nun soysuzları yolunu kesmiş olmasınlar? Allah korusun. Ben ne yaparım. Tutturdu kasabaya gideceğim diye. Yollamasaydım mı? Durmazdı ki, bir şeyi yapacağım dedi mi onu caydırmanın imkanı yok. Seyis Celal onunla ama bu soysuzlar yolda tuzak kurabilirler. Kendilerini korurlar ama tuzaktan nasıl koruyacaklar ki? Umarım korktuğum gibi değildir.

-Buyur hanımağa.

-Geldin mi Kahya, Mahur bu saat oldu gelmedi.

-Gelmedi mi?

-Yok kahya. Ne diyeceğim?

-Emret hanımağa.

-Kaç adamımız var burada?

-On.

-Çağır gelsinler.

-Hemen.

Yok bir şey oldu. Benim kızım beni bu saate kadar merakta bırakmaz. Onu merak ettiğimi çok iyi bilir. Kesin bir şey oldu. O soysuz kardeşlerle baş ederler ama ya kızıma, seyise silah doğrulttularsa.

-Geldik hanımağa.

-Beni iyi dinleyin. Hemen silahlanıyorsunuz. Beşiniz Aras yolundan Mehmetaliler’in çeşmesine kadar iniyorsunuz oradan ana yola döneceksiniz. Diğer beşiniz de kahya ile Orta Mahalleden aşağı giden yoldan gidip ana yolda birleşeceksiniz.

Hanginiz kızıma rastlarsanız havaya ateş edip diğerlerine haber verecek.

-Tamam hanımağa, dedi kahya adamlara dönerek, duydunuz hemen silahlanın ve caminin önündeki meydanda toplanın.

Kısa bir sürede silahlanan adamlar meydanda toplandılar. Her birinin omuzunda mavzerler, bellerinde mermi dolu armalarla hazırdılar.

-Beni dinleyin, dedi kahya, Cemil, Şükrü, Remzi, Kamil ve Mevlit, Aras yolundan Mehmetaliler’in çeşmesine inecek. Oradan anayolu takip ederek bizimle Filerin Deresinde buluşacak. Haydi durmayın. Kim ki küçükhanımı görürse havaya üç el ateş edecek. Anlaşıldı mı?

-Anlaşıldı.

-Haydi durmayın.

Xxx

Çakıroğlu Reşat, yediği dayağın, yenilginin acısını bir türlü unutamıyordu. Kardeşlerine yetişince:

-Hele durun bakayım. Bana atılan dayağın, aldığım yenilginin acısını çıkarmayacak mıyız? 

-Abi, dedi Süleyman, gel bu sevdadan vazgeç. Her seferinde yenilen biz oluyoruz. Bu iki etti, Üçüncüde mutlaka birimiz o dünyayı boylarız.

-Ne o sümüklü, korktun mu?

-Ben kendim için korkmuyorum abi, senin için korkuyorum.

-Benim için korkmayın. Şimdi beni dinleyin. Filerin Deresinde bunlara pusu kurup Paşa ile yanındaki insan azmanını o dünyaya yollayıp Mahur’u kaçıracağız.

-Yapma abi, dedi bu kez Ali, bu bizi ipe götürür. 

-Kim görecek ki ipe götüre? Derenin içine önce atlarımızı gizleyeceğiz, biz de pusuya yatacağız.

-Çok tehlikeli abi.

-Hiçbir tehlike yok. Benimle var mısınız yok musunuz?

Cevap alamayan Reşat:

-Duymadınız mı benimle var mısınız yok musunuz?

Üç kardeş birbirlerine bakarak:

-Varız, dediler.

-O zaman durmayın, sürün atlarınızı.

Çit Deresinin sesine nal sesleri karışıyordu. Reşat ve kardeşleri Filerin Deresine gelince durdular. Atlarını dere içeri götürüp bağladıktan sonra geri dönüp yaban fundalıklarının arkasına sinerek siper aldılar.

(Devamı var)

YORUM EKLE