ÖYLESİNE BİR YAZI

“Tembellik o kadar yavaş hareket eder ki, yoksulluk çok geçmeden ona erişir”
Benjamin FRANKLIN

Bir Eylül akşamında evimin balkonundan Kuşakkaya’nın eteğinde bir yağmur sonrası yıkanan ve nazlı bir gelin edasındaki güzel memleketim ata yurdum Gümüşhane’yi izliyorum. Ve kahrolası bir efkâr dolduruyor yüreğimi. Daracık bir vadide kaderi yokluk üzerine yazılı bu şehrin bir zamanlar bağlar içinde cumbalı konaklarda yaşamış olan asilzadelerini arayıp duruyorum çaresizce.

Zamanla yerini beton yığınlarına terk eden bu şehrin artık nefes alacak bir bahçesi bile kalmayacak yakında. Çocuklarımızın ayakları toprağa basmıyor inanın. Gümüşhane ile özdeşleşen elma, armut, ceviz, dut ve diğer meyve ağaçları bu hazin kadere boyun eğerek tarumar oldular. Adı verilen festivalde dahi ne bir elma, armut, kuşburnu, pestil ve kömenin izlerini bulmak da mümkün değil. Glikoz ve şekerle yapılan pestil ve kömenin kilosu otuz liraya dayandı.    

Karşımızda iki senedir çıkardığı iğrenç sesle koca bir dağın yıkılarak yerine inşa edilecek evlerini görüyorum. O çirkin dağın bir zaman sonra modern bir kimliğe bürüneceğini hayal etmesek bu kadar gürültüyü çıkaranlara hakkımızı helal etmeyeceğiz. Diğer yandan Gümüşhane’nin kangren olan en büyük derdi Harşit Çayı’na nihayet neşter vuruldu. Koca makineleri Harşit’in içinde görünce inşallah bu kanalizsyon sorunu ortadan kalkar ve Harşit ıslah edilir diye ümit ediyoruz. Ve Harşit Çayı kenarında yürüyüş parkurları, çay bahçeleri, fitnes parkları ve diğer sosyal aktiviteleri hayal ediyoruz.  

Ve çok uzaklardan bu şehre sığınan üniversite öğrencilerinin çaresizliği gelip oturuyor yüreğimin en nazenin bölgesine. Aranan kiralık evler, ev vermeyen Gümüşhaneliler, verince de insaf ölçüleri dışına çıkanlar. Gümüşhane kabuğundan sıyrılarak şehir olma kimliğini arayıp duruyor bu sıralar. Dışarıdan gelen öğrenciler bu küçücük ile ısınamıyorlar haliyle. Bir de bu kadar pahalılık gözlerini korkutmaya yetiyor. Halkın öğrenciye ve onların giyim, kuşam ve yaşam tarzlarını yadırgaması da tuz biber ekiyor yaraya.

Trafik ah trafik. Gümüşhane’nin bitmek bilmeyen çaresizliği. Maşallah ne de çok arabamız varmış bu şehirde. En yakınımızda da olsa araba ile yaşamak moda oldu bizde. Yürümeyi unutuverdik ve koca göbeklerimizi çekemiyoruz artık. Ve ardından park sorunu ve yarattığı büyük çirkin görüntü. Bindiğimiz dolmuş adeta arabaların arasından iğne ile kuyu kazarak ilerliyor kaplumbağa misali.

Ve maalesef bizler. Hala caddelerde bağıra bağıra, yerlere sümkürerek yaşıyoruz. Dükkânlarımızın önü ıvır zıvırlarla dopdolu ve yürüme imkânı vermiyor kaldırımlar. Güleryüzü ve selamı da kestik eşten dosttan. Herkes evlerine kapandı ve karşı komşu daireden çıkan cenazeyi bile bilemiyoruz artık. Apartmandaki yabancılar olduk ve aynı asansörle çıktığımız komşumuzla göz göze gelmekten imtina ediyoruz.

Çocuklarımız ellerimizin arasından kayıp gidiyor öte yandan. Sigara, bonzai, uçucu madde ve diğer zararlı maddelerin kıskacında gitgide kayboluyor geleceğimiz. Saygı dersen hak getire. Öğrencilerin öğretmene ve müdüre saygısı kalmadı maalesef. Baba ve anneler evlatlarından korkar hale geldi. 

Sürekli tüketiyoruz üretmeden. Çalışmıyoruz, çaba göstermiyoruz. Hep bir yerlerden bekliyor ve umut ediyoruz. Gümüşhane’de Afganlılar da olmasa çalıştıracak adam bulamıyoruz. Evet, maalesef acı gerçek bu. Hali ahvalimiz bundan ibaret. Ben yazıyorum ama hiçbirimiz okumuyor bu yazılanları. Ya da okuyoruz ve ardından “aman sende hocam” diyerek kestirip atıyoruz. Dedim ya bu yazı öylesine bir yazı. Kimse üstüne alınmasın. Sesli düşünüyorum sadece. 
YORUM EKLE