Salih Bey Köprüsü (18)

Mandıranın genişletilmesi bitmiş, evlerin ise çatılarının yapılmasına sıra gelmişti. Ustalar, sonbahar yağmurlarının başlamadan çatıları çatmak için oldukça hızlı çalışıyorlardı. Köknar ya da ladin ağaçlarından yapılan hartamalar bile gelmişti. Hartamaların çakılacağı ağaç direkler çakılıyordu. Bir metre boyunda ince tahta olarak da adlandırılan hartamalar özellikle Ardasa yöresindeki köylerde kullanılıyordu. Hartama levha şeklinde bir bıçağa sertçe vurularak ladin ve köknar ağacından yapılıyordu. Yağmur ve kaya dayanıklı olması nedeniyle özellikle Ardasa yöresinde tercih ediliyordu. 

Kırçılın Süleyman ustaların başından ayrılmıyor, neye ihtiyaç duyulursa sağlıyordu. İki oda ve mutfak şeklinde yapılan dört ev, kışlağa dönüldüğü zaman çobanlara verilecekti. 

Süleyman, kızının demlediği çayı alarak ustaların yanına gitti.

-Hele gelin yorgunluk atın, çay soğumasın. Yeterli bardak yok, birinin içip bardağı diğerine vereceksiniz ona göre.

-Olsun Süleyman usta kızımızın eline sağlık.

Çaylar içilirken Salih Bey, Şahım ile göründü. Geldi ustaların yanında durdu, selam verdi, atından indi. Çalışanlar ayağa kalkmak istedi.

-Kalkmayın oturun, hiç keyfinizi bozmayın, bir çay da ben içerdim ama bardak yok sanırım.

-Bakayım hiç kaldı mı evde, dedi Kırçılın Süleyman. Salih Bey:

-Ben bakarım, siz çaylarınızı için.

Gülizar, Salih beyi kapıda diklendiğini görünce bir an şaşırdı. 

-Bardak kalmadı mı çoban kız?

-Çalışanlar sayısı çok olunca bardaklar yetmedi.

-Yani şimdi ben çay içemeyeceğim öyle mi?

-Bakmazsan benim çeyiz sandığındaki takımdan bir tane çıkarayım.

-Hayır, iki tane çıkar, ben doldurup getireyim, birlikte içelim çoban kız.

Salih Bey, arkasını döndü, Gülizar çeyiz sandığından çıkardı.

-Tamam beyim.

Salih Bey, bardakları aldı, ustaların yanındaki demlikten doldurup geri dönerken:

-Bu bardaklar ayrı ustalar, takım olduğu için çoban kız size vermedi. Ben ısrar edince çıkardı.

Evden içeri girdi, dolu bardaklardan birini uzattı Gülizar’a. Birlikte çay içmeye başladılar. 

-Bugün işim yok, istersen atlarla bir tur atalım Çit Deresine yukarı.

-Görenler dedikodu yapıyorlar beyim.

-Yapsınlar, aldırma, biz artık nişanlıyız. Hem ata binmeyi de çok güzel öğrendin.

-Sahi mi?

-Sahi tabi. İstersen Şahım’a sen bin Alaca’ya ben.

-Bey atına beyler biner. Gören ne der sonra?

-Tamam, Şahım’a ben, Alacaya sen.

-Babama söyleyelim.

-Ben söylerim. 

Gülizar, Alaca’yı ahırdan çıkardı. 

-Getirdim beyim, eyerini sen vur, gemini tak.

-Artık öğrenmelisin eyer vurmayı, gem takmayı.

-Öğrenirim, öğrenirim.

Ustalar ve çalışanlar çaylarını içtiler, Kırçılın Süleyman boş bardakları getirirken, Gülizar ve Salih beyin atlarla hazır olduklarını görünce:

-Hayırdır, nereye böyle?

-Çit Deresi boyu atlarımızı biraz gezdirelim dedik, izin var mıdır?

-Olur, ama çok uzaklaşmayın.

Salih Bey ile Gülizar atlara binip yavaş yavaş uzaklaştılar. Kırçılın Süleyman bir süre Salih Bey ile Gülizar’ın arkasından baktı, “birbirlerine çok yakışıyorlar” dedi içinden.

Xxx

Camide Cuma namazını kılan Asım Çavuş, evine doğru yöneldiği sırada cemaatten bazıları Pırpır Ali’nin kahvesinde çay içme taleplerini, “biraz işim var” diyerek geri çevirdi. Doğruca konağa geldi ve cibinlikteki yerine oturdu.

Gülbahar Hatun, Asım Çavuş’un geldiğini görünce:

-Allah kabul etsin bey, yemek hazır getireyim mi?

-Getir hatun, birlikte beraber baş başa yemek yiyelim.

Gülbahar Hatun, önce Çit Çorbası, ardından etli patates yahnisini koydu Asım Çavuş’un önüne.

-Hani sana yok mu, beraber yiyelim dedim.

-Sen başla beni bekleme, çorbayı da soğutma, ben yemeğimi koyuyorum.

Konuşmadan yemeklerini yediler. Sofrayı toplayan Gülbahar Hatun, her zamanki gibi Asım Çavuş’un orta şekerli kahvesini yaparak getirdi. Kahvenin geldiğinin farkında bile olmadı Asım Çavuş. Gözleri uzaklarda, çok uzaklardaydı. Asım Çavuş’u böyle düşünceli görmeye alışık olmayan karısı:

-Hayırdır bey, kahveyi getirdim hiç farkında bile olmadın, neden öyle daldın gittin?

-Biraz öyle oldu, Gülbahar Hatun, hani derler ya ‘milletin ağzı çuval değil ki bağlayasın’ bizimki de aynen öyle. Kendi işlerini bırakmışlar köyde, yaylada bizleri konuşuyorlar. 

-Sen bu yaşına kadar konuşulanlara aldırmaz, kızmazdın Asım Çavuş, yine öyle ol, değişme. Salih oğlumuzun düğününü düşün bey.

-Düşünüyorum hatun, söylenenler canımı sıkıyor ama aldırış ettiğim yok, merak etme, Asım Çavuş her zamanki Asım Çavuş’tur. Ne derlerse desinler ben hepsini seviyorum.

-Bilirim seni beyim, bilirim. Rabbim seni iyilik yapasın diye yarattı. Bugüne kadar öyleydin, bu günden sonra da öyle ol.

-Merak etme öyleyimdir ben Gülbahar Hatun. Mandıranın genişletilmesi bitti. Evlerin çatıları kalmış. Kışa kalmadan bitirdik sayılır. Şimdi sıra düğüne geldi.

-Ne zaman yapalım düğünü Asım Çavuş?

-Bu kez de sen karar ver.

Gülbahar Hatun, Asım Çavuş’un gözlerinin içine baktı:

-Sahi mi Asım Çavuş, ben mi karar vereceğim.

-Sen karar ver.

-O zaman sıkı.

-De söyle hatun.

-Söylüyorum.

-Söyle, şimdi sen çatlatıyorsun insanı.

-Bir ay sonra. Yani Ekim ayının on beşinde.

-Nerden bildin benim düşündüğümü?

-Hep sen bilecek değilsin Asım Çavuş.

Xxx

Salih Bey ile Gülizar, Çit yol ayrımındaki Mehmetalilerin hayrat çeşmesine kadar atları tırıs sürerek geldiler. 

-Bu çeşmede duralım çoban kız.

-Sen bilirsin beyim.

-Bu çeşmenin suyu çok güzel, suyundan içelim, biraz otururuz hem de atlarımız dinlenmiş olur. 

Atlardan indiler. Salih Bey, Şahım’ı serbest bıraktı, Gülizar ise Alaca’yı çeşmenin önündeki tut ağacına bağladı. Önce Gülizar daha sonra da Salih Bey, elini yüzünü yıkayıp çeşmenin soğuk suyundan doya doya içtiler.

-Bizim yaylanın suyuna çok benziyor, dedi Gülizar.

-Çok güzel, çok tatlı bir su. 

Çeşmenin kenarındaki oturmak için konulan taşlara oturdular. Bir süre konuşmadılar. 

-Biliyor musun? Dedi Gülizar.

-Biliyorum, hep senle beni konuşuyorlar.

-Evet, öyle, bir bey bir çoban kızı nasıl sever diyorlarmış.

-Benim gönlüm sana, senin gönlün bana düştü Gülizar. Babam da bir çobandı annemle evlendiği zaman. Babam şimdi bey oldu. Evlendiğimizde sen de sultan olacaksın. Çoban kız sultan olacak.

-Bana hep ‘çoban kız’ kız de beyim.

-Olsun çoban kız Gülizar. Bir şey alsaydık yanımıza burada güzelce yerdik.

-Ben aldım, kete yapmıştım, iki tane aldım. Üzerlerine de bal sürdüm. Bekle getireyim.

-İyi ki sana gönlüm düştü çoban kız.

-İyi ki sana gönlüm düştü Salih Bey.

Keteleri ağız tadıyla yerken:

-Biliyor musun Çit köyündeki Guş Nene anlatmıştı bana çoban kız.

-Neyi?

-Şu yukarı kayalıkların içerisinde Paşanın Petekliği varmış.

-Kayaların için de mi?

-Evet.

-Guş Nene’nin anlattığına göre, o kayalıkların bulunduğu yerde bir mağara varmış. O mağarada Paşa adında herkesten uzak birisi yaşarmış. Kimse ile konuşmaz, her ihtiyacını kendisi alırmış. Yüze yakın kovanı varmış. Sürekli arılarıyla uğraşırmış. Yaz, kış mağarada yatarmış. Her hafta kasabaya gider, ihtiyaçlarını alır gelirmiş. Hiç de evlenmemiş. Arılarına çok iyi bakarmış. Bazıları onun arılarla konuştuğunu söylermiş. Arılar ona o kadar alışmışlar ki, Paşa’yı arılar hiç ısırmazmış. Arılardan sağdığı balları kasabaya götürür satarmış. Kasabada herkes Paşa ne zaman bal getirecek diye beklermiş. Paşa’nın balının ünü kulaktan kulağa yayılmış, İstanbul’da Sultanın kulağına kadar gitmiş. 

Paşa’nın balını merak eden Sultan, o yıl elde edilecek balın tümünün kendisine gönderilmesini istemiş. Bu isteği Paşa’ya iletmişler. Paşa:

“-Benim balımı alanlar var. Her yıl balımı onlara veririm” demiş. Ancak ne var ki, Sultan emri, ballar mutlaka İstanbul’a gidecekmiş. Aradan zaman geçmiş ve bal sağım zamanı gelmiş. Askerler gelmiş, balın sağımını beklemeye başlamışlar. Günler günleri kovalamış. Paşa arıları bir türlü sağmıyormuş. Askerler, “Hadi sağ arıları” diye Paşa’yı sıkıştırmışlar. 

Paşa, bakmış olacak gibi değil, “Tamam, yarın sağacağım” demiş ve askerler her zamanki gibi beklemeye başlamış. Verdiği sözlerden dönmek istemeyen Paşa, gece yarısından sonra, yüze yakın arı kovanını kayalıklardan aşağıya yuvarlamış ve kendisi de gecenin karanlığında kaybolmuş. Arıların sağımını bekleyen askerler sabah olduğunda bir de ne görsünler her tarafı arı ordusu sarmış. Askerler kaçarak arılardan kendilerini zor kurtarmışlar. 

Paşa ise o gidiş gitmiş ve bir daha yüzünü gören olmamış. Onun için o kayalıklara Paşanın Petekliği derlermiş.

Xxx

(Devamı var)

YORUM EKLE
YORUMLAR
Fırtına29
Fırtına29 - 4 yıl Önce

Devamını bekliyoruz.admin hayırlı cumalar.

Fırtına 29
Fırtına 29 - 4 yıl Önce

Admin cumartesi ve pazar anladığım kadarıyla makalenin devamı yok..

Admin
Admin @Fırtına 29 - 4 yıl Önce

Doğrudur. Yalnızca hafta içi 5 gün yayınlıyoruz