Salih Bey Köprüsü (24)

Gülbahar Hatun, teknedeki hamura baktı. Hamur tekneden taşarcasına kabarmıştı.

-Hamur geldi kızım, fırını temizleyip ekmekleri fırına atalım.

-Olur ana.

Gülizar, önce ağzı öne eğik uzun saplı kürekle fırının içerisindeki kömürleri ve külleri çekti. Daha sonra “parduç” denilen ince ve uzun bir sırığın ucuna bağlı bol bez parçaları ile fırının içerisindeki külleri tamamen temizledi.

Yörede fırına iki çeşit ekmek veriliyordu. “Baş ekmek” ve “son ekmek” Baş ekmekler büyük, son ekmekler ise baş ekmeğin yarısı kadardı. 

Gülbahar Hatun, ağaçtan yapılmış fırın küreğini aldı, fırının başına geçti.

-Hadi kızım, önce baş ekmekleri verelim fırına. 

Fırın ağzına kadar dolunca, Gülbahar Hatun, fırının ağzını kapattı. Bir saat sonra fırının kapağını açarak ekmeklerin pişip pişmediğine baktı.

-Az bir şey daha bekleyelim, dedi.

Kısa bir süre sonra fırını açıp bakan Gülbahar Hatun:

-Tamamdır kızım, çıkaralım ekmekleri.

-Olur ana, ben çıkarırım dedi Gülizar.

Ekmekler fırından çıktıkça ortaya mis gibi bir koku yayılmaya başladı. Ekmeklerin kokusu insanın iştahını kabartıyordu.

Gülizar, son ekmeği çıkarıp fırının önündeki sete koyunca Gülbahar Hatun, ekmeği üstünden daire şeklinde kesti. Kesilen bölümü kaldırdı ve içerisine üç kaşık tereyağı koyduktan sonra çıkardığı parça işle kapattı. 

-Kızım Asım Çavuş, çoktan kokuyu almıştır. Bu ekmeği ona götür, yanına da bir tas yoğurt koy. Çok sever.

-Hemen ana.

Gülizar ekmeği Asım Çavuş’a verdikten sonra, baş ekmeğin yarısı kadar olan son ekmekleri fırına atmaya sıra gelmişti. 

Son ekmekler hamur bitinceye kadar fırına atıldı. Gülbahar Hatun yeniden fırının ağzını kapattı. Sıra komşulara verilecek ekmeklere gelmişti. 

-Kızım, on tane ekmeği ortasından kes. 

Gülizar, denileni yaptı. Kesilen ekmekler, konağa yakın evlere götürüldü. 

Yörede, ekmek yapan haneler, çevresindeki komşulara ya yarım ya da tam ekmek verirlerdi. Etrafa yayılan ekmek kokusuna imrenilmesin diye bir gelenek haline getirilmişti. Yarım ekmek getiren komşuya yarım, tam ekmek getiren komşuya ise tam ekmek veriliyordu.

Gülizar çevredeki komşulara ekmekleri verdikten sonra büyük salona geldi. Asım Çavuş, Gülbahar Hatun ile Salih Bey, az önce yağ konulan ekmeği hemen hemen yemişlerdi. 

-Gel kızım gel, bunların boğazı büyük, ben senin payını aldım. Sobanın altına koydum soğumasın diye. Bir tas yoğurt al sen de ye, dedi Gülbahar Hatun. Gülizar söyleneni yaptı. Kenara çekilerek yağlı ekmek ve yoğurdu iştahla yedi, yorulmuştu.

Asım Çavuş, Gülbahar Hatun’a laf atmadan geri kalmadı:

-Bu ekmeğin hamurunu kim yoğurduysa çok güzel yoğurdu, ekmeğin lezzeti bir başkaydı bu kez.

-E, ne yaparsın yaşlandık. Bugüne kadar yaptıklarıma say. Yaptığım ekmeklerin fırından çıkmasını sabırsızlıkla beklediğin günleri unutma. 

-Unutmam Gülbahar Hatun, unutmam. 

Gülbahar Hatun ile Gülizar fırın evine geldiler. Fırının ağzını açan Gülbahar Hatun, 

-biraz daha pişsinler kızım. Biz baş ekmeklerden on tane ayıralım, diğerlerini peksimet yaparız.

Öyle yaptılar. Güzel pişmiş on tane baş ekmeği ayırdılar. Diğerlerini peksimet halinde kestiler. Gülizar, baş ekmekleri kilere taşıdı, tavanda asını duran ekmek merdivenine dizdikten sonra fırın evine geldi.

Fırının ağzını bir kez daha açan Gülbahar Hatun:

-Tamamdır kızım, çıkaralım ekmekleri.

-Gülizar son ekmekleri birer birer çıkardı, Gülbahar Hatun’a verdi. Sıra peksimet halinde kesilen baş ekmeklerin fırına verilmesine sıra geldi. Kaynana ve gelin gönül rahatlığıyla fırının ağzını kapattılar. Gülizar, son ekmekleri de kilere taşıyarak, az önce dizdiği baş ekmeklerin yanına dizdi. Ekmek pişirme işi akşam saatlerine kadar tamamlandı. Her ikisi de yorulmuştu. 

-Hadi gel kızım, geçelim salona, biraz dinlenelim. Akşam yemeğine de Allah kerimdir, dedi.

Xxx

Kar kapıya dayanmıştı. Kış kendini iyice gösteriyordu. Asım Çavuş, konağın penceresinden kar yağışını seyrediyordu. Yoğun kar yağışından beş-on metre ilerisi dahi görülmüyordu. 

-Bu kar böyle devam ederse, bir metreyi bulur Gülbahar Hatun.

-Allah’ın işi karışılmaz. Kar berekettir.

-Öyle öyle hatun. Bir sıkıntımız yok çok şükür. 

Gülizar, Asım Çavuş’un kahvesini getirdi. 

-Afiyet olsun baba, dedi.

-Sağol kızım, sen geldin geleli Gülbahar Hatun unuttu bizi ama olsun, senin yaptığın kahve bir başka.

-Yok baba, anam benden daha iyi yapar kahveyi.

-Bakma kızım sen onun ağzına, zamanında da bana derdi, senin yaptığın kahveyi hiç kimse yapamıyor derdi bana

-Öyledir ana.

Asım Çavuş, kahvesinden bir yudum aldı. Kahveyi çok beğendiğini Gülizar’a bakarak gösterdi.

-Baban ne yapar kızım, epeyce oldu görmedim onu.

-Mandırada baba.

-Ne yer ne içer, adamcağız yalnız kaldı.

-Çobanlar hizmetinde eksik etmiyorlar baba, sordum ben ona. Bugün kar yağmasaydı, ziyaretine gidecek, üstünü başını yıkayacaktım. 

-Kar durduğunda gidersiniz Salih ile kızım.

-Bakalım ana.

-Gidin gidin, dedi Asım Çavuş.

Dışarıda yağan kar öğleye doğru hızını kesti. Güneş az da olsa kendini göstermeye başlayınca, dışarıda çok güzel görüntüler oluştu.

-Her taraf gelinlik giydi gibi Gülbahar Hatun, dedi Asım Çavuş. Meyve ağaçları kardan görülmüyor. Senin giydiğin gelinliğe benziyor.

-Abartma Asım Çavuş. Sanki bana doğru dürüst bir gelinlik giydirmiş gibi konuşuyorsun.

-Ne yapalım, bizim zamanımızda ne varsa onu giydirdik sana, o gün ile bugün bir mi?

-Kör Asım’ın atı olmasaydı eşeğe bindirecektin beni.

-Kapımda o vardı.

Xxx

Kırçılın Süleyman, Cicar Ali, Dursun Ali ve Mustafa ile mandırada sürünün öğlen yemlerini ve sularını verdi. Yemleme işi bitince evine döndü. Artık tek yaşıyordu. Gülizar, Salih Bey ile evlendikten sonra yalnızlık içini burkuyordu. Evden içeri girmek istemiyordu ama yapacak bir de yoktu. 

Evin kapısını istemeyerek de olsa açtı. Sönmek üzere olan sobaya odun attı. Sobanın üzerinde kaynamakta olan suyu aldı. Çay demledi. Bugün her nedense içi bir tuhaftı. Duvarda kılıfı ile asılı olan kavalını aldı. Uzun zamandır çalmamıştı. Kavalını kılıfından çıkardı. Tozlanmıştı. Önce kılıfın tozunu aldı. Islan bir bezle kavalını sildi. “Çalsam mı çalmasam mı? Diye sordu kendi kendine. “Unutmuş da olabilirim ama yine de bir deneyeyim” diyerek üfledi kavalına. Kızı Gülizar ile karşı karşıya çaldığı günler ve geceler geldi aklıma. İçi bir kez daha burkuldu. Oldukça dertli uzun hava çalmaya başladı. Kavalın sesi insanın içini burkuyordu. 

Acı ve hüzün doluydu kavalın sesi. Dertli havaları peş peşe çaldı Kırçılın Süleyman. Cicar Ali, Dursun Ali ile Mustafa, dışarıdaki soğuğa rağmen Süleyman’ın evinin önüne geldiler. Dinlemeye başladılar.

-Çok dertli çalıyor, dedi Cicar Ali.

-Hem de çok.

-Bir derdi mi var acaba?

-Kız gitti, yalnız kaldı.

-Allah kimseyi yalnız bırakmasın.

-Amin.

-Kendi pişirip kendi yiyor.

-Bizim verdiğimiz yemekleri kabul etmiyor.

-Bulaşığını, çamaşırını da kendisi yıkıyor.

-Yalnız olmaz, bulsa bir helal süt de evlense.

-O kadar dul kaldı evlenmedi, şimdi evlenir mi ki?

-Evlense iyi olur, en azından rahat eder.

Üşümüşlerdi, evlerine dönmek zorunda kaldılar. Evlerine bile girerken kulakları hala dertli ve hüzünle çalınan kavalın sesindeydi. 

Kırçılın Süleyman, kaval çalmaya o kadar dalmıştı ki, çalınan kapı sesini bile duymadı. Şahım’ın kişnemesiyle kendine geldi. Kavalını iki dudağının arasından indirdi. 

-Bu Şahım’ın kişnemesi.

Hemen kapıya koştu. Salih Bey ile kızı Gülizar’ı karşısında görünce önce şaşırdı. Kızına kırk yıllık hasret giderircesine sarıldı. Baba kız bir süre birbirlerine sarılı kaldı. Kızını bırakan Süleyman, Salih Bey’i de kucakladı. Salih Bey, eğildi Süleyman’ın elini öptü.

-Hoş geldiniz, girin içeri üşüyeceksiniz. Ben atları içeriye alayım. Siz girin.

Salih Bey ile Gülizar, sobanın yandığı odaya girdiler. Üşüyen ellerini bir süre sobada ısıttılar. Atları ahıra çeken Süleyman, koşarak eve geldi. 

-Hele oturun, çayı da yeni demledim, ben daha içmedim, birlikte içelim, içiniz de ısınır.

-Ben koyarım çayları baba, sen otur, dedi Gülizar. Kete de yapmıştım, beraber yeriz diye fazla getirdim. 

Terkiden keteleri çıkardı. Ortaya kurduğu sofranın üzerine koydu. Çayları da doldurunca çok samimi bir ortam oluştu. Az önce eve girmek istemeyen Kırçılın Süleyman’ın, hüznü gitmiş, mutluluğu gözlerinden okunuyordu.

-Ne iyi ettiniz de geldiniz.

-Kavalı çok dertli çalıyordun baba, dedi Gülizar.

-Biraz öyle oldu kızım, diyebildi Kırçılın Süleyman.
 

(Devamı var)

YORUM EKLE
YORUMLAR
Fırtna29
Fırtna29 - 4 yıl Önce

EyvAllah sağolasın admin.