Salih Bey Köprüsü (34)

Gülizar, sabah erkenden kalktı. Salih Bey hala uyuyordu. Bir süre, gönlünü verdiği eşine baktı. Saçlarını okşadı. Eğildi, alnından öptü. Sobayı yakma üzere büyük salona indi. Odunları sobanın içerisine yerleştirdi, çırayı da yaktıktan sonra özenle sobanın içerisine yerleştirdi. Çay suyunu sobanın üzerine koydu. 

Sofrayı kurdu. Asım Çavuş, erken iner diye kahvaltılıkları sofraya koydu. Kaynayan su ile çayı demledi. Sobanın yanına koyduğu alçak iskemleye oturdu. Bugün çok heyecanlıydı. Asım Çavuş’un kendisinin yaylaya gitmesine izin vereceği umuduyla beklemeye başladı. Elini karnına götürdü. Az da olsa büyüyen karnını yokladı elleriyle. “Kız mı erkek mi?” diye sordu kendine. Salih Bey de bir şey söylemedi bugüne kadar kendisine, kız ya da erkek olsun diye.

Salona ilk inen her zamanki gibi yine Gülbahar Hatun oldu. Gülizar’ın sobayı yaktığını, sofrayı kurduğunu görünce:

-Benim güzel kızım yine bizden erken kalktı. 

Gülizar, Asım Çavuş’un ne söylediğini merak eder gözlerle baktı Gülbahar Hatun’a. 

-Babam izin verecek mi ana?

-Bir şey söylemedi kızım, birazdan inecek anlarız.

-Verirse de vermese de canı sağ olsun babamın.

-Amin kızım. Baban ininceye kadar siron haşlar mısın?

-Hemen ana. 

Sobanın üzerine yağı koydu Gülizar, sironları dizdi. İbrikten kaynayan sudan aldı. İçinde çökeleği ezdi. Siron tepsisini sofraya koydu. Her şey hazırdı. Asım Çavuş, merdivenlerden inerken önce çökelekli su ile sironları ıslattı, eriyen tereyağını sironun üzerinden gezdirdi. 

-Hangi dağda kurt öldü Gülbahar Hatun? 

-Kurt ölmedi, canım siron çekti, sağ olsun güzel kızım hemen yapıverdi. Otur, soğumasın. 

Salih Bey de inince Gülizar çayları doldurdu. Asım Çavuş hem yiyor hem de ara sıra Gülizar’a bakıyordu. Sofradakiler, Asım Çavuş’un ağzından çıkacak sözleri kahvaltıdan daha çok önemsiyorlardı. Asım Çavuş da durumun farkındaydı. Biten çayını Gülizar yeniden doldurdu.

-Biraz demli olsun kızım, dedi.

Sofradakiler ne diyeceğini beklerken, onun çayının demli olmasını istemesi en çok Gülbahar Hatun’un dikkatini çekti, “Konuşacak yaşlı kurt ama hala düşünüyor” diye geçirdi içinden.

Asım Çavuş ise çayını bitirdikten sonra her zamanki ağaç peykenin üzerine çıkarak, ayağının birini altına, diğerini ise dizini kırarak oturdu. Minderin kenarında duran, Kars’ta askerliği sırasında bir köy muhtarının hediye ettiği sedeften tesbihini çekmeye başladı.

Kimse konuşmuyordu. Gülizar sofrayı kaldırıyordu. Güneş pencereden içeriye vuruyordu. Gülbahar Hatun, oturduğu yerden kalkarak sırtını güneşe verdi. 

-Gülizar, dedi Asım Çavuş, senin kaval duruyor mu?

Gülbahar Hatun, “hele şükür konuştu, ama kavalı niye sordu ki, dur bakalım altından ne çıkacak?” dedi kendi kendine. 

-Duruyor baba.

-Ne zamandan beri eline almadın?

-Çok oldu baba

-Unuttun şimdi çalmasını, değil mi?

-Öğrenmiş bir kere, yeni çalmıyor ki Asım Çavuş, dedi Gülbahar Hatun.

-Çalmaya, çalmaya unutursun hanım.

-Benim güzel kızım unutmaz.

-Hele dur bakalım hanım, kızımız ne diyecek?

-Çalabilirim baba.

-Çalmak ister misin?

-Şimdi mi baba?

-Yok yani çalmak ister misin?

-Siz isterseniz çalarım baba.

-Bana değil, Güloğlu Yaylası’nda çalmak ister misin?

Herkes şaşkındı. Yaşlı kurt sözü nereye getirecek diye merak ediyordular. 

-Seni Güloğlu Yaylası’na yollasam çalar mısın?

Gülizar, büyük bir sevinçle:

-Çalarım baba, çalarım, dedi ve koşarak Asım Çavuş’un elinden öptü. Gülbahar Hatun’un yanına gelerek onun da elinden öptü.

-Ben sana demedim mi kızım, Asım Çavuş merhametlidir. Sabah olsun, o seni yaylaya yollar.

-Biz şimdi yaylaya mı gideceğiz baba? Diye sordu Salih Bey.

-Evet, gideceksiniz. Gelinim, güzel kızım Şahım’a binecek. Dizginler senin elinde olacak. Arkada ise kahya gidecek. Ne sen ne de kahya ata binmeyeceksiniz. Önde sen, arkada kahya tedbir alacak. Güzel kızımı yaylaya sağlıklı götürüp, sağlıklı getireceksiniz. Akşam yaylada kalacaksınız. Gelinim at üstünde fazla kalmasın. Yarın öğlene doğru yayladan çıkıp geleceksiniz.

Gülizar, sevincinden yerinde duramıyordu. Asım Çavuş’un bir elini bırakıp, diğer elini öpüyordu.

-Çok sağ ol babacığım, sen bir tanesin.

-Sen de sağ ol kızım. Atın üzerinde çok dikkatli olacaksın. Rahatsız olursan, hemen geri döneceksin. Hadi şimdi git hazırlan. Kavalını da al yanına. O güzelim yaylada baban gibi sen de kavalını çalardın. Salih de kahyaya haber versin, hazırlansın. Giderken de yiyecek bir şeyler götürün yaylaya.

Gülizar, sevinçle merdivenleri çıkarken, Gülbahar Hatun da terkiye yiyecek bir şeyler koymak için kilere gitti.

Xxx

Kırçılın Süleyman’ın içi buruktu. Yayla evinde tek başına kalıyordu. Gülizar olsaydı, çoktan kalkmış, sobayı yakmış, çayı demlemişti. Kelifin küçük penceresinden içeriye sızan güneş ışığı ile kalktı. Üstünü giydi. Dışarıda güneş vardı ama kelifin içerisi soğuktu. Kapıyı açtı. Kucağına aldığı odunlarla sobayı yaktı, çay suyunu sobanın üzerine koydu. Yeniden dışarıya çıktı. Cicar Ali’nin karısı ile Dursun Ali’nin karısı koyunları sağıyordu. Çevirmeye kadar geldi. Bugün Cicar Ali koyunları, Dursun Ali ise kuzuları yaylıma çıkaracaktı. 

-Kuzuları ne zaman sütten keseceğiz Dursun Ali?

-Üç beş gün daha bekleyelim, keseceğiz Süleyman amca.

-İyi, kuzuları fazla uzağa götürme, bu çevrede otlat. Yayladan fazla uzaklaşma.

-Olur Süleyman amca.

Kırçılın Süleyman, yeniden kelife döndü. Demliğin kapağını açtı.

-Demlendi… Demlendi ama benim iştahım da yok, tek başına da yenilmiyor ki.

Çayını doldurdu. Birkaç tane zeytin, biraz da peynir koydu sofrasına. İştahsız iştahsız yemeye başladı. Aklında hep Gülizar vardı. Mandırada iken bu kadar içi burkulmuyordu. Yaylaya çıkınca, Gülizar’ı daha çok özler oluyordu.

-Ne yapalım, yalnızlık kaderimmiş, dedi kendi kendine, Allah, kimseyi yalnız bırakmasın. 

Xxx

-Köy çıkışına kadar yürüyeceğiz baba. Çıkışta Gülizar’ı ata bindireceğiz, dedi Salih Bey.

-Tamam, çok dikkatli olun, size bir can değil iki can emanet ediyoruz.

-Meraklanma baba.

-Hadi selametle, Süleyman’a selam söyleyin.

Salih Bey ile Gülizar, önde yan yana, arkada kahya Kerim köyü yürüyerek çıktılar. Köy çıkışında, Gülizar’ı, Şahım’a bindirdiler. 

-Eyeri sıkı tut çoban kız. 

-Olur beyim.

Şahım’ın dizginleri Salih Bey’in elinde, kahya Kerim arkadan geliyordu. Salih Bey, sık sık geri bakarak Karadüz’e kadar çıktılar. 

-Dinlenelim mi çoban kız?

-Sen bilirsin beyim.

Kahya ile Gülizar’ı tutarak Şahım’dan indirdiler. Terkiden çıkardıkları minderi bir taşın üzerine koyarak Gülizar’ı oturttu Salih Bey.

-Ben, ata biniyorum beyim, sen yürüyorsun, alışık değilsin buralarda yürümeye.

-Doğru hep at üstünde gittim, geldim ama yürümek de güzel Çoban kız.

Bir süre dinlendiler. Güneş yükseldikçe daha da ısıtıyordu. Doğa adeta “Ben çok güzelim, güzelliğimi görün” dercesine rengarenk çiçeklerle kendini gösteriyordu. Yeşilin hakim olduğu doğada açan çiçeklere kelebekler, arılar o çiçek senin bu çiçek benim diyerek konup kalkıyorlardı. Renkli kanatları ile kelebekler, doğaya ayrı bir güzellik katıyordu. Bir süre konuşmadan doğadaki güzelliği izledikten sonra Gülizar’ı yeniden Şahım’a bindirerek yola koyuldular. 

Çeşitli öykülere konu olan göle kadar hiç dinlenmediler. “Limni” gölüne gelince yine Gülizar’ı dikkatlice attan indirdi Salih Bey ile kahya Kerim. Gölün kenarına oturdular.

Öten kuşlar, ayrı bir güzellik katıyordu göle. Gölün içerisine yansıyan çevredeki çam ağaçları doyumsuz bir güzellik oluşturuyordu. Dünyanın hakim rengi olan yeşili göl çevresinde görmek mümkündü. O hakim rengin içerisinde açan çiçekler, yansıdıkları gölün berrak suları içerisinde doyumsuz bir görsel sergiliyordu. Bir süre konuşmadan doyasıya izlediler o güzelliği. 

-İyi ki babam izin verdi beyim, dedi Gülizar.

-Evet çoban kız.

-Kalkalım istersen.

-Kalkalım.

Gülizar’ı yeniden şaha bindirdiler. Kurt Boğazı’na doğru yollandılar.

Xxx

Asım Çavuş ile Gülbahar Hatun, cibinlikte oturuyorlardı. Öğlene doğru güneş daha da ısıtıyordu. Gülbahar Hatun, sırtını yine güneşe vermişti. Zaman zaman ağrıyan belini güneş ışınları ile ısıtmaya çalışıyordu. Sırtı ısındıkça bel ağrısı gevşiyor, az da olsa rahatlıyordu. 

-Asım Çavuş, sana bir soru soracağım ama…

Karısının gözlerinin içine bakan Asım Çavuş:

-Ne zamandan beri izin alarak soru sormaya başladın hanım, ne soracaksan sor.

-Kızmayacaksın.

-Sana ne zaman kızdım ki?

-Kızdığın çok olmuştur, sen unutursun ama ben unutmam.

-Sor, sor, kızmayacağım.

-Sen Gülizar’ı mı çok seviyorsun, yoksa karnındaki bebeği mi?

Asım Çavuş’un kaşları çatıldı:

-Böyle soru olur mu Gülbahar Hatun, ne demek Gülizar’ı mı çok seviyorsun, karnındaki bebeği mi? Ben her ikisini de çok seviyorum. Gülizar, karnında benim torunumu taşıyor.

-Ne bileyim, Gülizar’a bir şey olursa karnındaki bebeğe bir şey olur korkusu içerisindesin.

-Sen değil misin?

-Doğru, ben de öyleyim. İnşallah yayladan sağ selim, herhangi bir şey olmadan dönerler. 

-Dönerler… Dönerler…

(Devamı var)

YORUM EKLE