Salih Bey Köprüsü (37)

Asım Çavuş, konağın önündeki dut ağacından kopardığı olgunlaşmış dutlardan yiyordu. Daldan koparıp ağzına attığı dutlardan büyük tat alıyordu. Olgunlaşan dutların yere düştüğünü görünce:

-Yazık oluyor, silkelemek, pestil yapmak zamanı geldi. Gülbahar Hatun bu sene pestil yapmaya niyeti yok mu? Böyle duttan pestil yapmayacaksın da hangisinden yapacaksın? Diye söylendi kendine.

-Hayırdır Asım Çavuş, kendi kendine mi konuşmaya başladın?

-Yok hatun, dutlar çok güzel, dökülmeye başladı, Gülbahar Hatun, bu yıl pestil yapmayacak mı diye soruyordum kendi kendine.

-Pestili yemesi çok güzel ama eziyeti çok Asım Çavuş.

-Ben de yardım ederim ana, dedi Gülizar.

-Yok, dedi Asım Çavuş, sen değil, kahya ile seyisin eşleri yardım ederler. Onlar zaten her yıl yardımcı oluyorlar Gülbahar Hatun’a. Sen onlara söyle gelsinler. Dutlar dökülüyor, yazık olmasın.

Kahya Kerim ile Seyis Murat, eşleri ile birlikte geldiler. Şeyran’dan alınan ala kilimler dut ağacının altına serildi. 

-Seyis, sen iyi silkeliyorsun, çık bakalım, ama dikkatli ol.

Asım Çavuş, dut ağacının dalları silkelendikçe, ala kilimlerin üzerine düşen dutların çıkardığı “patır patır” seslerinden büyük haz alıyordu. Yanında oturan Gülbahar Hatun’a:

-Hanım görüyor musun Yaradan, kullarım yesin diye neler yaratmış?

-Öyle bey.

-Sen çok pestil yaptın bugüne kadar ama çok anlatılan pestilin bir öyküsü var, bilir misin?

-Nereden bileyim bey, anlatmadın ki.

Dut, silkeleme işi bitti, seyis Murat, dut ağacından indi, ala kilime dökülen dutları çiğnememeye özen gösterdi. Asım Çavuş:

-Hele hepiniz gelin size bir öykü anlatacağım. 

Gülizar, kahya ve karısı, seyis ve karısı Asım Çavuş’un karşısına oturdular. Asım Çavuş’un nasıl bir öykü anlatacağını merak ediyorlardı.

-Siz bilmezsiniz ama Gülbahar Hatun çok iyi bilir. Atımla bazı günler sabah Gümüşhane’ye gider, akşam olmadan döner gelirdim. Çok iyi dostlarım, arkadaşlarım vardır orada. Yine bir gün atımla Gümüşhane’ye gittim. Çolağın Osman diye bir arkadaşıma uğradım. Beni bir türlü bırakmadı. Akşam kalmamda ısrar edince kıramadım. 

-Hatırladım, beni çok merakta bırakmıştın.

-Doğru, ama kalacağıma hiç imkan vermemiştim o zaman. İşte Çolağın Osman’ın evinde akşam yemeğini yedik, bir süre sonra çaylar demlendi. Pestil koydular, çayın yanına. Pestil çok güzeldi. Ağız tadıyla çayla birlikte yedik. 

-Benim yaptığım pestilden de güzel miydi Asım Çavuş?

-Sen de güzel yapıyorsun ama o pestilin tadı bir başkaydı. Neyse, gelelim öyküye. Öyküyü bana arkadaşım Çolağın Osman anlattı, ben de sizlere anlatacağım:

“Gümüşhaneli bir aileye, uzaktan gelen bir dost misafir olmuş. Bu aile dostuna birkaç günlük misafirliği sırasında kuru yemiş ve meyvenin yanında çıtır çıtır pestillerden de ikram etmiş. Adam pestili çok beğenmiş ve yedikçe yemiş. Sonra pestil neden ve nasıl yapıldığını sormuş. Ev sahibi de kısaca duttan yapıldığını ve yapılış şeklini anlatmış. Bu aile dostu ertesi yıl dutların olgunlaştığı yaz mevsiminde tekrar çıkagelmiş. “Arkadaş” demiş. “Bana pestil yapmak için dut verir misiniz? Götürüp pestil yapacağım”. Ev sahibi biraz düşünmüş, vermese dostunu küstürecek, verse acaba pestili kim yapacak? Neticede belki yapabilirler diye dostuna 4-5 teneke taze dutu teslim etmiş. Adam dutları alır, almaz teşekkür edip, pestil yaptırmak üzere çekip gitmiş.

Bir zaman sonra bu iki dost tekrar karşılaşmışlar. Adam hemen söze girmiş; “Yahu arkadaş bana verdiğin dutlar nasıl dut idi? Pestil yaptırdım ama bir türlü yiyemedik. Ne elde kopar ne de diş keser. O ne biçim pestil oldu. Kayış gibi sert, tadı lezzeti değişik, rengi de simsiyah oldu. Böyle dostluk mu olur? Kırk yıllık dostluğumuza rağmen sen bana pestil yapılamayan, güzel olmayan dutlardan verdin her halde” demiş. Arkadaşı bu işin sonunun böyle olacağını ta baştan bildiği için lafı sonuna kadar dinlemiş, sonra derin bir nefes almış ve Ey dostum! Verdikse sana sarı dutu verdik, ‘Sarı Gelin’i de vermedik ya, marifet sarı dutta değil ‘Sarı Gelin’dedir demiş.” 

-Doğru demiş, pestil yapan vardır, pestil yapan vardır!

-Kendine de pay çıkardın Gülbahar Hatun.

-Çıkarırım tabi, ben pestili bu köyde en iyi yapanlardan biriyim. Köyde pestil yapanlar hep benden öğrendiler.

-Yani sen şimdi kendini Sarı Gelin yerine mi koydun? Ama sen esmersin.

-Sarı Gelin de ne benim yanımda.

-Tamam tamam. 

Ala kilimler toplandı. Ocağa konulan iki kulplu büyük kara kazana döküldü. İçine bir miktar su eklendi ve kaynamaya bırakıldı. Bir süre kaynayan dutlar karıştırılmaya başlandı. Kazanın içi önce kırmızı, karıştırıldıkça kahverengi almaya başlandı. Dutların şırasının çıktığı kanaatine varılınca ikinci bir büyük kulplu kazanın üzerine açılan ince beze dökülerek süzdürüldü. Kazan ocağa konuldu. İçerisine un döküldü ve karıştırıldı. Katılaşınca kazan ocaktan indirildi. 

-Hele verin bakalım şu dut herlesinden, dedi Asım Çavuş.

Gülizar, getirdiği tabağa bir miktar dut herlesi koyup verdi. Herleden tadan Asım Çavuş:

-Çok güzel oldu, hadi serin yoksa biraz daha yiyeceğim. 

Getirilen bezlere dut herlesi serildi. Herle serilen bezler, kurusun diye güneşin sürekli aldığı alana götürüldü. Akşama kadar güneşin altında kalan bezlerdeki pestilin kuruduğuna kanaat getirilinde ters çevirerek ıslatıldı. Islatılan bezlerden pestil kolayca koparıldı. Bir süre kurutulduktan sonra katlanarak hazırlanmış ağaç kaplara konularak kilere taşındı.

-Bir daha ki silkelemede de pekmez yaparsınız Gülbahar Hatun.

Duymamazlıktan gelen karısına:

-İşine gelmeyince duymuyorsun hanım.

-Duydum, duydum.

Dutlanan ala kilimler yıkanmak üzere köy çeşmesine götürüldü.

Xxx

Salih Bey, köylüler tarafından yapılan yolu inceliyordu. Köy içerisinden başlayan ve Çit yol ayrımına kadar yapılan yolu iyi yapmıştı köylüler, aşağıda bulunan bağ, bahçe ve bostanlara zarar vermeden. Yol ayrımından kasabaya giden yola çevirdi Şahım’ı. Çalışanlar, Şeytan Kayalıklarına kadar olan bölümü de tamamlamış, onları bitiş yerinde dinlenirken buldu. 

-Çok güzel çalıştınız.

-Sağol beyim, dediler. 

-Akşama konağa gelin, kalan alacaklarınızı da ödeyelim.

-Acelesi yok beyim.

-Olsun, siz yine de gelin, dedi ve atını kasaba yoluna sürdü.

Xxx

Rüfet Usta, toprak damlı oldukça geniş bir marangoz atölyesinin sahibiydi. Babasından kalma marangozluk sanatını çocukları ile birlikte yürütüyordu. Kasaba ve köylerinde Rüfet Usta’nın sanatkarlığı çok beğeniliyor, aldığı işleri “temiz” yaptığı söyleniyordu. O nedenle çalışmaktan başını kaldıramıyordu. Kasabada tek marangozdu. Atölyesinin kapısı iki kanatlıydı. İçeride yapılan mobilyaların çıkarılması için iki kanatlı yapılmıştı kapısı.

Atını Burhan Usta’nın hanına çeken Salih Bey, doğrudan Rüfet Usta’nın Atölyesine geldi. Rüfet Usta, yeni bir harman makinası yapmakla meşguldü. Salih bey, önce “selam” verdi, ardından “kolay gelsin” dedi.

-Hoş geldin Salih Bey.

-Hoş bulduk Rüfet Usta 

-Hamdi oğlum koş bize hemen iki çay al da gel, dedi. Salih Bey’e yer göstererek oturdular.

-Ustam, babamın çok selamı var.

-Aleykümselam, getiren gönderen sağ olsun.

-Babam, altı tane harman makinesi yapmanı istedi. 

-Çok değil mi Salih Bey?

-Bizim deredeki her köye birer tane alacak.

-Şu anda elimde bir tane var. Onu alabilirsin ama diğerleri için biraz zamana ihtiyaç var.

-Olur ustam, zaten daha ekinler biçilecek olmadı. O zamana kadar biter sanırım.

-Biter Salih Bey.

-Bana bir fiyat söyle. Babam altı makinenin de parasını peşin öde dedi.

-Bitsin ondan sonra verirsiniz.

-Yok, ustam. Sen fiyat söyle.

Salih Bey, cebinden çıkardığı bir tomar para ile altı harman makinasının parasını ödedi. Ardından:

-Biz şimdi, şu makineyi alabilir miyiz?

-Alırsınız Salih Bey ama köye nasıl götüreceksiniz?

-O kolay ustam.

-Haydi hayırlı olsun, diğerlerini de harman zamanına kalmadan bitiririm.

-Oldu ustam, makineyi yarın almaya geliriz.

-Olur Salih Bey, babana çok çok selamlarımı söyle.

-Baş üstüne ustam. Kal sağlıcakla.

-Güle güle.

Salih Bey, Rüfet Ustanın atölyesinden çıktıktan sonra, kasabayı iki yakasına bağlayan üç gözlü kemer köprünün bitişiğinde bulunan Burhan Ustanın manifatura dükkanına geldi. Burhan Ustaya, ebe Gülsüm’ü sordu. 

-Yerinde durduğu yok ki, o köy senin, bu köy benim deyip çok sevdiği Sürmeli ile dolaşıp duruyor. 

-Aradan iki ay geçti bizim köye geleli Burhan Usta, geldiğinde söyler misin, bize de uğrasın.

-Olur söylerim beyim.

Henüz öğle daha olmamıştı. Burhan Ustanın manifatura dükkanı önünde, “Akşama çok daha var, acaba Gümüşhane’ye Şahım’la gidip gelebilir miyim? Diye sordu kendi kendine. “Neden olmasın?” deyip handan atını aldı. Kasaba çıkışında Şahım’a bindi. “Hadi Şahım yolumuz Gümüşhane” deyip atını dörtnala sürmeye başladı.

(Devamı var)

YORUM EKLE