Salih Bey Köprüsü (50)

Akşam saatlerinde Pırpır Ali’nin kahvesinin abonelerinden Tilki Kadir ile Çulsuz Ömer derin muhabbete daldılar. Pırpır Ali çay getirme bahanesine kulak misafiri oluyordu. Çayları fazla bulan Çulsuz Ömer:

-Pırpır, durmadan çay getiriyorsun, para var mı diye hiç sormuyorsun. Geçimini bizim sırtımıza mı bağladın?

-Yok, Çulsuz. Ben de senin gibi çulsuzun biriyim. Muhabbetiniz güzel, ben de çayla süsleyeyim, dedim. 

-Ha, çay parası almayacaksın?

-Düşünme parayı, verirsen verdin, vermezsen de canın sağ olsun.

-Eyvallah.

-Ama merak ediyorum, baş başa vermiş, fıs fıs ne konuşuyorsunuz?

-Gel hele otur, dedi, Tilki Kadir.

-Dur, üç çay daha alıp geleyim, ben de sizinle içeyim.

-Al da gel bakalım.

Pırpır Ali, çayları alıp oturdu. Kahvede başka kimse yoktu. Belli ki bu akşam pek gelen olmayacaktı.

-Kimse de gelmedi Pırpır Ali?

-Hiç sorma, gelmeyenlerin çayını da size yazacağım.

-Olur olur, dünyanın en akıllı insanı sensin herhalde, bize ne diğerlerinden?

-Siz çayı mayı bırakın da kafa kafaya vermiş ne konuşuyordunuz?

-Pırpır, bilirsin Asım Çavuş, çok güzel saz çalar, çok güzel türkü söyler.

-Bilirim de bir iki yıldır hiç saz çalıp türkü söylediğini duymadım.

-Diyoruz ki, dedi Çulsuz Ömer, bir akşam burada bir gece düzenleyelim. Hanımlar bir şeyler hazırlasın, çaylar da senden beyimize saz çalıp, türkü söyletsek.

-Benim bildiğim, sazı duvarda iki yıldır asılıyor, eline bile almadı. Nasıl ikna edeceksiniz beyimizi?

-Pırpır Ali, Gülbahar Hatun, senin hanımı çok sever, o Gülbahar Hatun’a söylesin, o da beyimize.

-Bence çalmaz, söylemez.

-Bizim hanımlar börek, kete yapsınlar, buradaki masalara yerleştirelim. Asım Çavuş’u da davet edelim.

-Güzel bir gece yapalım.

-Deneyelim ama çok da umutlu olmayalım.

-Senin hanım bir denesin bakalım, önce Gülbahar Hatun ne diyecek, o kabul ederse, beyimiz kırmaz onu.

-Deneyelim, bakalım. Ben de çok özledim onun sazını ve türkülerini.

Xxx

Öğle saatleriydi. Güneş adeta yakıyordu. Gökyüzünde tek bir bulut bile yoktu. Asım Çavuş, konak kapısından çıktı. Çevirmenin demirliklerine kadar geldi. Doğanın yeşilliğinin gittikçe kaybolduğunu görünce içi bir tuhaf oldu. Tarlaların ilkbahardaki yeşilliği yoktu artık. Köy içerisindeki bahçelerin ve bostanların yeşilliğinden başka yeşillik göremiyordu. “Yine güz geldi” diye geçirdi içinden. Demir korkuluklarına yaslandı. Köy mezarlığının altındaki bostanda komşu kadının fasulyelerini sularken gördü. Komşu kadın, sulama suyunun azlığı nedeniyle, elleriyle evleklerin başına suyun gitmesi için çabalıyordu. “Be kadın, başka işin yok da bu güneşin altında suluyordun. Sabaha seriniyle, akşam serinine ne oldu da ellerinle cırmalıyorsun?” dedi kendi kendine. “Bu susuzluğa son vermek gerek, yazık bu insanlara. Alacağı birkaç kilo fasulye ile ne yapacak bu kadın?” dedi. 

Kahya Kerim ile ebe kadın Gülsüm’ün çevirme kapısından içeri girdiğini görünce:

-Gülbahar Hatun… Gülbahar Hatun… diye karısına seslendi.

Kapıya çıkan karısı:

-Ne oldu bey, niye bağırıyorsun?... A, ebe kadın geldi… Hoş geldin ebe kadın.

-Hoş bulduk.

-Kusura bakma ebe kadın, hala bu Sürmeli’den vazgeçemedin?

-Yok, Asım Bey, vazgeçemem ama galiba vazgeçeceğim. Sürmeli ile son seferim.

-Yoksa benim dediğimi kabul mu ettin?

-Hayır, emekli oluyorum.

-Nasıl, ebeliği bırakıyor musun?

-Evet, başvurumu yaptım, Gülizar’ın doğumu son doğum olacak. 

-İyi ettin. Senin de dinlenmem lazım. Her şeyin bir zamanı var, zamanı da gelince bırakacaksın. Gel otur, yoldan geldin. Sürmeli sarsmıştır seni.

-Doğru söylersin. 

-Sana Gülbahar Hatun, yorgunluk ayranı versin, hava da sıcak, için ferahlar.

-Çok iyi olur, derin bir nefes alarak oturdu. Gülbahar Hatun’un getirdiği ayranı kana kana içti.

-Bir tane daha vereyim?

-Olur, Gülbahar Hatun.

-Peki senin yerine kim bakacak?

-Gümüşhane’den birini verecekler.

-Niye Gümüşhane’den, yok mu bizim kasabadan?

-Yok Asım Bey.

-Odanı hazırladı Gülbahar Hatun, Gülizar doğum yapıncaya kadar bizimle kalacaksın değil mi?

-Niye doğum yapıncaya kadar, ondan sonra git mi diyeceksin Asım Bey?

-Olur mu öyle şey, istediğin kadar kal. Hani da hep bizimle kalsan. Zaten gitmek istesen de göndermeyiz, değil mi Gülbahar Hatun.

-Öyle bey. Hele de emekli olduktan sonra. 

-Gülizar’ın doğumunu hayırlısı ile yapalım, ondan sonra düşünürüm Gülbahar Hatun… Sahi Gülizar nerede?

-Odasında.

-Yürütmüyor musunuz?

-Yürütüyoruz, her akşam Salih bir saat kadar yürütüyor onu.

-Güzel.

Xxx

Hilmiye kadının evinde her akşam bir araya gelen kadınlar, durmadan çorap örüyorlardı. Örülen çoraplar, çifter çifter katlanarak kıldan örülmüş çuvallara yerleştiriliyordu. Kadınların bir arada oluşu dedikoduları da beraberinde getiriyordu. 

-Asım Çavuş kabul etmiyor.

-Neyi kız?

-Çit Dersindeki bostanları dikmeyi.

-İyi ediyor vallahi. Sabahın alaca karanlığında kalk, in bostana, bahçeye. Akşama kadar uğraş. Bir sel gelsin alsın götürsün. 

-Akıllı adam vesselam.

-Öyle öyle.

-Bizim heriflerin bazıları karşı çıkmış.

-Neye karşı çıkmış ki?

-Çit Deresinde ekelim demişler.

-Bak sen.

-Asım Çavuş, ‘Bu yıl da zararınızı karşılayacağım. Eğer yeniden dikerseniz, sel gelip zarar verirse karışmayacağım’ demiş.

-Haklı.

-Haklı tabi.

-Adam bizim zararımızı karşılamak mecburiyetinde değil.

-Rüstem Çavuş’a liste göndermiş.

-Ne listesi?

-Bize bu kış yetecek kadar patates, fasulye, soğan, lahanaların.

-Hepimiz için mi?

-Evet, hepimiz için. 

-Bize çorapların örme parasını verecek.

-E, daha sonra.

-Çorapların parasını Rüstem Çavuş’tan almayacak.

-Olur mu kız?

-Çoraplar karşılığında bizim ihtiyaçlarımızı karşılayacak.

-Deme.

-Evet.

-Bir şey diyeceğim.

-De bakalım?

-Kabul eder misiniz bilmiyorum ama…

-De bakalım, ne diyeceksin?

-Biz de diyorum…

-Anladım, dedi Hilmiye kadın.

-Ne anladın abla?

-Biz de çorapların örgü parasını almayalım.

-Doğru vallahi.

-Almayalım.

-Almayalım.

-Var mısınız?

Hep bir ağızdan:

-Varız, dediler.

-Haydi, gece gündüz örelim, bir an önce bitirelim.

Xxx

“Yıllar önce Çitikebir köyünde iki genç evlenir” diye anlatmaya başlar Koca Yusuf Dede ve devam eder, “Evlendikten birkaç ay sonra delikanlı gurbet yoluna düşer. Gurbet elinde bir iftiraya uğrar. Düşer hapishaneye. Yıllarca yattıktan sonra saçı sakalı ağarmış olarak çıkar hapishaneden. Tutar köyünün yolunu. Ama aklından yavuklusu çıkmaz. Acep yavuklusu duruyor mu yoksa başka birisi ile mi evlendi? Köy yoluna koyulur. Varınca köye yavuklusunun koynunda bir delikanlı yatıyor. Ne bilsin kendi oğlu olduğunu. Bari der karnımı doyurayım da yine çekip gidim gurbet ellere der ve aldığı bir parça ekmekle geri döner.”

Pırpır Ali’nin kahvesinde herkes Koca Yusuf Dede’nin ağzından çıkacak kelimeleri ses çıkarmadan pürdikkat dinliyordu. Kadınlar, masaların üzerine yaptıkları börek ve keteleri koyuyor, hiç kimseden ses çıkmıyordu. Koca Yusuf Dede, “Hacı Bektaş Veli’ye sormuşlar, ‘Sizin dünya malı anlayışınız nedir? diye, Hacı Bektaş Veli şu cevabı vermiş: kimsenin ekmeğini yeme, kendi ekmeğini kimseden esirgeme. Elin açık, gönlün açık, sofran açık olsun. Ayıpları ört… Sırları tut… Öfkeni de yut…’

-İşte böyle dostlar. Ne mutlu size, hepimize ki Asım Çavuş gibi bir beyimiz var. Onu ben çobanlığından tanırım. Çobanlığı süresince ne hikmetse bu köyün hiçbir hayvanına zarar gelmedi. Nasıl teslim aldıysa, sahibine de aynı şekilde teslim etmiş. Çalışmış, çabalamış, bu günlere gelmiş. Ben kendisini çok severim. 

-Biz de sever sayarız, dedi Çulsuz Ömer.

-Oğlu Salih Bey de babasının yolundadır. O da yardımsever, yoksulun elinden tutar. Ben size iki örneği niye verdim biliyor musunuz? Eğer gurbete giden ve daha sonra hapse düşen, daha sonra tahliye olup köyüne gelen, yavuklusunun kucağında gördüğü delikanlı ile birlikte her ikisini de öldürmüş olsaydı, hem yavuklusunu hem de oğlunu öldürmüş olacaktı. Onun için siz siz olun, bir karıncayı bile incitmeyin. Allah’ın verdiği canı ancak Allah alır. Ekmeğinizi paylaşın. Eliniz, gönlünüz, sofranız açık olsun. Siz siz olun kimsenin malına elinizi uzatmayın. 

-Ne güzel konuştun Koca Yusuf Dede’m. Seni kahvemizde görmek hepimizi çok mutlu etti, dedi Pırpır Ali. Ağzına sağlık.

-Sen hiç konuşmuyorsun Asım Çavuş?

-Senin olduğun yerde bize söz düşmez dedem.

-Düşer Asım Çavuş, düşer… Ya sahi Asım Çavuş, senin hem sazın hem de sesin çok güzeldir. Yıllardır ne sazının sesini ne de senin sesini duymadım.

-Aman dedem, yaşlandım artık, ben de ses mi kaldı.

-Vardır Asım çavuş vardır. Ta Yusufdere’den kalktım oğullarımla buraya geldim. Bak ne güzel hazırlık yapmışlar. Ne mutlu sana ki, bütün komşuların hem seni hem de birbirlerini çok seviyorlar. Bu güzel ortamda seni n şu güzel sesini dinlemek isteriz.

-Seni kıramam Koca Yusuf Dede’m. Başım gözüm üstüne. 

-Getirin Asım Çavuş’un sazını.

Pırpır Ali, tezgahının altından Asım Çavuş’un sazını alıp getirdi.

-Bu saz ne zaman geldi buraya da benim haberim yok Pırpır Ali?

-Sultan anamdan istedim verdi beyim.

-Anlaşıldı, siz her şeyi hazırlamışsınız. 

Sazı eline alan Asım Çavuş, önce kılıfından çıkardı. Akordunu yaptı. Çalmaya başladı. Gecenin ilerleyen saatlerine kadar Asım Çavuş, yaşına rağmen hem çaldı hem de söyledi. 

(Devamı var)

YORUM EKLE
YORUMLAR
Fırtına29
Fırtına29 - 4 yıl Önce

EyvAllah admin.
İbrahim bey sizinde yüreğinize,kaleminize sağlık.