Salih Bey Köprüsü (67)

Çit Deresinin suyu her geçen dakika gittikçe artıyordu. Yağmur sularının dönüştüğü sel önüne kattığı ağaçları, odunları Şeytan Kayalıklarındaki ağaç köprüye vuruyordu, köprü yıkıldı yıkılacaktı. Salih Bey:

-Gülizar, bir an önce karşıya geçmemiz lazım, su gittikçe artıyor, köprü her an yıkılabilir. Bu durumda da geçmek çok tehlikeli, bir yerde oturup suyun azalmasını bekleyelim. 

-Olmaz Salih. Bebem süt bekler. Hem geç gidersek merak ederler, yollara düşerler.

-Ama köprü çok tehlikeli Gülizar, geçerken yıkılabilir. Arkadan durmadan sel geliyor. Ağaçlar köprüye vuruyor. Baksana köprü sallanıyor.

-Sen burada dur Salih, ben Doruk’la yavaş yavaş geçeyim.

-Olmaz Gülizar, seni tehlikeye atamam. 

-Geçmemiz lazım Salih, bebemin süt emmesi lazım.

-Sen kal, ben Şahım’la yavaş yavaş geçeyim. Köprünün durumunu kontrol edeyim.

-Neden sen Salih, önden ben gideyim.

-Köprüyü kontrol etmeliyim. Tartışmanız zamanı değil. Ben geçiyorum.

Salih Bey, Şahım’ı köprüye sürdü. Şahım, köprüye girişte başını yere eğdi. Yavaş yavaş kaldırdı.

-Hadi Şahım, dedi Salih Bey.

Şahım on metre uzunluğundaki köprüyü dikkatlice geçti. Salih Bey, karşıya geçer geçmez atından indi. Gülizar’a seslendi:

-Haydi Gülizar, gel. Sıkı tutun, geçerken köprü sallanıyor

Gülizar da Doruk’u köprüye sürdü. Salih Bey, bir Çit Deresi’ne bakıyor, bir Gülizar’a. Gülizar tam köprünün ortasına gelmişti ki, Doruk durakladı. 

-Durma Gülizar, sür atı.

-Gelmiyor.

Salih Bey, daha hızlı bağırdı:

-Ayaklarınla mahmuzla atı.

-Yapıyorum, gelmiyor.

Salih Bey, Çit Deresi’nden yeni bir selin daha büyük bir gürültüyle geldiğini görünce:

-Haydi Gülizar, yeni sel geliyor. Durma, mahmuzla atı. Haydi Gülizar, Gülizar, Mahmuzla Doruk’u

-Olmuyor beyim gelmiyor.

-Gülizar, sel geliyor, sel geliyor Gülizar, sel geliyor Gülizar…

Gelen sel, köprüye vurmasıyla köprü bir anda yıkıldı. Selin içerisine düşen Gülizar, birkaç saniye içerisinde gözden kayboldu. Selin sürüklediği Doruk ise düşer düşmez çabaladıysa da o da sel sularıyla sürüklenmeye başladı.

Salih Beyin bağırtısı, dağlarda taşlarda yankılanıyordu:

-Gülizarrrr…Gülizarrrrr…

Hem bağırıyor hem de Çit Deresini gören cılka bir yolda durmadan koşuyordu. Sesini duyanlar, “Ne oluyor?” diye birbirlerine soruyorlardı. Onlar da Salih Beyin arkasından koşarak ne olduğunu anlamaya çalışıyorlardı. Karşı kıyıda ise geldikleri yoldan Karabaş hem havlıyor hem de Salih Bey gibi o da koşuyordu. 

Salih Bey, arkasından gelenlerle birlikte Çit Deresi’nin Harşit Çayı ile birleştiği yere kadar koştu, nefes nefeseydi.

-Gülizar!... Gülizar!...diye bağırıyor, kendisini kavuşanların tesellisi bile işe yaramıyordu. Karabaş ise, karşı kıyıda durdu, durmadan havlıyordu. Gülizar ortalıkta yoktu. Çit Deresi çoban kızı Gülizar’ı yutmuştu adeta. Gelen selin, Harşit Çayı’nın önünü kesmesiyle büyük bir göl oluşturdu. Selin getirdiği ağaçlar gölde daire çizerek birikiyordu. Kısa bir süre sonra Doruk atın cansız bedeni de göle ulaştı. Gülizar’dan ise eser yoktu. 

Beklemeler sonuç vermiyordu. Salih Bey’in yanına gelen Giresunlu Şükrü:

-Hadi evlat, kalk, Allah’tan umut kesilmez. Dere kenarında hem karşı yakadan hem de bu yakadan aramalara başlayalım. Gel hadi, kalk aslanım. Sen bir beysin, her türlü zorluğa göğüs gerensin. Allah’tan gelene karşı konulmaz. Arayalım. İnşallah sağ salim buluruz. 

-Hiç sanmıyorum Şükrü amca, hiç sanmıyorum. Sel yuttu Aslan’ımın anasını, sel yuttu çoban kızı Şükrü amca. Sel yuttu Gülizar’ımı.

Xxx

Köylüler, kadın erkek konağın önünde toplandı. Gelen sel yolları kapamıştı. Köyün çıkışında selin büyük hasar verdiği yol adeta yok olmuştu. Karşıya geçmenin imkanı yoktu. Geri dönmek zorunda kaldı. 

-Beyim, yağmur durdu, sular azalıyor, olmazsa el ele tutar karşıya geçeriz, dedi kahveci Pırpır Ali.

-Olmaz, Ali, tehlikeye atamam sizi. Biraz bekleyelim, sular çekilsin.

Ebe kadın Gülsüm, Aslan bebeği koyun sütü vererek uyuttu. O da konağın önüne çıktı. Köylüler hepsi ayaktaydı. Herkesin gözü yoldaydı ama ne gelen vardı ne de giden. Kalabalığa sessizlik çökmüştü. Kimse konuşmuyor, bekliyordular. O sessizliği, konağın girişine hızla gelen Şahım bozdu. Tam kapıya gelince şaha kalktı, kişniyordu. Bir türlü susmak bilmiyordu.

-Eyvah! Diye bağırdı Asım Çavuş. Salih! Gülizar! Salihhh…

Sağ eli kalbinin üzerine gitti. Tam düşecekti ki yanındaki Kırçılın Süleyman, Asım Çavuş’a sarıldı. Onun nefesi daralıyor, dizlerindeki derman kesiliyordu. Süleyman’ın kucağında yere yığıldı.

-Açılın, diye bağırdı ebe Kadın Gülsüm, yere yığılan Asım Çavuş’un kalbine masaj yapıyordu ama ondan ses gelmiyordu. Yaptığı çabalar boşa gitti ebe kadın Gülsüm’ün. Asım Çavuş, orada can verdi.

Gülbahar Hatun’un çığlığı karşı tepeden yankılandı. Koşarak Asım Çavuş’un yanına geldi. Dizlerini dövmeye başladı. Kadın, erkek herkesin gözlerinden yaşlar gidiyor. Asım Çavuş’un başı Kırçılın Süleyman’ın dizleri üzerinde sırt üstü yatıyordu. 

İmam Mustafa:

-Komşular, açılalım. Beyimiz, Hakkın rahmetine kavuşmuştur. Allah’ın rahmeti üzerine olsun. Bundan sonra yapacağımız görevler vardır. Ben de üzgünüm ama bir kul olarak yapacağımız bir şey yok. Onun için yerden kaldıralım ve beyimizin yaptırdığı taziye evine götürelim. 

Köylüler, kadın erkek adeta şoktaydı. Salih Bey ile Gülizar ortada yoktu. Her zaman bindiği Şahım’ın üzerindeki Salih Bey nerede? Doruk atla kasabaya giden Gülizar yoktu. Diz kapaklarından aşağı ayakları yara bere içerisinde bulunan Şahım’ın binicisine ne oldu? Her zaman kendilerine yardımcı olan, zararlarını karşılayan Asım Çavuş, artık yoktu. Ya Salih Bey? Ya Gülizar? 

Gülbahar Hatun’u durdurmak, sakinleştirmek mümkün değildi. Kırçılın Süleyman, ne yapacağını bilmiyordu. Köylülerin yardımı ile taziye evine götürülen Asım Çavuş’un yerini kim alacaktı? Kadın, erkek toplanan bu kalabalığı kim akıl verecekti?

Kahveci Pırpır Ali, Kırçılın Süleyman’ın yanına geldi, koluna girdi:

-Süleyman abi, bize akıl verecek, bu insanları yönlendirecek biri lazım, bu da sensin. 

-Nasıl akıl vereyim Ali? Kızım ortada yok, Salih Bey ortada yok. Beyimiz Hakkın rahmetine kavuştu. Elim ayağım titriyor. Salih Bey ile kızıma bir şey oldu hissi var içimde Ali.

Mıcık Mustafa, Golov Mehmet’in yanına gelerek:

-Gelsene benimle.

İkisi çevirmenin dışına çıktılar. 

-Bak ne diyeceğim Mehmet, bizlere akıl verecek birisi lazım. Seninle Koca Yusuf Dede’nin yanına gidelim. Durumu anlatalım, alıp gelelim.

-İyi düşünmüşsün Mustafa, durmayalım, tarlalardan aşağı ineriz yanına.

Adeta koşar adımlarla tarlalara aşağı gidiyorlardı. Bele kadar çamura bulandılar. Zorla gidiyorlardı. Yağan yağmur her tarafı çamura çevirmişti. Kısa bir süre sonra nefes nefese Koca Yusuf Dede’nin konağına geldiler. 

Koca Yusuf Dede, telaşla sordu:

-Hayırdır Canlar, bu ne durum ne oldu.

Mıcık Mustafa bir solukta olanları anlattı. “Durmayalım” dedi Koca Yusuf Dede.

-Zülfikar, atı getir, çabuk ol.

Xxx

Seyis Murat, başını durmadan sallayan, dizden aşağı yaralarını yalayan Şahım’ı yerine çekti. Şahım’ın her tarafı çamura bulanmıştı. Önce güzelce tımar etti. Güzelce yıkadı. Yaralarını temizledi. Yemini verdi. Ama nafile, Şahım, yemiyor, gözleri kapıdaydı. 

-Hadi Şahım, ye… Ye ki yaraların iyileşsin. Derin değil yaraların korkma, Salih Bey’imize kısa bir sürede kavuşursun gözüm. Hadi ye yemini.

Şahım’ı seviyor, öpüyor, öpüyordu. 

-Büyük beyimiz gitti Şahım, gitti beyimiz. Bu nasıl iştir büyük Allah’ım? Salih beyimiz yok… Gülizar sultanımız yok… Ne oldular, kimsenin bir şey bildiği yok. Hadi ye Şahım ye şu yemi. Ye ki iyileşesin, yaraların savsın Şahım. 

Söylenen sözler Şahım’a kar etmiyordu. Sağ ön ayağı ile eşeliyor, başını sallıyordu. Kapı eşiğinde dizlerinin üzerine çöktü seyis Murat… Gözlerinden yumruk gibi yaşlar gidiyordu. Elleri koynunda, akan yaşlarına hakim olamıyordu. Şahım’ın kişnemesi ile kendine geldi. Ağır ağır kalktı, yanına gitti. Boynuna sarıldı. Öptü, kokladı.

-Haydi ye Şahım, çok üzüntülüyüm, bana teselli ver. Ne olur ye Şahım.

Şahım, önündeki yemliğe ağzını götürdü. Önce kokladı, yavaş yavaş yemeye başladı. Yavaş yavaş başladığı yemeyi giderek hızlandırdı, belli ki açtı. 

-Sağol aslanım. Ye, hepsini bitir, birazdan su da getireceğim sana. 

(Devamı var)

YORUM EKLE