Salih Bey Köprüsü (71)

Salih Bey, Seyis Murat’a:

-Murat, Şahım’ın durumu nasıl?

-Bir sıkıntısı yok beyim.

-Yarın sabaha her yönü ile hazır olsun, üzerinde bir leke istemiyorum.

-Emredersin beyim.

-Sana ayrıca bir görev vereceğim.

-Emret beyim.

-At çiftliği kuracaksın. Görevin, git dolaş, en iyi tayları bul, bak, besle, hepsinin Şahım gibi olmasını istiyorum. Yardımcı istersen, attan anlayan iyi birini bulabilirsin.

-Yok beyim, ihtiyacım olmaz.

-Bilmem Seyis Murat, ilerde bana ihtiyacım var demeyesin.

-Demem beyim.

-Paradan kaçınma, bulacağın taylar, Şahım gibi, Doruk gibi, Karaca gibi olacak. Ayrıca, Sivas’a gidip Kangal köpeğinin en iyisini seçip alacaksın. Onu da öyle yetiştireceksin ki, ben nereye gidersem benimle gelecek.

-Emrin olur beyim. 

Konuşmalara kulak misafiri olan Gülbahar Hatun:

-Hayırdır Salih’im, ne yapacaksın atları?

-At çiftliği kuracak Seyis Murat ana.

-Çok masraflı olur oğul.

-Olmaz ana, bir tanesini sattın mı masrafın iki katı çıkar. Hem at çiftliği kurmak babamın hayalindi ana.

-Sen bilirsin Salih’im ama bence gerek yok.

-Var ana var. Bu konak Asım Çavuş’un konağı. Bu konak Asım Çavuş’un zamanında nasılsa öyle olacak, hatta daha iyisi olacak. Asım Çavuş öldü, konağın da bir özelliği kalmadı dedirtmem kimseye. Söz getirtmem babama.

-Aynen baban gibisin oğul, aynen baban gibisin. 

-Dert etme ana, babamın yokluğunu kimseye hissettirmeyeceğim. Ben Asım Çavuş’un oğluysam ona bir tek söz getirtmem.

-Sağol oğlum, getirtmeyeceğini biliyorum. Hele gel oğul şu güneşin altında oturalım, sana diyeceklerim var.

-Olur benim güzel anam.

-Geç bakayım, babanın yerine otur oğul.

-Olmaz ana.

-Otur otur.

-Olmaz ana, babamın yerine ne ben ne de bir başkası sakın ola ki oturmasın. Ben onu hep orada görmek istiyorum, yeri her zaman boş kalacak.

-Sen bilirsin oğul.

Cibinlikteki peykenin üzerine oturdular. Cibinliğin üzerini kaplayan üzüm, yapraklarını dökmüş, ince dallar arasından güneş üzerlerine alıyordu. 

-Söyle ana, ne diyeceksin?

-Diyeceğim şu ki oğul, Şakir Mustafa’nın karısı Cemile, Aslan torunuma süt annesi oldu. Sabah, öğle, akşam aslan torunumu emziriyor.

-Sağ olsun ana.

-Bilirsin, onların da durumları iyi değil.

-Bilirim ana. Ne diyeceğini anladım. Para mı verelim yoksa üst baş mı alalım.

-Para olmaz oğul, ana sütü para ile alınmaz. Üst baş alalım derim.

-Olsun ana. Gülsüm ana konuşsun onunla, ölçülerini alsın, ayaktan başa kadar birkaç kat giysi alalım.

-Sağol benim yüreği merhametli oğlum.

Gülbahar Hatun, oğlunu kendine çekti, uzak yoldan gelmiş gibi hasretle öptü öptü. 

Xxx

Büyük salonda Gülbahar Hatun, Salih Bey, ebe kadın Gülsüm ve Kırçılın Süleyman oturuyordu. Sonbahar mevsiminin soğuk gecelerinin yaşandığı köyle salonun ortasındaki soba yanıyordu. Asım Çavuş ile çoban kız Gülizar’ın eksikliğine giderek alışmaya çalışıyorlardı. Aslan bebek ebe kadın Gülsüm’ün kucağındaydı. Ağzına koydukları kuru memeyi emiyordu. Kolları kundağının dışındaydı. Durmadan sallıyordu kollarını. Salih Bey, Aslan bebeği kucağına alıp, koklamak, öpmek istiyordu ama Kırçılın Süleyman’ın yanında yapmak istemiyordu. 

-Alıştı mı süt annesine Gülsüm?

-Alıştı Gülbahar ana.

-Versene bana, çoktandır kucağıma almadım. 

Kucağına aldı Aslan bebeği Gülbahar Hatun. Önce uzun süre baktı yüzüne. Ellerini tuttu, kokladı, kokladı, öptü, öptü. 

Kırçılın Süleyman, hiç konuşmuyor, dalmış gitmişti. Bir noktaya bakıyordu. Kirpiklerdi bile kapanıp açılmıyordu. Ayağa kalktı, kapıya yöneldi. Gülbahar Hatun:

-Nereye Süleyman?

-Eve geçeceğim sultan anam.

-Ne yapacaksın evde?

Sorulan soruyu duymadı Kırçılın Süleyman. Konağın kapısından çıktı. Asım Çavuş’un kendilerine verdiği evin kapısını açtı, içeri girdi. Cebinden çıkardığı çakmakla içeriyi aydınlattı. Yattıkları odada asılı olan kavalını aldı, dışarı çıktı. Kapıyı yeniden kilitledi. Dışarıda hava buz gibiydi. Hiç aldırmadı soğuğa. Pırpır Ali’nin kahvesinin önünden hızla geçti. Çulsuz Ömer’in:

-Nereye Süleyman emmi, sorusunu cevapsız bırakarak hızla yürüdü. Karanlıkta düşe kalka, Çit yol ayrımına kadar geldi. Silueti görülen mandıraya baktı. Yönünü kasabaya çevirdi. Şeytan Kayalıklarına gelince, bulabildiği bir taşın üzerine oturdu. Uzun bir süre Çit Deresi’nin sesini dinledikten sonra kavalını cebinden çıkardı. Kılıfını açtı, ağzına götürdü, karanlığı acı bir kaval sesi deliyordu. Kavalına üfledikçe çaldığı hava daha da acılaşıyor, insan yüreğini deliyordu adeta.

Xxx

Konağın kapısı çalındı. Salih Bey kapıyı açtı. Çulsuz Ömer’i kapıda görünce:

-Gel Ömer, hoş geldin.

-Gelmeyeyim beyim, Süleyman emmiyi hızla kahvenin önünden geçerken gördüm. 

-Nereye gidiyordu?

-Sordum, söylemedi. Köyün çıkışına doğru hızlı adımlarla gidiyordu.

-Delirdi mi bu adam, dedi Gülbahar Hatun. 

-Kahvede kim var Ömer?

-Beş on kişi varız beyim.

-Haydi kahveye gidelim. Ana ben bir bakayım, merak etmeyin.

-Tamam Salih’im.

Salih Bey, Çulsuz Ömer ile Pırpır Ali’nin kahvesine geldi. Kahvedekiler ayağa kalktı. 

-Komşular, Süleyman baba, evden çıkıp gitmiş Ömer dedi. Bir bakar mıyız nereye gittiğini?

-Sözü bile olmaz beyim. Hemen gidiyoruz. Haydin komşular. Beyim, siz konağa gidin. Biz Süleyman emmiyi bulur bulmaz geliriz. 

-Ben de geleyim. 

-Yok beyim siz gelmeyin. Siz konağa gidin.

-Peki, bulur bulmaz hemen haber verin.

-Tamam beyim, dedi Pırpır Ali, orta masanın üzerinde yanan feneri eline aldı. Kahvehaneden çıktılar. 

Xxx

Salih Bey, konağa döndü. Gülbahar Hatun merakla sordu:

-Ne oldu Salih?

-Komşular aramaya gitti ana.

-Aklını mı yedi bu adam?

-Ben eve baksam ana, dedi ebe kadın Gülsüm.

-Yok, eve dönmedi, hızlı adımlarla uzaklaştı köyün çıkışına doğru.

-Allah Allah… Ne yapmak istiyor bu adam?

-Bekleyelim ana… Belki de mandıraya gitmiştir.

-Ne yapacak mandırada Salih, daha sürü yaylada.

-Benim gitmemi istemedi komşular ana, yoksa ben de gidecektim.

-Yok oğlum sen dur bakalım… Biraz bekleyelim…

-Hiç böyle evden çıkıp gittiği olur muydu ana?

-Yok Gülsüm kızım… Aslan da uyudu.

-Ver bana ana ben yatırayım. 

-Yok Salih, Gülsüm yatırsın. 

Xxx

Pırpır Ali ve köylüler, Çit yol ayrımına kadar yolun altına üstüne baktılar. Kırçılın Süleyman’ın izine rastlamadılar. 

-Mandıraya uğramış olabilir mi, diye sordu Pırpır Ali

-Sürü yaylada, mandıraya niye uğrasın ki?

-O zaman kasaba yoluna bakalım.

-Olur, ama yol kenarlarına dikkatlice bakarak gidelim. 

Tam bu sırada Pırpır Ali:

-Durun komşular, dinleyin…Benim kulağıma kaval sesi geliyor gibi… dikkat kesilin…

-Benim kulaklarım ağır işitir, senin kulakların iyi duyar Mıcık Mustafa, dikkatlice dinle.

Bir süre daha dikkat kesildiler. Ellerini kulaklarına verdiler. 

-Evet, dedi Mıcık Mustafa, kasaba tarafından kaval sesi geliyor.

-Bu, Gülizar’ın sele gittiği Şeytan Kayalıklarına gitmesin?

-Doğru dersin.

-Gidelim.

Şeytan kayalıklarına yaklaştıkça kaval sesini daha iyi duymaya başladılar. Çit Deresinin sesine karışıyordu yanık kaval sesi. 

Kırçılın Süleyman, soğuk havaya rağmen durmadan kavalını acı acı çalmayı sürdürüyordu. O kadar acı çalıyordu ki, sanırsınız ki Çit Deresi sus pus olmuş onu dinliyordu. “Ben ne yaptım” dercesineydi Gülizar’ı alıp götüren Çit Deresi. 

O kadar içten çalıyordu ki Kırçılın Süleyman, ellerinde fenerlerle yaklaşan Pırpır Ali ile köylülerin gelişini bile duymadı. Çalıyor, çalıyordu. Kendisi değil, kavalı ağlıyordu Şeytan Kayalıklarında. Dizlerinin üstüne çöktü köylüler. Bir süre dinlediler. Pırpır Ali, Golov Mehmet ile Çulsuz Ömer’e, 

-Siz gidin, Süleyman emmiyi bulduğumuzu söyleyin beyimize, biz de birazdan alıp geliriz.

-Tamam, dedi Çulsuz Ömer.

Bir süre daha dinlediler Kırçılın Süleyman’ın kavalını. Pırpır Ali, ayağa kalktı, elini Süleyman’ın omuzuna koyarak:

-Süleyman emmi, hadi kalk gidelim… Ölenle ölünmez Süleyman emmi. 

Kırçılın Süleyman ne omuzuna konulan eli hissetti ne de söylenenleri duydu. Kavalını acı acı çalmayı sürsürdü. Her iki tarafından koluna girdiler. Ayağa kaldırdılar. Pırpır Ali, kavalı elinden aldı. 

-Gidelim Süleyman emmi, daha sonra yine gelir çalarsın. Beyimiz Salih Bey, Gülbahar Hatun, ebe kadın Gülsüm seni bekliyor. Haydi gel gidelim benim emmim… Gel seni sırtıma alayım… Üşümüşsün, her tarafın buz kesti sanki. 

Ceketini çıkardı Pırpır Ali, Kırçılın Süleyman’ın omuzuna attı. Her iki taraftan koluna girerek yürümeye başladılar. 

(Devamı var)

YORUM EKLE