Salih Bey Köprüsü (72)

Salih Bey, sabah güneşi ile yatağından kalktı. Çoban kızı Gülizar’ı aradı, sağında solunda. Bir türlü yokluğuna alışamıyordu. Oğlu Aslan da Gülsüm anadaydı. Beşik bile ebe kadın Gülsüm’ün odasındaydı. Oğlunu gördükçe Gülizar’ı anımsıyor, içi ezim ezim oluyordu. Daha bir buçuk yıllık evliydi. Hep korktuğu Çit Deresi Gülizar’ını aldı elinden. Canlar yanmasın diye yıkılan köprüleri hep yaptırmıştı ama katil Çit Deresi aldığı canlara doymuyordu. Sonunda canı gibi sevdiği Gülizar’ı da aldı elinden. 

Odanın penceresinden dışarıya baktı. Güneşli sonbahar günüydü. Köylüler, koştukları çiftlerle toprağı tohumla buluşturuyordu. Her tarlada hemen hemen bir çift öküz karasabana koşulmuş, toprak ter düz ediliyordu. Konağın önündeki yarım yüzyıllık ceviz ağacının üzerinde bir karga, sürekli olarak dalda kalan cevizin kabuğunu gagalıyor, düşürmeye çalışıyordu. İstemeyerek de olsa gülümsedi, “o da rızkının peşinde” diye söylendi. Pijamalarını çıkardı, üzerini değişti. Salona indi. Aslan bebek anası Gülbahar Hatun’un kucağındaydı. Gülbahar hatun, yaşadığı acıları onunla unutmaya çalışıyordu. Salih Beyin salona indiğini fark etmedi. 

-Benim Aslan torunum, dedesi gibi babası gibi bey olacak, yüreğinden merhameti, sevgiyi eksik etmeyecek. 

-Öyle olacak Gülbahar anam öyle olacak. 

-Duymadım indiğini Salih.

-Öyle dalmıştın ki, artık beni de gözlerin görmez oldu.

-Torun olunca başka oluyor Salih Bey oğlum, artık tek tesellimiz o kaldı elimizde. Babanın gözü arkada gitmedi oğul. Torununu gördükten sonra hakkın rahmetine kavuştu. Gülizar kızımız da Aslan gibi bir evlat verdi bize oğul. Onların emanetini en iyi şekilde bakıp büyütmek düşüyor bize.

-Öyle de ana hem sen hem de Gülsüm ana bakmakta zorlanırsınız. Diyorum ki, Şakir Mustafa ile bir konuşsak da karısı Cemile kadın bakıcı olsa. Hem süt annelik yapar hem de bakıcılık.

-Bilmem ki oğul.

-Konağımız geniş ana. Bir odasını onlara verelim. Onların da ilk çocuğu oldu. Bizimle dursunlar. Şakir Mustafa’yı da Seyis Murat’ın yanına veririm. Durumları zaten iyi değil, rahat ederler, ne dersin?

-İyi olur derim ama bir de onlarla konuşmak lazım.

-Ben Seyis Murat’la haber yollarım, akşama bize gelsinler konuşuruz.

-Tamam oğul öyle yapalım. Haydi otur sofraya kahvaltını yap.

-Yapayım da Gülsüm ana ile Süleyman neredeler?

-Onlar evlerindeler. Ebe kadın konuşacak Süleyman ile.

Kısa bir kahvaltı yapan Salih Bey, anasının kucağındaki Aslan bebeğin yanaklarından öptü.

-Ben, Şahım’la biraz dolaşacağım. Belki biraz geç gelirim sakın ola ki merak etmeyesin ana.

-Tez gel oğul, beni merak da bırakma.

-Gelmeye çalışırım ana, Şahım’ı çoktandır koşturmadım, Çit Deresinde biraz koşturup Guş Nenenin de yanına uğrayıp döneceğim.

-İyi edersin oğul, benden de çok selam söyle, ellerinden öpüyorum.

-Söylerim ana, dedikten sonra dışarı çıktı. Seyis Murat, Şahım’ı çoktan hazırlamıştı. Salih Bey’i gören Şahım, başına yukarı aşağı sallamaya başladı. Seyisten şekerleri aldı, Şahım’a yedirdi. Atın her tarafına göz gezdirdi. 

-Seyis, Şahım’ın kuyruğuna düğüm at, bugün koşturacağım onu.

-Hemen Beyim.

-Karabaş’ı da çöz, benimle gelecek. Ha bir de Şakir Mustafa’ya söyle eşi ile akşam bize gelsinler.

-Olur Beyim.

Salih Bey, Şahım’ın dizginlerini aldı, çevirmeden çıktı. Karabaş da arkalarından. Şahım’ı köy mezarlığının giriş kapısında bıraktı. Önce babasının ve hemen yanı başına defnedilen Gülizar’ın mezarlıklarının başına gelerek dua etti. Bir süre babasının ve Gülizar’ın mezarlıklarına baktı. Yavaş yavaş kalktı, mezarlık kapısından dışarı çıktı. Yeniden Şahım’ın dizginlerini eline alarak yürüdü. Yaşadığı acı günden sonra ilk kez köyün dışına çıkıyordu. 

Yolun çok güzel şekilde yapıldığını görünce şaşırdı. “Anlaşıldı, ben söylemeden yolu yaptı köylülerimiz, çok da güzel yapmışlar. Ne dersin Şahım, uzun süredir binmedim seni. Bu yolda güzel gidiler” diyerek atını bindi. Çit yol ayrımına gelince ikilemde kaldı. Kasaba yönüne mi yoksa Çit Deresi yoluna mı gitse diye bir süre tereddüt etti. “Önce Şeytan Kayalıklarına bir bakalım Şahım” diyerek atını kasaba yönüne sürdü. 

Kısa bir süre sonra Şeytan Kayalıklarındaydı. Atından indi, kayalıkların kenarına geldi. İkinci şaşkınlığı yaşadı. Ağaç köprü selde yıkılmamış gibi olduğu gibi duruyordu. “Nasıl olur, ben bu köprünün yıkıldığını gözlerimle gördüm. Sel yıkmıştı bu köprüyü. Canımı almıştı bu köprü. Gülizar’ım bu köprüde sele gitmişti Doruk atla birlikte” diyerek uzun uzun köprüye baktı. 

-Şaşırma beyim, dedi Torosun Cemal, eşeğinden inerken.

Ayağa kalktı:

-Nasıl şaşırmam Cemal usta, bu köprünün yıkıldığını gözlerimle gördüm. Gülizar bu köprüyle sele gitti.

-Anladım beyim, sular çekildikten sonra biz yaptık köprüyü, önce yaptırdığın ustalarla birlikte. Köprünün aynısını yaptık beyim.

-Çok sağ olun da masrafını nereden karşıladınız?

-Ne masrafı beyim, ağaç köprünün masrafı mı olur?

-Çivisi, tahtası?

-Geçen yaptığımız köprüden çivi fazla kalmıştı, sakladık. Tahtasını da biz çektik. Onun için hiç masrafımız olmadı.

-Olmaz Cemal usta emeğiniz var. 

-Olur beyim.

-Şu anda üzerimde para yok, ben emeğinizin karşılığını öderim.

-Beyim yıktırma bana köprüyü. Her şey para değildir. Sen zaten kaç defa yaptırdınsa hep parasını ödedin. Bu da bizim bu deredeki köylülerimize hediyemiz olsun beyim.

-Haydi öyle olsun Cemal usta, yolun kasabaya mı?

-Evet beyim, bazı ihtiyaçlar var, onları alıp döneceğim.

-Yolun açık olsun, diğer ustalara da selamımı söyle

-Söylerim beyim.

Torosun Cemal, eşeğine binip köprüden geçerken, o da Şahım’a atlayıp, yönünü Çit Deresine çevirdi, Şahım’a “deh” dedi.

Dörtnala giden Şahım, Çit Deresi yolunda adeta uçuyordu. Karabaş da Şahım’a ayak uyduruyor o da koşmuyor, uçuyordu. Haviyana Köprüsünden karşıya geçti. Şahım’ı durdurdu, öne eğildi. İlk kaval sesini duyduğu yamaca baktı, baktı. Çoban kız Gülizar’ın çaldığı kavalın sesini burada duymuştu. İçi bir tuhaf oldu. O acı kaval sesi kulaklarında çınladı. Atından indi. Bir taşın üstüne oturdu. Karabaş yanına geldi. Karabaş’ın başını kollarının arasına aldı.

-Sen de karşıki yamaçtaydın değil mi karabaş? Sen Gülizar’ımın kavalını çok dinledin ama ben ilk defa burada duymuştum kaval sesini. Baktım, baktım ama ne Gülizar’ımı görebildim ne de seni. Şimdi sen benimlesin ama çoban kız Gülizar yok Karabaş’ım. Bana bir evlat bir de seni bıraktı. Sakın ola ki benden ayrılmayasın Karabaş. Hem Aslan oğlum hem de sen bana onun emanetisiniz. Bak şimdi kaval sesi gelmiyor çoban kızdan Karabaş’ım. Sen de çok sevdin onu değil mi? Sen onunla uzun yıllar kaldın ama ben iki yıl bile kalamadım. Zalim Çit Deresi aldı onu elimizden Karabaş’ım. O Şeytan Kayalıklarına öyle bir köprü yaptıracağım ki, bu katil dere bir daha can alamayacak. Gülizar’ımı bu zalim derenin nasıl götürdüğünü bir türlü unutamıyorum, gözlerimin önünden gitmiyor Karabaş’ım. Ne mutlu sana, seni yavru iken almış, bakmış, büyütmüş, yıllarca kaldın onunla, ben ise iki yıl bile kalamadım. 

Gözlerinden akan yaşları ellerinin tersiyle sildi. Ayağa kalktı, yamaca bir kez daha baktı, Şahım’a atladı. Guş Neneyi görmek için Çit Deresini takip eden yola doğru sürdü. 

Xxx

-Süleyman, sen ne yapmak istiyorsun, aklını mı oynattın? 

-Oynattım ebe kadın, oynattım. 

-Gece vakti milleti per perişan ettin. Ne işin vardı Şeytan Kayalıklarında gece vakti?

-Kızma ebe kadın, Gülizar kızımı unutamıyorum.

-Sana kızmıyorum ama böyle yapman da doğru değil.

-Ne yapayım, tutamıyorum kendimi. 

-Tutmalısın Süleyman, bu dünyada evladını kaybeden sadece sen değilsin.

-Doğru söylersin de o garibim anasız büyüdü. Bana çobanlık yaptırmadı. O sadece kızım değil her şeyimdi Gülsüm.

-Bak, seninle şurada ne oldu evleneli. Bizi Asım Çavuş evlendirdi. Onun hatırasına saygı duymalısın. Sürü yayladan inecek. Asım Çavuş her yönüyle sana çok güvenirdi. O güveni, Asım Çavuş öldükten sonra da sürdürmelisin. 

-Doğru söylersin ebe kadın. Yarın yaylaya gidip, sürünün yayladan inmesini sağlayayım.

-Ben de seninle geleceğim.

-Senin gelmene gerek yok, akşama nasıl olsa geleceğim.

-Olsun, beni de atının terkisine alır, birlikte gider geliriz. 

-Öyle olsun ebe kadın. Akşam beyimizle konuşur, gider yayladan göçümüzü toplar döneriz. 

-Hah şöyle, hadi şimdi kalk gidelim konağa, Gülbahar ana yalnız konakta, yalnız koymayalım onu. 

-Neden yalnız?

-Sabah gördüm, Salih Bey atıyla bir yere gidiyordu.

-O zaman kalk gidelim de Aslan torunumu hiç sevemedim, kucağıma alıp biraz seveyim onu.

-Aslan bebek kızının sana hatırasıdır. Al kucağına sev, okşa.

-Evet, dedi Süleyman başını sallayarak. 

(Devamı var)

YORUM EKLE