Salih Bey Köprüsü (80)

Köylüler yorgunluklarını Pırpır Ali’nin kahvesinde çay içerek atıyordular. Köprüde, havuzda çalışanlar kahveyi doldurdukları akşamdı. Kar yağmamasına karşın dışarıda hava buz gibiydi. Kahvenin ortasındaki soba atılan odunlarla kırmızıya büründü.

-Yakacaksın bizi Pırpır.

-Sen de sobanın yanında oturma, uzaklaş.

-Daha kışa girmedik, sobayı böyle yakarsan köyün ormanı dayanmaz sana.

-Bırak yaksın Paşa Osman, kar kapıyı aldığında görür gününü.

-Öylede bu şekilde soba yakmaya odun yetmez Kambur Ali. Sonra bize herkes evinden odun getirsin diyecek.

-İstersem getirmezsin Paşa Osman. İçeri girer girmez, oturağını sobanın başına sen getiriyorsun.

-Bırakın odun meselesini de yarın beyimiz, ustalarla birlikte son kemer taşlarını yerleştirecekmiş, ben derim ki, biz de orada olsak.

-Orada çalışanlar olur da havuz için taş çıkaranlar nasıl olacak ki? 

-Konağa giderek söyleyelim beyimize, hep orada olacağız diye Çulsuz.

-Ben gitmem arkadaş, Tilki Kadir gitsin, bey ile o daha çok konuşuyor. Horasan’a bile Tilki’yi gönderdi.

-Her işe aklım sarar da ondan gönderdi beni, senin gibi çulsuzu gönderecek değildi ya.

-Bırakın ağız dalaşını da ikiniz gidin, ‘köylüler sizin son kemer taşlarını yerleştirmenizi görmek istiyor’ deyin.

-Dışarısı çok soğuk arkadaş.

-İki adım yol, donmazsınız, korkmayın. Haydi kalkın gidin.

Tilki Kadir ile Çulsuz Ömer, birlikte kalkıp konağa geldiler. Konakta da soba yanıyordu. Gündüzün güneş ısıtıyordu ama, güneş batınca dondurucu soğuk kendini gösteriyordu.

Salih Bey, Gülbahar Hatun, ebe Kadın Gülsüm, Şakır Mustafa, karısı Cemile, Aslan ve Gülizar bebekler konaktaydılar. Salih Bey, her zamanki gibi oğlu Aslan ile süt kardeşi Gülizar’ı yan yana yatırdı, bir onunla bir diğeri ile oynuyordu. İki bebeği de birbirinden ayırmıyordu. 

Kapı çalındı, Cemile kadın kapıyı açtı. İçeri Tilki Kadir ile Çulsuz Ömer girdiler.

-Hayırdır, bu saatte?

-Beyimize bir şey söyleyecektik, Gülbahar ana.

-Ne söyleyeceksiniz, hele içeri girin, dışarısı soğuk.

-Beyim, dedi Tilki Kadir, yarın köprünün son kemer taşlarını ustalarla birlikte koyacakmışsınız?

-Öyle.

-Komşular derler ki, biz de orada olsak.

-Ne yani çalışmayacaklar mı?

-Yarın çalışmayalım, havuzun taşlarını sonra çıkarırız dediler.

-İyi olsunlar bakalım. Ertesi gün iki günlük çalışacaklar, öyle söyle onlara.

-Tamam beyim. İyi akşamlar.

Tilki Kadir ile Çulsuz Ömer, konaktan çıkınca Gülbahar Hatun merakla Salih Bey’e:

-Köprünün kemeri yarın bitiyor mu Salih oğlum?

-Bitiyor ana.

-Ne çabuk?

-Hiç sorma ana. Bu deredeki köylüler, birlik olup çalıştılar. 

-Ne kadar güzel. Çok hoşuma gitti. İnşallah kar yağmadan bitirilir. 

-Şöyle beş-on gün güneş olursa köprü bitecek ana.

-Canlar kurtuluyor desene oğul?

-Kurtuluyor ana. Artık Çit Deresi can alamayacak Şeytan Kayalıklarında, Gülizarlar da Emineler de Ayşeler de rahat geçecekler köprüden.

-İnşallah oğul inşallah.

Xxx

Hilmiye kadının evi yine kalabalıktı. Mahallenin bekar kızları, kadınları, kocaları Pırpır Ali’nin kahvesindeyken onlar da gönlü hoş Hilmiye kadının evinde toplanmışlardı. Kapının girişinin az uzağında yanan sobaya atılar odunlar “çat, çat” öterek yanıyorlardı. Üzerine konulan ibrikteki su kaynamak üzereydi. Belli ki Hilmiye kadın çay demleyecek. Çay ile birlikte sohbet de güzel oluyordu.

-Hilmiye abla köprünün kemeri yarın bitiyormuş.

-Bitiyor.

-Ne güzel, kasabaya rahat gidip geleceğiz.

-Ne yapacaksın kasabada, fistan mı alacaksın?

-Alırım, alamaz mıyım?

-Alırsın, alırsın.

-Havuz da yapılınca Çit Deresi’ne gidip gelmeyeceğiz, bostanlarımız köyün içinde olacak.

-Deredeki meyveler ne olacak?

-Ne olursa olsun, buraya meyve dikeriz.

-Kaç senede büyür onlar biliyor musun?

-Kaç senede büyürse büyüsün. Ben dereden köye kadar sırtımda yük getirmekden anam ağladı. 

-Onun için mi belin kamburlaştı?

-Onun beli kız iken de kamburdu. 

-Çay ile bir şey yiyecek misiniz kızlar?

-Ben pestil getirdim.

-Ben de ceviz.

-O, siz hazırlıklı geldiniz, bari çay ile şeker de getirseydiniz.

-Öyle yaptık Hilmiye abla, ben de şeker getirdim.

-Şimdi ayıp ettiniz.

-Ayıbı yok Hilmiye abla, hep çayı senden içiyoruz. Senin evin bizimkilerden geniş olduğu için geliyoruz. Sürekli senden olmaz. 

-Sizin dediğiniz olsun. Bir dahası da çayı da demler alır gelirsiniz.

-Olur, neden olmasın. Getiririz de soğur Hilmiye abla.

-Siz getirin, sobada ısıtırız.

Hep birlikte güldüler, Hilmiye kadının sözlerine.

Xxx

Güneş, geceden kalan soğuk havayı yükseldikçe kırıyor, yavaş yavaş doğayı ısıtıyordu. Isınan hava ile birlikte Zermut’ta yaşam da canlanıyordu. Köylüler birer birer Pırpır Ali’nin kahvesinde toplanıyordu. Sabah çayları içilirken, Salih Bey’in konaktan çıkması bekleniyordu. Herkesin gözünde mutluluk vardı. Kemer köprünün son sıra taşları konulacak ve bağlantı gerçekleşecekti. 

-Havalar birkaç gün daha böyle gitse, dileğinde bulundu Paşa Osman.

-Evet, inşallah böyle gider.

-Köprümüz biter.

-Biter.

-Sana da gün doğar Kötünün Hüseyin.

-Öyle Çulsuz Ömer.

-Çok büyük bir işi başarmış olacağız.

-Bitmezse gece ateş yakar yine çalışırız.

-Çalışırız valla.

-Yeter ki köprümüz bitsin.

-Duvarların da taşları hazır.

-Ustalar da çok iyi çalıştılar.

-Hiç ara vermediler.

-Vermediler.

-Havuzu da onlara mı yaptırsak?

-Daha neler, köprü ustası ne anlar havuzdan.

-Öyle deme, usta dediğin her işten anlar Tilki Kadir.

-Havuzu biz yaparız.

-Onda da Horasan harcı kullanırız.

-Kullanırız.

Konuşmalar sürerken Salih Bey, Pırpır Ali’nin kahvesinin önündeki alana geldi. İçeridekiler dışarıya boşaldı.

-Erkencisiniz, dedi Salih Bey.

-Nasıl olmayalım beyim, köprümüz bitiyor.

-Öyle Kambur Ali.

-Gidelim mi?

-Çay içmiyor musunuz beyim?

-Çayı köprüde içeriz.

-Nasıl isterseniz beyim.

Karaca’ya binmiş halde gelen Gülbahar Hatun’u görenler bir anda şaşırdılar. En fazla da şaşıran Salih Bey oldu:

-Ana, dedi, sen nereye?

-Nereye olacak, köprüye.

-Ne yapacaksın köprüde ana?

-Ben de göreceğim.

-Yapma ana, köprü daha bitmedi.

-Bitmesin, son taşları yerleştirirken ben de görmek istiyorum.

-Ya sen Gülsüm ana?

-Ben de görmek istiyorum. Süleyman’ım o kayalıklarda donarak can verdi. Ben de görmek istiyorum.

Hilmiye kadın önde ellerinde çıkınlarla on-on beş kadın da meydana geldiler. İyice şaşıran Salih Bey:

-Sizler nereye?

-Köprüye, dedi Hilmiye kadın.

-Sizin ne işiniz var köprüde?

-Niye beyim biz bu köylü değil miyiz biz de göreceğiz köprüyü.

-Sen ne diyorsun muhtar?

-Ne diyeyim beyim, madem ki hazırlanmış, yola çıkmışlar bir kere gelsinler.

-Eh, olmaz ama, olsun bakalım. Haydin bari gidelim, ustaları bekletmeyelim. Seyis, dikkatli tut atı, sakın ola ki anamı düşürürsün. Kahya, sen de onlarla gel.

Gülbahar Hatun önde, hemen arkasında Salih Bey hep birlikte yola koyuldular. Zermut’tan Çit yol ayrımına giden hafif rampalı yolda yokuş aşağı inmeye başladılar. Şeytan Kayalıklarına geldiklerinde baba-oğlu onları bekliyor buldular. Önce Gülbahar Hatunu attan indirdiler. Güneşin vurduğu kayalıklar ısınmıştı. Gülbahar Hatunu güzel bir taşın üzerine oturttu kahya Kerim. Hilmiye kadın ile diğer kadınlar da onun arkasına oturdular.

Şahım’dan inen Salih Bey:

-Taşlar hazır mı usta?

-Hazır beyim.

-Koyalım mı yerine?

-Koyalım beyim.

Salih Bey, Hüseyin Usta ve oğlu Cemal ile birlikte son taşların konulacağı köprünün zirve noktasına geldiler. Horasan harcı getirildi. Önce harç konuldu. Taşlar sıra ile yerleştirildi. Taşların arasındaki boşluklar da harçla dolduruldu. Köprünün bağlantısı son konulan dikdörtgen şeklindeki taşlarla tamamlanmış oldu.

-Bitti mi Hüseyin Usta?

-Bitti beyim.

-Şimdi ne yapacağız?

-Yapacak bir şey kalmadı. Konulan harcın donmasını bekleyeceğiz. 

-Daha sonra?

-Daha sonra köprüden rahatlıkla geçilebilir.

-Yıkılmaz değil mi?

-Daha önce de söyledim beyim, yıkılmaz, benden sağlam oldu.

Erkekler halka oluşturdular. Dizlerini kırarak oturdular. Herkes büyük bir mutlulukla köprüye bakıyordu. Korkuları son bulacak, selin yıktığı ağaç köprü artık olmayacaktı. Yağmurlu, yağmursuz havalarda sağlıklı olarak kasabaya gidip geleceklerdi. 

Onlar köprüye baka dursunlar Koca Yusuf Dede, oğulları Zülfikar ve Hüseyin ile birlikte geldiler. Koca Yusuf Dede’yi görür görmez ayağa kalktılar. 

-Salih Bey oğlum, sana gönül koydum, köprü bitmiş, köylüleri toplayıp gelmişsin bana haber vermedin.

-Bağışla Koca Yusuf Dedem, ben aslında haber vermedim onlar kendileri geldi. Hatta anamın bile geleceğinden haberim yoktu. 

Gitti, attan inmesine yardımcı oldu. Köylüler sıra ile Koca Yusuf Dede’nin elini öptü. Hemen düzgün bir taş bulunarak, oturttular. 

Köprüye dikkatlice bakan Koca Yusuf Dede:

-Güzel olmuş usta, elinize sağlık.

-Sağol dedem.

-Hüseyin Usta, tanıyor musun Koca Yusuf Dede’mi?

-Elbette tanıyorum beyim. 

Öğlene doğru İki düzgün taşın üzerine konulan büyük demlikte su kaynamaya başlamıştı bile. İkinci bir kara demlikte çay demlendi. Çıkınlar açıldı. Hilmiye kadın ve diğerleri hazırladıkları börekten önce Koca Yusuf Dede’nin önüne koydular. Herkesin önünde börek vardı. Evden getirilen bakır maşrapalara çaylar döküldü.

(Devamı var)

YORUM EKLE