Şehirlerin Dili

Şehirlerin bir dil’i vardır. Her dil bir idrak çerçevesinde önem kazanır. Varlığın ve hayatın idraki… Her idrak sırtını bir inanca dayayarak anlam bulur ve bir düşünceyi oluşturarak işlev üretir.

Buradan hareketle, her şehir bir idrak, inanç ve düşünce neticesinde var olur. Şehrin bu üç önemli unsur ile ilişkisi, aslında tekdüze bir ilişki değildir. Bir noktadan sonra şehrin kendisi de bir idrak, düşünce ve inanç biçiminin kalıbı olmaya başlar. Şehir kimi zaman bu hasletlerini sakinlerine sunduğu hayat tarzları ile bizzat üretmeye ve şekillendirmeye başlar.

Her şehir özeldir. İnsanoğlu bugüne kadar dünya yüzünde şehirden daha büyük, daha kavrayıcı bir fiziksel bütünlük üretememiştir. Şehir, insan ve madde ilişkisinin, giderek insan ve hayat ilişkisinin oluşturabildiği en büyük maddi vahid’dir. Ülke diye adlandırdığımız bütünlük ise şehirlerin toplamıdır. Bu açıdan sosyolog Weber’den bu yana dünya tarihi şehirli insanların tarihidir diye anılır.

Her şehir insanların ortaklaşa yaptıkları meskenler sayesinde inşa edilir. Bu ise, bir insan tekinin değil, insanlar topluluğunun bir amaç uğruna bir araya gelerek, bir inşa ameliyesi etrafında var olmasını gerektirir. Hatta çoğu zaman bu inşa işi bir sürece mebnidir, yani şehir bir zaman diliminde yaşamakta olan insanların değil, geçmişten geleceğe uzanan insan nesillerinin ürünüdür. Bu yüzden şehir toparlayıcı, kenetleyici ve yapıcı bir fonksiyonu da vardır. Bir devamlılık bilinci, tarih ve aidiyet şuuru yükleyici katkısı göz ardı edilemez.

Her şehir bir kültür oluşturucudur. Kendisini inşa eden insanların maddi manevi gayret ve niyetlerinin, amaç ve beklentilerinin toplamı demektir. Dünya tarihi, insanın dünyaya gönderilişi ve ona bir biçim verme çabası ile başlayan bir süreçtir ve bu çaba, kalıcı, etkili boyutuna şehirlerde kavuşmuştur. Şehir niteliği, içinde barındırdığı kitlenin ruhunu da biçimlendirir.

Her şehrin bir ruh’u vardır. Ve şehirlinin ruhu, şehrin ruhu ile teşekkül eder. Bu bakış açısı ile her şehir, adeta yaşayan bir canlı varlıktır. Ivan İllich’in “ Bir şehir, ancak ruhu yok edilirse, tarihten silinir.” hükmü, bu şehrin ruhu kavramı üzerine oturtulmuş gerçektir. Her şehir bir medeniyet dairesi içerisinde var olur ve şehrin ruhu o medeniyetin ruhu ile kurduğu ilişki oranında anlamını bulur.

Şehirlerin dili vardır. Bu dili anlamak için o şehri kuran medeniyeti tanımak şarttır. Bu zorunluluk, tarihî şehirlerde kendini daha da öne çıkarır. Her şehir, doğduğu medeniyetin dilini söyler. Öğrendiklerimizi kendimize mal edip davranış hâline dönüştürebilmek şeklinde de tanımlayabileceğimiz kültür, ancak örf ve inançların potasında yoğrularak medeniyeti meydana getirebilir. Bu değişim ve dönüşümün muhtevasında kitap, kütüphane, yazma, okuma, mektepten  medreseye kadar birçok unsuru vardır. Medeniyetler nerede “neşet” ederse orası şehir olur.

İnanç, düşünce ve duygular; şehirlerimize birer “rayiha” gibi siner. Şehirlerin mimarisinden çevre düzenlemesine kadar karşılaştığımız sıkıntılar, hep bu ruhun yansımasıdır. Unutmayalım her şehir; “tecessüm” etmiş bir ruhtur.
YORUM EKLE