Sikkeler Ne Söylüyor; Canca ve Gümüşhane Adına Basılan Osmanlı Sikkeleri

Osmanlı Devleti’nde hükümranlığın en önemli sembolü olarak kabul edilen sikkelerin basım yeri darphaneler, devlet bürokrasisinin şekillenmesine paralele olarak değişik süreçler yaşamıştır. İstanbul’un fethine kadar geçen sürede kullanılan “akçe” adı verilen küçük gümüş sikkelerin, devletin fethedilen her politik ve ekonomik yönünden önemli şehrinde basıldığı görülmektedir.

Osmanlı ekonomisinde para kullanımı, zaman ve mekân içinde önemli farklılıklar göstermekle birlikte, sadece kentli nüfusla sınırlı kalmadığı görülmektedir. Özellikle, yükselme devrinde değerli madenlerin çoğalması, kentlerle kırsal kesimlerin iktisadî bağlarının güçlenmesi ile kırsal nüfusun önemli bir bölümü de sikke kullanmaya başlamışlardı. Kasaba ve kentler içinde zanaatkârlar, tüccarlar, köylüler ve göçerlerde para ekonomisinin içine dâhil olmuşlardır.

Henüz merkeziyetçi bir bürokratik yapılanmanın olmadığı bu dönemde, gümüş temin edilebilen her şehirde “iltizam” yöntemiyle, darphaneler ihale yöntemiyle en yüksek bedeli ödeyen bir mültezim tarafından belli bir süre işletilmekteydi. Halk her yeni sultanın cülusunda elindeki mevcut sikkeleri ve yurt dışından gelen gümüşü darphanelere teslim ederek, sikke haline getirmekle yükümlüydü. Sultan yayımladığı fermanlarla 100 dirhem gümüşten kaç sikke kesileceğini ve darphanelerin bu sikkelerden ne miktarını hizmet bedeli olarak alabileceğini bildirildi.

Sikkeler ödeme aracı ve hâkimiyet sembolü olmanın yanı sıra basıldıkları dönemin sosyal, siyasi ve iktisadi durumu hakkında önemli veriler sunan tarihi kaynaklardır. Üzerlerinde bastırılan kişinin adı, unvanı, darp yeri ve tarihi dışında adeta dönemlerinin resmî gazeteleri olarak hizmet eden sikkelerden basıldıkları dönemin dini ve inanışları, fetih edilen topraklar, halka verilmek istenen mesajlar ile estetik sanat anlayışı gibi pek çok bilgiye ulaşılabilir. Türk-İslam devletlerinde olduğu gibi Osmanlı sultanları da bağımsızlık ve hükümdarlık ilanı olarak adlarına sikke kestirmişler, kuruluşundan yıkılışına kadar geçen 623 yıllık süreçte otuz altı Osmanlı sultanı devletin yaşadığı iktisadi, sosyal ve coğrafi değişimlere bağlı olarak sikkeleri darp ettirmişlerdir. Sikkelerin darp edildiği yerler olan darphaneler, Osmanlılarda “ darü’d-darb” adı ile anılmışlardır. Osmanlı sikkelerinin büyük bölümünde darp yerlerinin sikkeler üzerine kaydedildiği görülmektedir. Bugüne kadar yapılan nümismatik çalışmalarında 125’e yakın darphane tespit edilmiştir. Devlet bu darphanelerin faaliyetlerini yerel kadılar aracılığıyla denetim altında tutmuştur. Osmanlı’da 5 Ocak 1844’e kadar sikkelerin yerel darphanelerde üretimine devam edilmiş, “ Usul-i Cedide Üzerine Tashih-i Ayar” fermanının yayınlanmasından sonra sikkelerin merkezi darphanede üretilmesine başlanmıştır. 

İslam Devletlerinin gümüş sikkeleri genellikle “dirhem” olarak isimlendirilir. Osmanlı gümüş sikkeleri ise dirhem ağırlığından farklı gramaja sahip olduğu için, “beyaz, parlak, temiz” anlamındaki “akçe” sözcüğü ile anılmışlardır. İlk Osmanlı akçeleri %90 oranında gümüşten, ortalama 1.15-1.20 gr. ağırlığında üretilmiş, İstanbul’un fethine kadar geçen sürede ayarında önemli bir değişikliğe uğramadan basımlarının sürdüğü görünür. Halkın günlük alışverişlerinde kullanmaları için darp edilmiş, akçenin dörtte birine eş değer oranda bakır sikkelere Moğolca “nakit” anlamına gelen “Möngön” kelimesinden türemiş olan “mangır” adı verilmiştir. İhtiyaca cevap verebilmek için çok miktarda ve çeşitlilikte darp edilmiş olan mangırların alım gücünü gerçek madeni değeri değil devlet tarafından belirlenmiş olan alım değeri belirlemektedir. Bu nedenle mangırlardan devletin elde ettiği kazanç gümüş akçelere göre fazladır. Osmanlı para sistemi, ilk sikkenin basıldığı Osman Gazi Dönemi’nden Sultan II.Mehmet Dönemi’ne kadar akçeye dayalı tek metalli sistem olarak sürmüştür.

Genellikle İslami sikkelerde kullanılan metaller altın, gümüş ve bakır olmak üzere 3 tiptir. Altın ve gümüş sikkeler arasında, madenlerin değerlerine bağlı olarak bir değer ilişkisi bulunmaktadır. Altın ve gümüş sikkelerin değerleri, içerdikleri kıymetli madenin ağırlık ve ayarıyla orantılı olarak birbirleri ile doğrudan ilişkilidir. Bu nedenle altın ve gümüş sikke basımında devletin önemli bir karı olmamaktadır. Ancak, Osmanlı kanunlarına göre, imparatorluk sınırları içine sokulan altın ve gümüşün darphanelere götürülerek sikke haline getirilmesi şartı bulunmaktadır. Bu sikkelerin basımları sırasında darphanelerin yaptıkları hizmet karşılığı talep ettikleri, sikke haline getirilecek madenin belli bir yüzdesi bedel olarak alınmaktadır. Devlet darp edilecek sikkelerin ağırlık ve ayarlarını kontrol ederek, ticaretin güvenli şekilde gelişmesini sağlamaktadır.

İstanbul’un fethinden sonra devlet yönetiminde önemli değişiklikler yapılmış, Osmanlı Devleti merkezi yapıya kavuşmuştur. Bu kapsamda darphaneler de merkezileştirilerek Topkapı sarayının avlusunda darphane-i Amire kurulmuştur. Darphane-i Amire yüzlerce ustanın çalıştığı, devrin kıymetli kaligrafi ve kalıpçı ustalarının görev yaptığı, gümüş ve altın sikkelerin ayarlarının “ Çeşniğir ”ler tarafından kontrol edildiği önemli bir merkez haline gelmiştir. 17. Yüzyıl sonlarında diğer taşra şehirlerinde bulunan küçük darphaneler kapatılarak, altın ve gümüş sikkelerin büyük bir kısmı Darphane-i Amir’de basılmaya başlamıştır. 18 yüzyıl ortalarından sonra İstanbul darphanesine ilaveten, Osmanlı Devleti’nin en önemli ikinci şehri olan Kahire’deki Mısır Darphanesi altın ve gümüş sikke basımına devam etmiştir.

Sikkeler üzerinde belirgin desenler, motifler ve değişik yıldız tasarımları ile dualar yanında Türkmen Beyliklerinden Danişmend, Artuk beylikleri kullandıkları çeşit çeşit insan sikkeleri ve Selçukluların kullandığı at üzerinde savaşçı desenleri İslami sikkelere yenilik getirdi. Osmanlı’ların beylik dönemlerinde zaman zaman Hazreti Muhammed ve halife isimlerine yer verilmesine karşılık, kuruluştan itibaren ağırlıklı olarak İslami yaşam ve karar tarzını benimsemiştir. İmparatorluğun başından sonuna kadar hiç değişmeden kullanılan 2 cümle; “azze nasrühu (Allah aziz yardımı ile galip kılsın)” ve “hallede mülkahü (mülkü devamlı olsun) dilekleri olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu güçlendikçe sikkelerin üzerinde yer alan sultan unvanları gücü sembolize eden methiyelere dönüşmeye başlamıştır. İmparatorluğun geniş sınırları içerisinde birçok farklı para kullanma geleneği olan toplumlar yer almıştır. Bu nedenle imparatorluğun 6 asırlık tarihinde değişik toplumların ihtiyaçlarını karşılayabilecek, beşlik ve onluk gümüş akçeler, mangır, dirhem, Abbasî, Medini, sultani, eşrefi, hurube vb. gibi isimler altında birçok tip sikke kullanılmıştır.

Tarihi bir ticaret yolu üzerinde bulunan ve hakimiyetinde olduğu Roma ve Bizans dönemlerinden itibaren zengin gümüş madenleri ile tanınan Gümüşhane’ye erken Osmanlı döneminde verilen isim “ Canca “ olmuştur. İslami dönemde bölge Emevi-Bizans ve Abbasi-Bizans arasında defalarca el değiştirmiştir. 12. Yüzyılda Anadolu Selçuklular’ın egemenliği altına giren Gümüşhane’nin önemi tarihi bir ticaret yolu üzerinde bulunmasından dolayı güçlenerek devam etmiş, ancak 13. asrın sonlarında Anadolu, İlhanlılar’ın hakimiyetine girince, Gümüşhane ve çevresi bu devletin eline geçmiştir. Moğol egemenliğinin sona ermesinden sonra, Celayirliler, Eratnaoğulları, Kadı Burhaneddin ve Akkoyunlular hakim olmuş, 1461 yılında Fatih Sultan Mehmet’in Trabzon Rum İmparatorluğuna son vermesiyle bölgede Osmanlı etkisi görülmeye başlanmıştır. Fatih Sultan Mehmet Han,1473 yılındaki Otlukbeli Savaşında Uzun Hasan’ı yenerek, bölgeyi Osmanlı topraklarına katmıştır. Yavuz Sultan Selim han, 1514 yılında bütün bölgeyi kesin olarak Osmanlı Devleti’ne bağlamıştır. Kanuni Sultan Süleyman Han, İran Seferinden sonra bölgede gümüş madeni olduğunu öğrenmesiyle buraya şehir kurulmasını teşvik etmiş, eski Gümüşhane’nin bulunduğu alanda 50 ev ve bir cami yapılması için ferman vermiştir. Canca şehrinde tarihinde ilk olarak altın ve gümüş akçelerin darbına başlanmıştır. Canca, Canice, Çaniçe adıyla bilinen şehirde afetler ve salgın hastalıklar nedeniyle zaman zaman darphanede para basılmasına ara verilmiş zaman içerisinde gümüş sikke basılmasına devam edilmiştir. Yine Kanuni Sultan Süleyman döneminde Doğu Anadolu’daki harap vaziyetteki şehirlerin kalkınması ve asker, cami, medrese gibi yerlerin çatı kurşunlarının karşılanması bu madenlerden sağlanmıştır. Kanuni Sultan Süleyman zamanında 25 bin akça olan Canca madenleri gelirleri II. Sultan Selim döneminde 125 bin akçeye yükselmiştir. Sultan IV.Murad tahta oturduğu 1623 yılında Erzurum Kalesindeki askerlerin maaşlarının ödenmesi için Canca madenleri mukataası gelirlerinden karşılanırdı.Kanuni Sultan Süleyman’dan başlamak üzere, padişah IV. Murat’ın son döneminde Canca ve Gümüşhane adına altın ve gümüş sikke basımı devam etmiştir.  

Anadolu'nun tümünü etkisi altına alan celâlî isyanları zaman zaman şiddetlenerek, XVII. yüzyıl boyunca devam etmiştir. Bu baskınlar sonucu bunalan reaya, ‘büyük kaçgun’ denilen harekete dâhil olarak, tarım arazilerini büyük ölçüde terk etmiş ve devletin iktisadî ve sosyal yönlerden büyük sıkıntılarla karşı karşıya kalmasına yol açmıştır. Ayrıca gelişen teknolojiye ayak uyduramayan maden eminleri ve işletmecileri madenlerin kapanmasına sebep olmuş, ardından da verimsiz darphaneler kapatılmıştır.

Eski Gümüşhane gibi bir kadim şehrin, bir zamanlar yaşamış olduğu tarihi ve geçmişindeki maziyi anlatan bir yazı yazmaya çalıştık. Hikâyemiz, kültürel değerlerin korunması ve gelecek nesillere aktarılmasında önemli rol oynayacak mekanların oluşturulmasıdır. Şehirler, bugün kendisinde yaşamış uygarlıkların kendil geçmişlerine uzanmak için gayret gösterdiği ve ulaşmak için ettiği mücadelenin sahnelendiği mekânlardır. Şehrin meydanları ve bu meydanlara çıkan sokaklarda belirecek müzeler, tarihi objeleri ve mimari özellikleri ile bu anı ve üç zamanı sabitler. Şehrin tarihsel serüveni incelendiğinde, doğal ve kültürel objelerin gözlem yeri olarak geçmişle iletişimin kurulduğu ve geleceğin inşasında ilham kaynağı olan müzemizin yanı sıra, Gümüşhane’de basılan “Osmanlı Paraları Müzesi” oluşturulmalıdır. Günümüzde başarılı bir pazarlama stratejisiyle turistik bir cazibe merkezine dönüşmüş müzelerde kafeler ve hediyelik eşya dükkânları yer alsa da, aslında pazarlanan şehrin kendisidir. En iyi pozun nerede verildiğini ve hangi nesnenin fotoğrafının sosyal hesaplarda reaksiyon yaratacağını hesaplayan turizm pazarında gezginlere sunulan müzeler hem mimarileri hem de içerisindeki kültürel varlıklarıyla hizmet verecektir.

Kaynakça;Dr.Atom Damalı-Osmanlı Sikkeleri Tarihi.

Prof.Şevket Pamuk-Osmanlı İmp.Paranın Tarihi

YORUM EKLE