TEBESSÜMÜN ARAYIŞINDA OLANLAR

Tohumdum, büyüdüm, fidan oldum, boy verip gökyüzüne sarıldım.Meyve verdim, dal saldım.Minik bedenler meyvelerimden yedi, gölgemde dinlendi ter akıtan teyzeler, amcalar.Bahar geldi çiçek açtım, yaz geldi meyve verdim, kış geldi beyazlara büründüm.Ben nefesim, ben suyum, ben yeşilim, ben doğayım.Birden kocaman bir kor ateş köklerimden dalıma, yaprağıma sıçradı. Ben yandım, özüm yandı köz oldum. Gökyüzü duydu, toprak duydu feryadımı. Halbuki daha gövdeme yaslanacak omuzlar, meyvemden yiyecek çocuklar vardı.Yanarken   bir tohum düştü dallarımdan toprağa ve ben acıyarak, kanayarak,yanarak yok oldum ve onda var oldum .Yeniden dal verip ,kök salıp hayata döneceğim.Nefes olmak, umut olmak , yeşil olmak için tutunacağım. Bir çocuk geldi suladı. Çiçek açtım, dallarım büyüdü ve ben yeniden nefes oldum.

Bir kaplumbağa sığındı ben yanarken gölgeme git dedim. Daha güvenli bir yerinin olmadığı belliydi.Koruyabildiğim kadar korudum onu. Ben ondan önce yanmak istedim, o sessiz çığlık döktü benim yaprağımı, kuruttu dalımı. Ayakları yavaştı, kabuğu da koruyamadı onu. Bir çocuk ağladı ardından, bir çocuk daha. Merhametin en çok yakıştığı varlıktı çocuk. O ağlarken arkadaşı da ağladı. Göz yaşları da serinletemedi kaplumbağanın yokluğunun ateşini. Bir geyik koştu önümden hızlıca. Ayakları hızlıydı, kalbi hızlıydı ama ateş daha hızlıydı. Görmemek, bilmemek, hissetmemek olsa ancak bu acıyı dindirebilirdi. Bir anne ağladı yavrusunun ardından, yine bir çocuk akıttı merhametini toprağa. Merhamet o küçük kalplere çok yakışıyordu.Elinde bir havuç ile  tavşanına ağladı yaşlı bir babaanne.Babaannenin  başını sokacağı bir evi, yiyeceği bir aşı yoktu ama yüreği doluydu. Tavşanı ona ağladı, o tavşanına. Yıllanmışlığın yıllarına doğru bir bakış attı yaşlanmış adam. Geldi önümde çöktü ve ağladı. Geçmişi silinmiş, yüreğinde izleri kalmıştı. Kül olmuştu evi, anıları, babasından kalan köstekli saati, annesinin eli ile emek emek işlediği eleği, çocuklarının küçüklük kıyafetleri, eşinin amber kokulu yazması. Bir yangın ki yürekleri köz etmişti. Adam ağladı içi soğumadı. Adam haykırdı dili soğumadı. Adam ellerini semaya kaldırdı ve gözlerini şimşek misali dikti gökyüzüne.Şimdi saklayabilirdi. Elinden gidenlerin izlerini, gözünden akan yaşın hiddetini, saçlarına düşen akın ağırlığını. Her şeyi gitseydi ama dilinden kalbine akıttığı isim gitmeseydi. Sürekli oğlum, Halil'im diye haykıran adam sessizce kalktı ve uzaklaştı. Sadece yanan madde değildi.Manalar yanmıştı, mektuplar kül olmuştu, hayatların izleri silinmişti. Evet yeni binalar yapılacak, yeni ağaçlar dikilecek, arabalar yenilecekti. Ali'nin üzerinde büyüdüğü o dokuma halı, annesinin çorbalar yaptığı anneannesinin yadigarı işlemeli tencere, babasının aldığı ilk oyuncak hepsi kül olmuştu. 

Hayat her şeye gebeydi.Dünya üzerinde hiç üzülmemiş bir insan yoktu. Hiç canı yanmamış bir hayvan yoktu. Hiç ezilmemiş bir çiçek yoktu. Hiç kurumamış bir ağaç yoktu. Bizler acılarımızı yaşayarak yaş alıyoruz. Elbetteki tebessüm yüzümüzde gizli bir cennet. Her ne yaşarsak yaşayalım içimizin karanlığını yüzümüzdeki tebessümler ile aydınlık yaparak devam edeceğiz. Elbet güzel günler de göreceğiz. Yönümüzün umuda çevrildiği yollarla karşılaşmak dileği ile...

YORUM EKLE