TÜRK İNKILÂBI -V-

Bir millette idarenin ahlâki düzeyi, aydınlarının vatana, millete sevgisi ve halkın yaşam tarzına saygısı, halkın geriliğini yok etmede atılacak önemli adımdır. Demek ki aydın, ahlaksız ve duyarsız olursa “zillet” kaçınılmazdır. Aydının zilleti, büyük ressam Mikelanj’ın “Mahşer” tablosundan ve İtalyan aydın Dante’nin “Cehennem”inden oluşmuş bir kâbus tiyatrosuna çevirir hayatı.

Orta Asya’dan dörtnala gelinen on binlerce yıl önceki vatan toprağı Anadolu, Türklüğün şuuruyla yoğrulmuş ve her bir karışı Türk olmuştur. Milli değerlerinin, ülküsünün, kızıl elmasının yanında bir de inanç kaynağı olan Kur’an ile yoğrulmuştur. Ancak ne yazık ki asırlarca İslam’ın temel kaynağının okunması ve anlaşılması zorlaştırılmış ve Türkçe konuşan Türk milleti, Türkçe konuştuğu hâlde özellikle bazı dini taassupların etkisiyle okuma ve yazma oranının da çok az olmasının da etkisiyle iman ettiği kitabı kendi dilinde okuyamamıştır. Bu nedenle de asırlarca yabancı bir dilde okuduğu kutsal kitabını doğru ve güzel anlamaktan uzak kalmıştır. Öyle ki günde beş kere okuduğu bir sürenin anlamını bile sorsanız tek bir cümle kuramaz duruma düşmüştür. Bunun tek bir sebebi vardır. O da inandığı dinin kitabını Arapça okumak zorunda bırakılmasıdır. Oysa asıl olan Allah’ın insanlara ne dediğidir. Hangi dilde söylendiğinin bir önemi yoktur. Bu gerçekten mahrum olanlar bu dini anlaşılmaz kılmaktan büyük bir zevk almaya devam etmektedir. 

Asırlarca İslâm’ın temel kaynağı ve dayanağı olan Kur’an-ı Kerim, bilerek ya da bilmeyerek insanlıktan uzaklaştırılmıştır. Doğrusu ben kendi adıma bu uzaklaştırmanın bilinçli yapıldığını düşünüyorum. İnsanlar Kur’an-ı Kerim’i okuyup anlarsa birilerinin çıkar kapısı kapanacaktır. İşte bu korkunç bir durumdur din istismarcıları için. Allah ile kandırmayı sanat hâline dönüştürenler için bu tam bir çöküştür. Ve buna gönülleri razı değildir. Bu nedenle canla başla asırlarca direnmişlerdir. 

Okullaşmanın olmadığı ve okuma yazma oranının çok düşük olduğu dönemlerde, birkaç ilde bulunan okullar sayesinde okuyan varsıl çocukları dışında kimsenin okuma yazması yoktu. Eğitime erişim neredeyse imkânsızdı. Varsılların beşerî ilimleri okuduğu bir ortamda ilahi ilimler hepten cemaat ve tarikatlara kalmıştı. Bu da din istismarının yolunu açmıştır. Yönetimin belli sülalelerde olduğu bir dönemde eğitim de böylesi bir talihsizliğin kıskacında istismar malzemesi olmuştur. Bir de bu dönemlerde okulların ağırlıklı olarak azınlıklar tarafından açıldığı gerçeği düşünüldüğünde her şey ortaya çıkacaktır. 

Anadolu’nun yiğit Türk evlatları Arap yarımadasının dört bir yandaki cephelerde yokluk ve açlık içinde kutsal mekânları korumak için düşmanla çarpışırken birileri keyfinde âleminde ve okullarında tahsil görüyorlardı. Vatan için, İslam ümmeti için canlarını seve seve veren aziz Türk evlatları ya şehit oluyor ya gazi… Ancak şurası bir gerçek ki birileri tahsillerini artırıp diploma üstüne diploma eklemenin derdine düşmüşlerdi. 

Okullaşma oranına göz atarsak her şey bütün çıplaklığıyla ortaya çıkacaktır. Bu okullaşma oranı Osmanlı Türk devletinin can çekiştiği döneme denk gelmektedir. Ve devletin başında 33 yıla yakın bir süredir Sultan II. Abdülhamit bulunmaktadır. Yorumu size bırakıyorum. Bir sonraki yazımda okullaşma oranının Türk ve yabancı dağılımını sizlerle paylaştığımda ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız. Saygılarımı sunuyorum.

Aklınız ve gönlünüzle yolunuz açık; alnınız ak olsun.

YORUM EKLE