SESSİZ TEHLİKE
Rehavete kapılmak… Yani “Ben oldum” demek. Başarıya güvenip tedbirleri çöpe atmak. Dümeni bırakıp, geminin kendi kendine ilerleyeceğini sanmak.
Rehavet ağır çekimde gelen bir felakettir. Tıpkı yavaşça yükselen su gibi. İlk başta fark edilmeyen, ama adım adım yaklaşıp sessizce boğan bir gerçeklik.
Siyasette rehavet, tarihin her döneminde liderleri ve iktidarları yıkan görünmez tuzaktır.
“Nasılsa kazanırız.”
“Kimse bizi geçemez.”
“Seçmen bizden vazgeçmez.”
Bu cümleler, nice iktidarların mezar taşına yazılabilecek kadar net uyarılardır.
Dünya tarihine bakalım…
Roma en güçlü olduğu dönemde çöktü. Çünkü gücüne öyle inandı ki, içerideki çürümeyi görmedi, dışarıdaki tehditleri umursamadı. Lüks ve bürokrasiyle hantallaştı. Sonuçta barbar kabileler devasa bir imparatorluğu iki yüzyılda kağıt gibi yırttı.
Osmanlı da aynı rehavet uykusuna daldı. “Bizi kimse yenemez” özgüveni ile dünya değişirken yerinde saydı. Avrupa sanayileşirken biz hâlâ eski defterleri karıştırıyorduk. Bedel ağırdı: Coğrafyalar kaybedildi, imparatorluk paramparça oldu.
Sovyetler Birliği süper güçtü. Ama kulaklarını gerçeğe tıkadı. Ekonomi çürüyordu, toplum bıkmıştı, sistem kendi kendine çöküyordu. Moskova’daki liderler “Biz hala büyük güçüz” diyordu. Sonuç malum: Bir sabah uyandıklarında 70 yıllık imparatorluk tarih olmuştu.
Türkiye siyaseti de rehavetin soğuk şokunu birçok kez tatmıştır.
ANAP tek başına iktidarken, 1989’da büyükşehirleri SHP’ye kaptırıyordu.
DYP-SHP iktidarken, Refah Partisi’nin 1994 zaferini kimse beklemiyordu.
2002’de yılların köklü partileri baraj altında kalırken, 1 yıllık AK Parti tek başına iktidara yürüyordu.
AK Partinin tek başına iktidarında 2019 ve 2024’te Ankara ve İstanbul başta olmak üzere pek çok büyükşehir CHP’ye geçti.
Bunun gibi yüzlerce örnek, siyasetin rehaveti affetmediğini göstermiştir. Halkın güveni, sıradan bir imtiyaz değil, her an kaybedilebilir bir emanettir. Ve tarih, bu emaneti hafife almayı asla kabel etmez. Seçmen “Sen beni dikkate almazsan, ben de seni almam.” der ve sandıkta gereğini yapar.
Gümüşhane gibi küçük şehirlerde rehavetin başka bir yüzü vardır.
Yerelde gücü elinde bulunduranların, yöneticileri seçerken düştüğü “Güçlü olmasın, bana bağımlı olsun, yeter ki kontrol bende olsun.” zihniyeti.
Ehil olan değil, bağımlı olan seçilir.
Cesur değil, çekingen kadrolar öne sürülür.
Proje üreten değil, sadece talimat bekleyen isimler tercih edilir.
Ve bu tablo Ankara’ya “Gümüşhane’de sorun yok, her şey rahat” diye sunulur.
Oysa bu rehavet, şehrin umudunu ve enerjisini tüketir. Motivasyonu öldürür.
Parti teşkilatlarında kaliteyi bitirir.
Halkın güvenini hızla eritir.
Çünkü yerel kadrolar zayıfsa, iktidarın yerele desteği ve böylece hizmette zayıflar. Hizmet zayıfsa, halkın iktidara inancı zayıflar.
Gümüşhane’nin ihtiyacı açık ve nettir:
Güçlü, liyakatli kadrolar.
Doğru projeler.
Cesur bir vizyon.
Liyakat olmadan vizyon doğmaz.
Vizyon olmadan başarı gelmez.
Başarı olmadan güven sürdürülemez.
Gümüşhane’nin geleceği, rehavete teslim edilmeyecek kadar değerlidir.
Rehavet, toplumların en acımasız düşmanıdır.
Tarih hiçbir rehaveti affetmedi.
Affetmez de.
10.11.2025. Av. Ali Haydar Dereli