Dağların birbirleri ile kucaklaştığı, derelerin koşturarak Harşit ile buluşmaya çabaladığı, dere kenarlarında oluşturdukları bahçelerde, çeşit çeşit elmaların rengarenk cümbüşünü sergilediği, yamaçlarda suya da çok ihtiyaç duymadan, kendiliğinden ışğın vererek her yıl yetiştiği kuşburnuların vitamin şampiyonu olduğu, ahlat ağaçlarının, zor coğrafyaya meydan okuduğu, gevenlerin poyraz soğuğuna inat, böceklere hayat ve toprağa can olduğu, başta çam olmak üzere, ladin, göknar ağaçlarına meşenin yarenlik ettiği, patikaların dik yokuşları dolayladığı coğrafyadır Gümüşhane.
İşte o patikalarda yürürken genelde manzaranız hep muhteşemdir. Manzaranız içerisinde köyler, dereler, ormanlar yer tutar. Bir tarafında Zigana, diğer tarafında Abdal Musa tepeleri ve Vauk dağları ile çerçevelenen şehrin, 2300 rakımlarından 1.000 li rakımlara inerken oluşan coğrafi şartların bize kattıklarına biz kültürümüz dedik.
İnsanımızın hayata bakışını, dost ve komşu anlayışını, yemek kültürünü, zorla başa çıkma maharetini, yardımseverliğini işte bu coğrafya şekillendirdi. Mesela bizim topraklarda çok rahat bir insana rastlamak nadirdir. Herkesin bir derdi vardır hayata dair. Hiçbir şey yoksa, gurbettedir birileri ve oluşan özlemi. Kışa ot, yakacak hazırlığı derdi her sene bir dönem sürer. Kışlık azık hazırlığı için tüm yaz çalışır durur. Kartola eşlik eden fasülye, lahanayı turşu yapan maharetli eller. Peynirler, yağlar ve kavurmalar. Duramaz insanımız, sürekli meşgul olacak bir şeyler vardır. Emekli olur ama yine durmaz. Bahçeye diktiği fidan ile ilgilenir ve zamanı gelince aşlanmasıyla.
Birde köye ev yapmak gibi ulvi bir hedefe kilitlenir. Tahsili, konumu ne olursa olsun, köye ev yapmak bir Gümüşhaneli nin zirve duygusudur. Yıllar geçtikçe bu duygu ve istek depreşir tabir yerindeyse. Özellikle köye yakın oturan veya işi olanlardan kaçarı yoktur bu eylemin. Yaptığı evde otuma sürelerine bakınca gereksiz gibi dursa da, bu amaç insanın özüne dönme kuralına hizmet eder. Atasözü de yok mu ? “ Her şey aslına rücu eder” diye.
Her yıl çocukluğunun geçtiği topraklara ayak bastığın anlarda, her sokağın, her taşın, her ağacın, her kıranın, sende bıraktığı izleri hatırlar, derin nefesine bazen gözün nemi de eşlik eder. Bulunduğun konum, yaptığın iş, mevkinin hiçbir önemi kalmaz. O dar, taşlı ve yenişi yokuşu bol sokaklar için sen, koşturan, oynayan, düşen, kalkan, bazen canı yanan, bazen ağlayıp bazen gülen o çocuksundur. Yorularak yenişten gelip ağzını dayayıp kana kana içtiğin soğuk su oluğu seni unutmaz. Unutmaz lahana bostanı, ondan aşırdığın ve ortasını çakı marifetiyle oyarak yediğin lahanadan sonra, Ayşe teyzenin bağırmalarını. Ve unutmaz çobanlık sonrası kaybettiğin Senem yengenin ineğini, milyonlarca yıldız altında 2.200 rakımlı yayla tepelerinde aradığını.
Kuru kanzi ekmeğin ıslatılıp üzerine konulan bir tomar sapsarı tereyağı unutulur mu? Yayık yayan neneme yardım ederken, ipten sıyrılıp düşen yayığın tekrar ipe geçirilirken tariflenen, omuz yardımı ile yayık sallama tekniği ? Yağın poğarda buz kıvamında yıkanması, ayrılan tuzsuz kısım haricine tuz eklenmesini ve gufa ( tahta silindirik kutu ) ya basılmasını. Kaynatılan sütler ile yapılan doyumsuz peynirleri ve soğuk kiler odalarında toprağın altında bekletilmelerini. Tuzlanıp kurutulan etlerin merteklerden asılmasını, armut turşularının damakta bıraktığı hafif buruşuk ve mayhoş tadını.
Nenemin, yaylada haydi mantara talimatı ile 1 saatte toplanan kucak dolusu mantarı, sobasız ateşte, etrafı siyah tencerede kavurması, yan kelife bağırarak daveti, gelenlerle beraber yenilen mantar kavurması ve beraberinde siyah demliğin çayı. Dışarıda bu mutlu ve huzur dolu ortama yarenlik eden sisin kelifleri sarmalaması ve sabah telaşları.
İstesen de unutamazsın. O rüzgar, o sis, tenine değil ruhuna işlemiştir çünkü. Islatılan kuru ekmeği nasıl yiyeceğin genlerine yazılıdır. Gözeden nasıl su içeceğin, yayla çiçeklerini nerede bulacağın, mantar damarlarının nerede olduğu ve ne zaman yerden fışkırır gibi çıkacağı ezberindedir. Yıllar geçse de hep kalıcıdır.
Gümüşhane demek, doğallık, samimiyet, kuru ekmek, dere, elma demektir, çokça coğrafyanın kader olduğu gerçeği ile.
Selam olsun hem yukarı hem aşağı köylerine, dere ve tepelerine, patika ve gözelerine. Selam olsun samimi ve içten tavırlarına, selam olsun Kürtün den Kelkit e, Şiran dan Köse ye, Torul dan Kuşakkaya ya kadar, kolları ile bin yıllardır Harşit i selamlayan.
ozden merdan 11 Ay Önce
ağzına sağlık Ahmetciğim eski hatıralar bu kadar güzel mi anlatılır. okudukca sanki o günleri yaşıyorum.selamlar