Çamur Dağının Kızı (17)

Çamur Dağının toprağı gibi kızları da altın değerindeydi. Yüzyıllardır, Çamur Dağının her iki yakasından taşınan topraklarla köylülerin “Gudu” adını verdikleri toprak kaplar, köylülerin geçim kaynağıydı. İşgal yıllarında ara verilen gudu yapımı, ülkenin bağımsızlığına kavuşması ile birlikte yeniden yapılmaya başlanmıştı. 

Anadan kıza süren bu gelenek nedeniyle başka köyler gudu yapımını öğrenmesin diye dışarıya kız vermiyorlardı. Başka köye giden kızlar gudu yapımını öğretir düşüncesiyle kızlar köydeki delikanlılarla evlenmek zorunda bırakılıyordu. Birbirlerini çok seven kız ve oğlan olursa konu, köyün kanaat önderleri arasında görüşülürdü. İki şartla dışarıya kız verilmesi kabul ediliyordu. Çamur Dağının her iki yamacından kilometrelerce uzaklıktan ağzına kadar toprak dolu beşer torba getirmek ya da birbirini seven kız ile oğlan üç yıl üç ay üç gün birbirlerini görmeden beklemek koşulu getiriliyordu. Bugüne kadar çok delikanlı sevdiği kız uğruna sırtlarında toprak taşımayı göze almıştı. Ancak hiçbiri başarılı olamamıştı. On torba toprak aynı gün içerisinde dağdan köye getirilmesi vardı. Anlatılana göre, Edire köyünden Yusuf isminde bir genç “Ben sevdiğim kızı üç yıl üç ay üç gün görmeden duramam” demiş. Çamur dağından on torba toprağı taşımayı kabul etmiş. 

Yusuf’un kabul ettiği şartı köyün ileri gelenleri de kabul etmiş ve sabahın erken saatlerinde Çamur dağının yolunu tutmuş. Dokuz torba dolusu toprağı köye taşımış, son seferine çıkmıştı. Sırtındaki gömlek yırtılmış, yaraları kanıyordu. Çamur Dağını güç bela tırmanmış, torbayı toprak doldurmuştu. Dizlerinde takat, sırtında yara olmayan yer kalmamıştı. Akşam karanlığı yaklaşıyordu. Zorla torbayı yaralı sırtına aldı, sendeleyerek yürümeye başlamış. Ay, Çamur Dağının tepesinden yavaş yavaş yükseliyordu. Yusuf, güç bela indiği yolun yarısında sırtındaki torba ile yere yığıldı. Altında kaldığı torbayı zorla üzerinden atabildi. Köylüler beklemekteydi. Sevdiği kız Zeliha, köyün dışında dağa çıkan yola bakıyordu. Dağdan gelen yoktu. Ay yükselmiş, her tarafı aydınlatıyordu. 

Zeliha’nın korktuğu başına gelmişti. Dağın yamacına yukarı yola çıktı. Sevdiği Yusuf’a bir şey olmuştu ki gelmedi. Dokuz torbayı köye getiren Yusuf, saatledir dönmemişti Çamur köyüne. Ay ışığı altında bir karartı gördü. Adımlarını hızlandırdı. Yusuf’unu toprak dolu torbaya yaslanmış cansız bedeni ile karşılaştı. “Yusuuuufff, Yuuusufff” çığlıkları köyden duyuluyor, Çamur Dağında yankılanıyordu. Sarıldı Yusuf’unun cansız bedenine. Ağladı, ağladı. Köylülerden beş kişi duyulan çığlıklara doğru tırmandı. Zeliha’yı Yusuf’a sarılmış vaziyette buldular. Yusuf’un cansız bedenini sırtına aldı. Köy aşağı inmeye başladı. Köylüler ay ışığı altında Gogoçların harmanında toplanmış bekliyorlardı. O, kimseye aldırış etmeden Yusuf’u sırtında köyün çıkışına doğru yürüdü. Anası, babası yanına geldiler. O, “çekilin arkamdan kimse gelmesin” dedi ve yürüdü.

Issız yolda Yusuf’u ile tek başına yürüyordu. Ağlamıyor, sırtında Yusuf’unu taşıdığı için bir mutluluk kaplamıştı içini. Durmuyor, yürüyor ha yürüyordu. Gözü hiçbir şey görmüyordu. Gece yarısı Gümüşhane’yi geçti. Durmadı, Süleymaniye Mahallesine giden yola saptı. Mahallenin yolunu yarılamıştı ki dizlerinin dermanının kalmadığını hissetti. Oturabileceği, Yusuf’una zarar vermeyecek yer aradı, buldu. Yavaşça oturdu. Yusuf’unu büyük bir dikkatle sırtından indirip kucağına aldı. Ay ışığı altında saçlarını okşadı, eğildi öptü, kokladı. “Ben seni üç yıl değil, otuz üç yıl, sonsuza dek beklerdim Yusuf’um, neden yaptın bunu?” bir kez daha sarıldı. 

Ay, battı batacaktı. Süleymaniye tepesine bir boyunduruk yaklaşmıştı. Mahalle karanlıktı. Edire köyüne kadar daha çok yolu vardı. Kalktı. Büyük bir dikkatle Yusuf’unu tekrar sırtına aldı. Karanlıkta olsa Süleymaniye Mahallesini geçti. Mısırlıoğlu konağının önünden geçerken kulübesinde uyuyan köpek uyanmış havlamaya başladı. O, aldırış etmedi, yoluna devam etti. Mahalleyi arkada bırakacak kırana geldiği zaman, ay batmış, gece zifiri karanlığa bürünmüştü. Gideceği yola doğru baktı. Karanlıktan yol görünmüyordu. “Ben giderim Yusuf’um ama düşersem sana zarar veririm. Bu kıranda sabahın ağarmasını bekleyelim. Yol bayır, yolu görmez düşersem yuvarlanırız Yusuf’um” dedi ve Yusuf’u yine büyük bir özenle sırtından indirdi. Kucakladı. Dizlerinin üzerine aldı. Soğuk bedenine sarıldı. Gece soğumuştu ama üşüdüğünü hissetmiyordu. “Sen yanımdasın Yusuf’um, korkma ben üşümem, sen yanımdasın Yusuf’um.”

Mısırlıoğlu Konağındaki köpeğin havlamasına karşı konaklardan cevap veren köpekler gecenin sessizliğini bozuyordu. Soğuğun etkisiyle gözleri kapanır gibi oldu, toparladı kendini. “Uyumamam lazım, seni köyüne kadar götüreceğim Yusuf’um. Seni ya köyüne götüreceğim ya da sırtımda iken canımı vereceğim. Seni, ölmeden baba ocağına götüreceğim Yusuf’um merak etme.” 

Sabahın ilk ışıkları ile mahallede üren köpekler sustu. Kendine geldi. Üşüyen bedenini ısıtmaya çalıştı. “Yürürsem ısınırım” dedi ve yavaş yavaş Yusuf’unu sırtına aldı. Yürüyor, yürüyordu. Sabahla birlikte dizlerine derman gelmişti sanki, yorgunluk nedir bilmiyordu. Öğlene doğru bitkin bir vaziyette Edire köyündeydi. Yusuf’unun tarif ettiği konağın önüne geldi. Köylüler, kadın erkek, çoluk çocuk arkasındaydı. Yusuf’un anası Şükriye, babası Hüsnü, neye uğradıklarını anlayamadan, Zeliha, Yusuf’unu yavaş yavaş sırtından indirdi. Kucağına alacakken olduğu yere yıkıldı.

-Sonra ne oldu ana? Zeliha da öldü mü?

-Yok ölmedi. Açlıktan, susuzluktan, yorgunluktan bayılmıştı. 

-Bari o ölmesin. 

-Yusuf’u göz yaşları içerisinde toprağa verdiler. Zeliha’yı bir daha köyüne yollamadılar. Onu gelini olarak kabul ettiler. Zeliha, Yusuf’un ana ve babasına ölünceye kadar hizmette kusur etmedi. 

-Çok ilginç ana. 

-İşte böyle öğretmen oğlum sen sen ol bu köyden sakın kız seversin. Bu köyün kızları yaradılıştan çok güzeldirler. Çok güzeldirler ama sırtında taşıdıkları toprakla ne güzellikleri kalıyor ne de sağlıkları. Hepsi de erken yaşta çöküyorlar. Baksana benim halime. Beni gören seksen yaşında der ama ben daha elli beş yaşındayım. Sırtımda toprak taşıya taşıya erken yaşta yaşlandım evlat. Çok şükür köyün erkeklerinin aklı başına geldi de Çamur Dağının her iki yakasına yol yaptılar da sırtımızda toprak taşımaktan kurtulduk. Toprak taşı, gudu yap, tezek yap, bağ, bahçe, bostan, tarla işleri… Ömür bitiyor iş bitmiyor yavrum.

-Doğru dersin Kadrinur ana. Köylük yerde gerçekten iş bitmiyor. Benim anam da kız kardeşim de sabahtan akşama kadar çalışıyorlar da işleri bir türlü bitmiyor.

-Bizim işimiz ancak mezarda biter öğretmen oğlum.

-Çay getirdim.

-Sağol gudu kız.

-Bu bizim kız da çay hastası biliyor musun öğretmen oğlum.

-Çayı ben de çok içerim ana.

-Salı pazarına gide gele çaya alıştı.

-Okuma yazman var mı Kadrinur ana?

-Nerede?

-Hem kadınlar hem de erkekler için okuma yazma kursu açacağım, gelirsin değil mi?

-Gelmesine gelirim de ben bu yaştan sonra okuma yazma bilsem ne olur bilmesem ne olur bey oğlum?

-Olsun ana, okumanın yazmanın yaşı yoktur. Sen okuma yazmayı öğren sana güzel kitaplar veririm okursun.

Zeynep de çayını doldurarak geldi yanlarındaki ağaç iskemleye oturdu. Sık sık öğretmen Cemal’e bakıyor, göz göze gelmekten kaçınıyordu. Yakışıklı çocuk. Galiba ben bu öğretmeni seviyorum. Nasıl olacak bu işin sonu, beni buna vermezler. Toprak getir derseler bu daha iki torba getirmeden canı çıkar Çamur Dağının yamacında. En iyisi umut vermeyim ona. Ama nasıl vermeyeyim, seviyorum onu. Her genç kızın gönlünde bir aslan yatar benim ki de Cemal öğretmen galiba. Anamı yalnız bırakmam ama ben Cemal öğretmenden başkasına gönül vermem. Benim gönlümün aslanı Cemal...

Cemal, Zeynep’in düşünceli haline bir süre bakakaldı. Ne düşünüyor acaba? Düşünceli hali bile çok güzel. Acaba beni mi düşünüyor? Onun gönlümün sultanı olması için on değil yirmi torba toprak taşırım Çamur Dağından. Yeter ki Zeynep’ime kavuşayım. Ona zerre kadar söz getirmeyeceğim. O, onu gördüğüm salı pazarındaki ilk günden beri gönlümün sultanı oldu. Onun gönlümün sultanı olmasına kimse engel olamayacak.

-Gudu kız, çok dalgınsın, çayım bitti bir bardak çayın daha var mı?

-Var tabi.

Bardağı Cemal öğretmenin elinden aldı. İçeri girdi. Doldurup geri döndü. Dolu bardağı uzatırken elleri titriyordu. Göz göze geldiler. Cemal öğretmen fazla bekletmeden bardağı elinden aldı. Kadrinur ana ise alttan alttan onlara bakıyordu. Kızının çayı uzattığı elinin titrediğini o da fark etti. Başını salladı. İş anlaşıldı dedi kendi kendine. Bunlar birbirini seviyorlar. Ne yapacağız? Bu zavallı öğretmen on torba toprağı dağdan nasıl indirir? Daha ilk seferinde canı çıkar. O torbanın altında ne çektiğimi ben bilirim. 

Çayını bitiren Cemal öğretmen, boş bardağı Zeynep’e uzattı. 

-Çay için teşekkür ederim. Kalkayım ben Kadrinur ana, yarınki derslerime hazırlanmam lazım. 

-Olsun öğretmen oğlum, sobayı yakabiliyor musun?

-Yakıyorum ana ama o tezekler çok kötü kokuyor.

-Biz alıştık yavrum, sen de alışırsın.

-Yapacak bir şey yok Kadrinur ana alışacağım. Nereden baksan bu köyde üç-dört yıl kalacağım. 

“Üç-dört yıl kalacağım” diyen Cemal öğretmenin sözleri karşısında az kalsın sevinçten çığlık atacaktı Zeynep, kendini zor tuttu. 

(Devamı var)

YORUM EKLE