Çamur Dağının Kızı (20)

Mavrangelli oduncu Salim ile pazarlık yapıldı. Çamur Abbas, kırk hayvan yükü odunun parasını ödedi. Sıra odunları hayvanlara yüklemeye gelmişti. Köylüler birbirlerine yardım ederek hayvanlarını yüklediler. Köye doğru yola çıkıldı. Çamur köylülerini gören çevre köylüler meraklarını yenemiyor, yola dizilen odun kervanını meraklı gözlerle seyrediyorlardı. 

Muhtar İsmail, en önde atının üzerindeydi. Yol güzergahı üzerinde bulunan köylerden geçerken, selam veriyordu. 

-Çamurlulara helal olsun.

-Birlik ve beraberliklerini kıskanıyorum.

-Ben de.

-Çocukları rahat okusunlar diye okullarına odun aldılar.

-Kıskandım.

-Ben de

-Bizse çocuklarımız okula gitmesin diye elimizden geleni yapıyoruz.

-Muhtar arkadaş, muhtar, muhtar olacak.

Odun kervanı köye yaklaştığı sırada iki el silah sesi duyuldu. Muhtar İsmail’in arkasında giden Çemiş Hasan:

-Muhtar bu silah sesi bizden geldi.

-Siz gelin ben gidiyorum.

Atını dörtnala sürdü. Kadın, çoluk çocuk Kadrinur ananın evinin önünde toplanmış buldu. Hemen atından indi. Köylüler kenara çekilip muhtara yol verdiler. Kalas Halil’in oğlu Selim ve Çolak Mustafa’nın oğlu Bekir, yerde yatıyor, Kadrinur ananın elinde ise kocasının tabancası vardı. Kadınlar ve çocuklardan ses çıkmıyordu. Sırttaki bebeler bile ağlamıyordu. 

-Bu ne hal ne oldu burada?

Yanıt veren olmadı. Çamur Dağındaki kayalardan ses geliyor, köylülerden ses çıkmıyordu. Zeynep, dizlerinin üstüne çömelmiş anasına sarılmış vaziyette öylece duruyordu. Muhtar, Selim ile Bekir’e yaklaştı. Acı içinde kıvranıyorlardı. 

-Burada ne olduğunu söylemeyecek misiniz?

Yine ses yok. Gülsüm kadının sırtındaki bebe ağlamaya başladı. Daha da sesini yükselten muhtar:

-Sizlere söylüyorum, burada ne oldu?

-Vurdum onları, dedi duyulur bir sesle Kadrinur ana, vurdum onları.

-Vurdun mu? Neden vurdun bu itleri Kadrinur kadın, neden vurdun?

-Kızıma saldırdılar.

-Kızına mı saldırdılar? Vay şerefsizler. Vurdun da neden gebermedin bu itleri? Şimdi herkes çoluğunu çocuğunu alsın evine gitsin. Haydi boşaltın burayı. 

Bekçi araya girdi:

-Muhtarımızı duydunuz herkes evine işinin başına gitsin.

Muhtar, yeniden Selim ve Bekir’in yanına gitti. Her ikisi de bacaklarından yaralıydı. 

-Bunlar kan kaybından geberecekler. Bana sıcak su ile temiz bez getirin. Hadi Zeynep, kurşun sıyırmış bunları, kan kaybından gebermesinler, bana sıcak su ile temiz bez getir.

Zeynep, yavaş yavaş ayağa kalktı, mabeyindeki sobanın üzerinde kaynamakta olan ibrik ile bez alarak muhtara gwtirdi. Muhtar İsmail, her ikisinin de yaralarını temizledi, bez ile sardı.

-Size kafadan ateş edecekti ki bir işe yarasın.

Selim ve Bekir zorla ayağa kalktılar. Yara almış ayaklarını bir eliyle tutup topallaya topallaya evlerine doğru gittiler. Muhtar İsmail, Kadrinur ananın yanına geldi. Elinden tuttu, ayağa kaldırdı. Hala şoktaydı. Götürüp kapı önündeki ağaç peykenin üzerine oturttu.

-Zeynep, kızım anana bir bardak su getir.

Gelen suyu içen Kadrinur ana:

-Yanlış attım muhtar, haklıydın, kafadan atmalıydım onlara.

-İyi ki atmamışsın mahpushanelerde çürüyüp gidecektin.

-Olsun, iki tane pislik temizlenmiş olurdu.

-Hele anlat nasıl oldu?

-Nasıl olacak muhtar, mabeyinde sobayı yaktım, üstüne yemeği koydum. Zeynep’in ‘Ana, yetiş’ diye bağırdığını duydum. Zeynep malları otlatmadan yeni getirdi ahıra koyuyordu. Bu iki şerefsiz, birden kızımın üstüne çullandılar. Kocamın silahını alıp koştum. Önce havaya ateş ettim. Kızımı bırakıp kaçmaya çalışırlarken arkadan ateş ettim. Yığılıp kaldılar. Ben geberdiklerini sandım ama gebermemişler. 

-Gebermedikleri iyi oldu Kadrinur ana.

Odun getiren köylüler olanlardan habersiz odunları okulun bahçesine yıkıp istiflediler. Çemiş Hasan, duyduğu silah seslerini merak ediyordu ama öncelikle bir haftalık yakacak odunun sobaya konulacak şekilde kesilmesi gerektiğini söyleyince Bülbülün Şakir:

-Hayvanlarımızı ahıra çekelim. Yemeğimizi yiyelim, biraz dinlendikten sonra gelir en az bir haftalık odunu keser sobada yanacak şekilde inceleriz. Merak etme Çemiş Hasan, öğretmen gelinceye kadar hallederiz.

-Tamam Şakir, doğru dersin biz de hayvanlar da yoruldu. Yemeklerimizi yiyip biraz dinlenelim, yine birlikte gelir hallederiz.

Kalas Halil’in oğlu Selim ile Çolak Mustafa’nın oğlu Bekir’in yaptıkları, köyün her noktasında konuşuluyordu. Kadınlar odundan dönen kocalarına yaşananları ballandıra ballandıra anlatıyorlardı. En çok da konuşan bekar kızlardı. 

-Zamanında yetişti Kadrinur ana.

-Vallahi öyle.

-Ne yapacağız bu iki itten.

-Onların yüzünden köyümüzün güzel adı kötüye çıkacak.

-Ben derim ki…

-Senin düşündüğünü ben de düşünüyorum.

-Kırktan fazla bekar kız var köyümüzde.

-Var.

-Toplanalım bir gece.

-Toplanalım.

-Yirmi kadarımız Kalas Halil’in evini…

-Yirmi kadarımız da Çolak Mustafa’nın evini…

-Taşa tutalım.

-Sağlam cam.

-Kapı pencere bırakmayalım.

-Bırakmayalım.

-Evleri ateşe verelim.

-O kadar da değil.

-Ana ve babalarının ne günahı var.

-Doğru dersin, yapacağımız yanlış olur.

-Niye caydınız, korkuyor musunuz?

-Korkmuyoruz da ana babalarına yazık olur, zaten zor geçiniyorlar.

Cemile, başka bir fikir attı ortaya:

-O iki şerefsizi takip edelim kızlar, gördüğümüz yerde taşa tutalım.

-Tutalım.

-Ya attığımız taşlar kafalarına gelir de geberirlerse?

-O da var.

-Teneke çalalım arkalarından.

-Bak bu güzel fikir.

-Herkes bir tane teneke hazırlasın.

-Onları kim görürse teneke çalsın, bizler de tenekelerimiz alıp toplanır, teneke çalarız arkalarından.

-Belki utanırlar da köyü terk ederler.

Kızların konuşması uzadıkça uzuyordu. Kalas Halil’in oğlu Selim ile Çolak Mustafa’nın oğlu Bekir’in laf atmadığı kız hemen hemen yoktu. Onların da canına tak demişti. Zeynep’e saldırmaları bardağı taşıran son damla olmuştu. Toplu olarak “Geçmiş olsun”a gittiler. Morali bozuk olan Zeynep’e destek oldular. Kadrinur ana ile Zeynep hala şoktaydılar. 

Olayı duyan erkekler ise Gogoçların harmanında toplandılar. Ellerinde sopalar vardı. Hepsinin burnundan adeta ateş çıkıyordu. 

-Yetti artık.

-Bunlar eceline susadı.

-Kalas Halil ile Çolak Mustafa bu iki iti bize versin.

-Versin.

Köylülerin toplandığını duyan muhtar İsmail, acele ile Gogoçların harmanına geldi. Köylüleri ellerinde sopalarla görünce:

-Ne yapıyorsunuz siz, deli misiniz? Bakın ne güzel birlikte gittik odun aldık, okulumuza getirdik, çocuklarımız sağlıklı okusunlar diye. Sizler elinize sopaları aldınız, iki itin peşine düşüyorsunuz. Herkes okulda odunları kesmeye gitsin. Size söz veriyorum, yarın bunların ikisini de jandarmaya teslim edeceğim. 

-Muhtar, bunlar nereden cesaret alıyorlar, bunlar köyün huzurunu kaçırıyorlar. Laf atmadığı kızımız kalmadı. Yarın karılarımıza da bu terbiyesizler laf atarsa şaşma.

-Sizler beni dinleyin. Elinizdeki sopaları bırakın. Haydi hep birlikte okulumuza gidelim. Odunlarımızı soba odunu şeklinde keselim. Öğretmenimiz akşama geldiğinde ona sürpriz yapalım. Bizler hep birlik ve beraberlik içerisinde olmaya, birlikte çalışmaya söz verdik. Beni dinleyin, sopalarınızı bırakın ve beni sevenler benim arkamdan gelsin. Ben okulun bahçesinde odun kesmeye gidiyorum. 

Sözlerini bitiren muhtar İsmail, Çemiş Hasan ile arkasına bakmadan okulun yolunu tuttu. Çemiş Hasan, köyde nadir bulunan hızarı ile muhtarı takip etti. Okulun bahçesine geldiklerinde odunlar istif edilmiş, kesilmeyi bekliyorlardı. “Eşek” adını verdikleri ve ilkel bir şekilde yapılmış tezgahın üzerine odunu koydular. Çemiş Hasan bir tarafta, muhtar İsmail ise karşı tarafta, karşılıklı olarak hızar çekip kesmeye başladılar. Muhtarın aklı köylülerdeydi. Henüz gelen yoktu, bırakıp da gelmekte yanlış mı yaptım diye düşünüyordu.

-Gelmediler Çemiş.

-Gelecekler.

-Yanlış mı yaptık, keşke bırakmasaydık onları, gidip saldırmasınlar.

-Gelecekler muhtar merak etme.

-İnşallah.

-Sen doğru olanın yaptın. Yola bak, geliyorlar.

-Bakmayalım onlara gelsinler. Ben köylülerimizle iftihar ediyorum. Akşama öğretmen gördüğünde şaşıracak.

-Şaşıracak.

Gelen köylüler, konuşmadan iki hafta yetecek kadar odun kestiler. Sobada iyi yansın diye baltalarla kesilmiş odunları incelediler. Okulun bir anahtarı da muhtarda vardı. Muhtar okulun kapısını açtı. Tezeklerin konulduğu ve odunluk olarak yapılan bölüme kesilmiş ve incelenmiş odunları taşıyıp yığdılar. Onlar şimdi çok mutluydular. 

Muhat iş bitince okulun kapısını kilitledi. Daha önceden kahvehanesini açsın diye yolladığı Çemiş Hasan’ın kahvehanesinin yolunu tuttular. Çeşmede el yüz güzelce yıkandı, birer birer kahvehaneye girdiler. Boş olan sandalyelere oturdular. Çemiş Hasan, pire gibi herkesin çayını getirip verdi. 

-Dinleyin beni, birer çay benden.

-İkinci çaylar da benden Çemiş Hasan.

-Eğer üçüncü bardak içmek isteyen olursa onlar da benden, dedi Çamur Abbas.

Çaylar ağız tadıyla içilirler, önde bekçi arkada Karakol Komutanı Necdet dört jandarma ile içeri girdiler. Başta muhtar olmak üzere herkes ayağa kalktı. Kahvehanedekiler “Hoş geldin” dediler. Muhtar, komutana yer gösterdi, birlikte oturdular. Çemiş Hasan jandarmalara da sandalye vererek oturmalarını istedi. Köylüler komutanın ağzına bakıyordu. Neden gelmiş ola ki? 

-Buyur komutan, ziyaretinizin bir sebebi var mı?

-Var muhtar, sizin köyden olduğu söylenen iki kişiyi arıyoruz.

Kahvehaneyi sessizlik kapladı. Ağıza götürülen bardaklar, çayı içilmeden sessizce tabaklarına konuldu. 

-Bir şey mi oldu komutan?

-Öğretmen Cemal’in yolunu kesmişler. Gerçi öğretmen benzetmiş onları ama, yol kesmenin suç olduğunu biliyorsun, hem de bir devlet görevlisinin. Aşağı köyden iki kişi görmüş, bize ihbarda bulundular. Onun üzerine geldik. Ellerinde silahları da varmış. Bereket öğretmen cesaretliymiş de ona bir şey olmadı.

-İsimleri belli mi?

-Belli muhtar belli. Kalas Halil derler onun oğlu Selim ile Çolak Mustafa’nın oğlu Bekir’miş.

Kahvehaneyi yeniden bir sessizlik kapladı. Yanan sobanın üzerindeki ibrikte kaynayan su, kabına sığmayınca sobanın üzerine düşmesiyle çıkardığı sesten başka ses duyulmuyordu kahvehanede.

(Devamı var)

YORUM EKLE