Çamur Dağının Kızı (3)

Cemal, anasına sürpriz yapmanın mutluluğu ile köyüne dönüyordu. Köye gelen gezici kalaycılardan kazanını kalaylamaktan kurtulacaktılar. Artık anası gudu ile yemek pişirecek, bakır kazanı da kalaylayıp kaldıracaklardı. Büyük bir özenle eşeğinin heybesine yerleştirdiği guduyu kontrol ediyor, kırılmasın diye de eşeğini koşturmuyordu. 

Köye geldiğinde akşam çoktan olmuştu. Anası Aliye, evin kapısında eşiğin üstüne oturmuş, Cemal’den küçük kız kardeşi Çeşminaz ile kendisini bekliyordular. Kaşları çatılan anası:

-Evladım bu ne saattir, neden geç geldin?

-Biraz dolaştım ana, pazar yerine de uğradım, sana yeni bir şey aldım.

-Nasıl yeni bir şey?

-Gudu aldım.

-O ne ola ki?

-Dur ana heybenin içerisinde çıkarayım.

-Çıkar bakalım.

Cemal, çıkardığı guduyu anasının önüne koydu. Aliye ana, kızı Çeşminaz ile güvece baktılar. Yanlarında iki kulpu, ağzında kapağı olan toprak kapı ilk kez görüyorlardı.

-Ne işe yarıyor bu?

-Bunda yemek pişiriyorlar ana.

-Yemek pişiriyorlar öyle mi?

-Öyle ana. Artık bundan sonra köye gelen kalaycılara kazanımızı kalaylatıp para ödemekten kurtulacağız.

-Her çeşit yemek bunda pişiriliyor mu?

-Pişiriliyor ana.

-Nereden aldın bunu?

-Salı pazarında satan bir kızdan aldım.

-Kızdan mı aldın?

-Evet ana.

-Kız seni kandırmış olmasın, diye lafa girdi kız kardeşi Çeşminaz, bari kız güzel miydi?

-Ben ne bileyim, güzel mi çirkin mi, merak ettim aldım. Beğenmezseniz bir daha ki hafta geri götürürüm.

-Yok iyi ettin. Madem aldın, yemeklerimizi bunda pişiririz.

-Ha bir de ana, babam para gönderdi. Bir de mektubu geldi.

-Gitme dedim gurbete, köyde daha fazla çalışır, daha fazla hayvan besler geçiniriz dedim ama dinlemedi. İlla da gideceğim dedi durdu. İnşaatta aç mıdır susuz mudur ne eder ne yer bilen yok.

-Çok mu seviyorsun babamı ana?

-Tabi seviyorum.

Cemal, babasının gönderdiği parayı anasına verdi. Mektubu açtı, tane tane okudu. Mektubun sonunda bir ay sonra Erzurum’dan döneceğini yazıyordu.

-İnşallah, dedi Aliye ana, bir daha yollamayacağım onu gurbete, elin memleketinde hasta olsa bakanı yok, aç kalsa yemeğini yapanı yok. Bir tane daha fazla mal bakar, güzün satar, onun parasıyla kışı çıkarırız. 

-Olsun ana, yollama, iyi edersin. Artık ben de göreve başlıyorum. Para sıkıntımız olmaz. Babamız yanımızda olsun.

-Madem bu kabı aldın, yarın ilk yemeğimizi yaparım.

-Sen güzel yaparsın ana, patates yemeği yap bakalım, bunda pişen yemekler lezzetli oluyormuş.

-Tamam.

Çeşminaz, söyleyeyim mi söylemeyeyim mi ikircikliydi. Anası akşam namazını kılmak üzere odaya geçti. Fırsat bu fırsat diye düşündü. Şu Münevver kızın söylediklerini söyleyeyim abime.

-Abi.

-Söyle.

-Şey.

-Ne şeyi?

-Şu Münevver kız var ya.

-Var, bir şey mi oldu Münevver’e?

-Yok bir şey olmadı.

-Ne söyleyeceksin peki?

-Kız seni seviyormuş!

-Güzel.

-Güzel mi dedin.

-Neye?

-Münevver’in seni sevdiğine güzel dedin.

-Ben öyle bir şey söylemedim.

-Dedin ya?

-Yok. Bırak şu kızı Çeşminaz. Ben sevmiyorum.

-Seni çok seviyor.

-Sevmesin. Ben onu bir kardeş gibi seviyorum, o da bir kardeş gibi sevecekse sevsin, bir başka şekilde sevmesin. Öyle söyle ona ve bir daha bana ondan söz etme.

Xxx

Sabah kahvaltısını, sabahın serin havasında çardakta yaptı Kadrinur ana ile Zeynep. Muhtar köy yolundan geçerken ana ve kızı çardakta görünce, biraz da şaka dolu:

-Ana kız bu keyif?

-Ne keyfi muhtar, Zeynep dışarda yapalım dedi kahvaltıyı, çayımız var, gel bir çayımızı iç.

-Valla yok diyemeyeceğim, bizim hanım, sabah sabah çay yerine çorba yaptı. Onun için içeyim bir çayınızı.

-Gel gel çay var, kalk kızım muhtar emmine bir bardak getir.

Zeynep elinde bardakla koşarak geldi. Ocağın külleri üzerinde duran kara demlikten çayı doldurdu. Muhtar İsmail’in önüne koydu. Çaydan peş peşe iki yudum aldı:

-Sabah ne çorbası, çay içeceksin, peş peşe aldığı yudumlarla çayı bitirdi, hele Zeynep doldur bir tane daha.

-At ile nereye gidiyordun?

-Köyün sulama suyu çok azaldı. Mevsim de bu sene kurak gitti. Suyun kaynağına kadar gidip bakacağım.

-İyi edersin muhtar. Bir parça bostanımız var. Tırnaklarımızla tırmalaya tırmalaya suluyoruz.

-Olmasa harkını yeniden temizlemek gerekecek. 

-Güz geldi zaten şurada on beş yirmi gün daha su ister, ondan sonra suya ihtiyaç kalmaz.

-Öyle Kadrinur hatun. Neyse ben kalkayım.

-Selametle muhtar.

Muhtar ayrıldıktan sonra, sofrayı topladı Zeynep. 

-Kızım, biz de hazırlanalım da çıkalım. Önce dağın bu yamacından öğleden sonra da diğer yamacından toprak alırız. Salı pazarına kadar on beş yirmi tane yaparsak götürürsün satmaya.

-Olur ana. Sen ipler ile torbaları al ben de malları çıkarayım ahırdan. 

Köyden çıkıp dağın sol yamacına vurdular. Biraz ilerledikten sonra hayvanlarını serbest bıraktılar. Çamur dağının zirvesine az kala yerine çıktılar. Köylü kadınlar ve kızlar da ellerinde kazma küreklerle toprağı kazıyor, içindeki taşları temizledikten sonra torbalara dolduruyorlardı. Ana kız da öyle yaptılar. Torbaları doldurup ağızları bağladılar. Bir saate yakın mola verdikten sonra torbalarını ipleri her iki omuzunda olacak şekilde sırtlarına aldılar. Dağın yamacına aşağı kadınlar ve kızlar insan kervanı oluşturur şekilde cılga yoldan aşağıya doğru yol aldılar. 

Yürüdükçe ağırlaşan sırtlarındaki torbalar, omuzlarındaki ipleri etlerini sızlatıyordu. Yeni yeni toprak taşımaya başlayan kızların omuzları iplerin baskısı ile yara bere içerisinde kalıyordu. Kadınlar ise sürekli taşıdıkları için omuzları çoktan nasır bağlamıştı. Terler alınlarından şıpır şıpır toprağa damlıyordu. 

-Bu hayat çok zor, dedi Gülistan.

-Zor abla.

-Ben başka köye gelin gideceğim.

-Ben de.

-Bu işkenceden kurtuluruz.

-Kurtuluruz.

-Bu köyde kocaya gidersem, ömür boyu sırtımda toprak taşıyıp gudu yapacağım.

-Bir şey anlamadan ömrümüz bitecek.

-Belimiz ağrıyacak.

-Kamburlaşacak.

-Kamburlaşacak.

-Başka köye gider mal bakarım.

-Tarla eker, sebze yaparım.

-Dışarı vermezler.

-Kaçarım.

-Ben de.

-Ben de.

Çamur dağından ilk inen kızlar olmuştu. Kadınlar daha geri kalmışlardı. Herkes kendi kapısının önüne torba çuvallarını hırsla bırakıyordu. Hızla yere düşen torbaların çoğu yırtılıyordu.

Zeynep, her zamanki gibi yerden yüksek taşın üzerine ağır ağır torbayı yerleştirdi. İpleri omuzlarından çıkardı. Torbadan ayırdı. Toprak dolu torbayı taşın üzerinden indirerek kenara koydu. Anası henüz gelmemişti. 

-Biraz dinleneyim, gelmezse önüne gider, alırım torbayı sırtından.  

Çok zor bir iş yapıyoruz. Ölüp ölüp diriliyoruz. Çile çekiyoruz. Bu köydeki kadınların ve genç kızların çilesi. Daha kırk yaşına varmadan yaşlanıyor kadınlar. Sırtta toprak taşımak. Taşımakla kalsak ne ise. En incecik taşına kalıncaya kadar içindeki taşları temizlemek. Çamur haline getirmek, ayaklarla çiğnemek. En iyisi bu köyden başka köye gelin gitmek var. Başka köylerde kadınlar bağıyla, bahçesiyle, bostanıyla, tarlasıyla, hayvanlarıyla uğraşıyorlar. Biz ise bu yapılanların yanı sıra bir de Çamur Dağından sırtımızda toprak taşıyor, gudu yapıyoruz. Kim çıkarmış gudu yapmayı? Hangi akıl çıkardı bu işi?

Anası Kadrinur, iki kat olmuş şekilde evin çevirmesinden içeri girdi. Nerede ise yüzü koyun kapanacaktı. Zeynep yetişti. Tuttu.

-Ana bırak buraya ben yerine kadar taşırım.

-Yok kızım, sen torbayı arkadan tut, birlikte götürelim.

Kadrinur ana, zor şer torbayı Zeynep’in yardımıyla indirdi. İpi omuzlarından çıkardı. Terler şıpır şıpır akıyordu alnından aşağı.

-Kızım su ver bana.

-Vereyim ana, çeşmeden yeni getirdim. Hele elini yüzünü yıka ondan sonra içersin.

Zeynep, su dolu ibrikten suyu dökerek anasının elini yüzünü yıkamasına yardımcı oldu. Kadrinur ana, entarisinin eteğini ters çevirerek elini yüzünü kuruladı. İbriğin lülesini ağzına götürerek kana kana içti. 

-Sular gibi aziz ol kızım. Bugün her nedense çok yoruldum.

-Tamam ana bir daha sırtında toprak getirmeyeceksin. 

-Ekmek parası kızım.

-Olsun ana ben getiririm.

-Bugün de gideyim daha da gitmem.

-Ne olur dinle beni ana, ben getiririm diyorum. 

-Bugün son kızım, daha getiremiyorum. Dizlerim tutmuyor. Bugün de seninle gidelim dağın her iki yamacından getirdiğimiz topraklar eşit olsun.

-Peki ana bugün son, bir daha gitmek yok.

Xxx

-Cemal! diye olanca sesiyle bağırdı Aliye ana.

Cemal koşarak geldi. Anasını iki eli belinde, sert sert bakıyordu.

-Ne oldu ana, bir şey mi oldu?

-Ölünün körü oldu, baksana senin getirdiğin guduya.

-Ne oldu ki ana.

-Daha ne olacak, bak da gör.

Cemal ocağa yaklaştı. Guduyu çeşitli yerlerinden yarıldığını, anasının içine pişmek için koyduğu yemeğin sularının aktığını görünce:

-Ne yaptın ana, niye kırdın guduyu?

-Ne kırması ula, bir güzelce hazırladım, koydum içerisine yemeği. Ocağın ateşini yaktım. Senin getirdiğin şu guduyu da yemek pişsin diye ocağa koydum. Baksana ne hale geldi. Yazık oldu küzüm etlerine.

-Nasıl olur ana, o kız bunlarda yemek pişirildiğini hatta kendilerinin de bu kapları kullandığını söyledi. 

-Ben bilmem akşama aç yatın da göreyim sizi.

Cemal, ocağın önüne oturdu. Zeynep kızdan aldığı guduya baktı. 

(Devamı var)

YORUM EKLE