MOLADA DÜŞÜNELİM...

Son dönemlerde dikkatimizi çeken bir nokta oldu, sizlerle paylaşmak istedik.

Televizyon kanallarında özellikle para ödüllü yarışmalara büyük bir rağbet var. Yarışmacı adaylara yöneltilen sorulara baktığımızda ilk sorular hemen hemen herkesin bileceği türden sorular. Yarışmacı adaylarına baktığımızda köklü üniversite öğrencilerinin bu tür normal güncel hayatın içinden diyebileceğimiz sorularda tökezlediklerine şahit olduk. En son üniversite sınavında ilk yüzlerde öğrenci alan üniversitenin Türk Dili ve Edebiyat Bölümünü kazanan bir öğrencinin Kral Çıplak Hikâyesini ilk defa duyuyorum demesinin yanında edebiyata gönül vermiş birisinin çok bilinmiş bir kitap yazarını hatırlayamaması her ne kadar yarışma heyecanı desek de çok acıydı. İşin bir diğer yanı akademisyenlerimizde de aynı sorun ile karşılaşmaktayız.

Şimdi buradan bir pencere ile bir konu açalım. Her şeyi ders olan iyi bir üniversite ve iyi bir bölüm okuma adına hayatın sosyal ve kültürel alanından çocuklarımız neler kaybediyor? Bu gün çok iyi üniversitelerde okuyanlarda hatta mezunlarda toplumdan ve toplum değerlerinden çok uzak bir şekilde hayat sürdürmekte… Hayatın içinde ama kendi dünyasında… Çocuklarımız halk kültüründen izole edildikçe bir yandan eğitim seviyesini artıralım derken diğer yandan kültürel yönleri eksik kalıyor. Bunu hem eğitim sistemi ile hem de kişisel eğilimler ile birleştirebilir yansımalarını kendi mesleği ile ilgili dış dünyayı tanıyarak özel sektör olsun kamu sektörü olsun almış olduğu eğitimi tecrübe etmelidir.
Bir ülkenin her yıl milli eğitim politikası değişirse, çocuklar eğitim öğretim halkasından çıkıp yarış atına dönerse olacağı budur diyebilirsiniz. Son on yıla baktığımızda ülke sathında birçok değişim ve gelişme söz konusu fakat eğitim sistemini bir türlü raya oturtamadık. Eğitim problemlerimiz bir yana dursun bu konuyla ilintili olarak Akademik personel yetiştirme tarz ve kriterlerimizde de değişim yapma zamanı geldi de geçiyor. Akademisyenlik tamamen İngilizce diline odaklanmış, bilimden çok yabancı dilin önemli olduğu bir seyir halinde… Üniversiteyi yüksek not ortalaması ile bitiren gencimiz dış dünya çalışma hayatı ile tanışmadan ister özel sektör ister kamu sektöründe eğitiminin yansımalarını görmeden İngilizcesi de iyi ise aynı üniversitede yüksek lisans ve doktora programına devam ediyor. Pratik tecrübe kazanmadan teori ile devam ediyoruz. Sonra derken becerebilirsen doçent yönetimle sorun yoksa 5 yıl sonra profesör oluyorsun. Bu söylediklerimiz daha çok teknik bölüm mezunlarına hitap etse de sözel bölüm mezunları içinde bir uygulama alanı mutlaka vardır düşüncesi içerisindeyiz. Biyoloji bölümü mezunu için doktora tezi olarak kurbağa sayılması, Elektronik Mühendisliği bölümü mezunu için laplace ve fourier denklemleri arasında pratikten uzak teoriler üretilmesi Türkiye’de genç beyinleri öldürdüğü gibi akademisyenliğe olan inancıda kaybettirecektir. Akademisyenlik eğitimi bilim adına usta çırak ilişkisi gibi gelişim göstermelidir. Önce Liyakat sonra Hak olmalıdır. Bunu derken de hocalar asistanlarını mesleki gelişimleri haricinde her işlerinde kullanacakları bir yardımcı olarak görmemelidirler.

Şimdi efendim malumumuz bu hafta sonu ara tatil dönemi yaşanacak. Bir mola verilecek ilk defa. Öğretmenlerden ricamız çocukların bir nefes almasına müsaade etsinler, ödev versinler ama ödeve boğmasınlar. Bu arada Milli Eğitimde YÖK’de, üniversitelerde kendilerine aynada bir baksınlar. Nereye gidiyoruz diye? yeni nesil, yarışma programlarında abuk subuk cevaplar vererek kendilerini rezil etmesinler, Türk çocuğunun adını çizdirmesinler… Akademisyen kimliğine sahip olanlarda lütfen bunun hakkını vermeye çalışsınlar.  Geleceğimiz için bu da bir nefestir. Tabi dert edinene…

Sevgi ve saygılar.

YORUM EKLE