Paşa'nın Petekliği (2)

-Ceylan, gitmiyor muyuz?

-Hayırdır, Mahur, çok sinirlisin?

-Bir şey yok.

-Var, var, seni böyle sinirli görmedim.

-Boş ver, toparlan da gidelim.

-Toparlanıyorum. Vakit daha erken, istersen biraz da biz gezelim pazarı.

-Ben baktım, ahım şahım bir şey yok. 

-Peki niye böyle sinirlisin?

-Yolda anlatırım.

-Şimdi anlatacaksın, bir bey kızını bu kadar sinirlendiren nedir merak ettim.

Mahur, pazara köyde ürettikleri ürünleri kasaba pazarına getirerek satan Ceylan’ın yanındaki oturağa oturdu. Omuzundaki çantasını kucağına aldı sıkı sıkıya tuttu. Sinirleri hala yatışmamıştı. 

-Salak, dedi.

-Ne, bana salak mı dedin?

-Sana niye salak diyeyim ki Ceylan, bal satan o kendini beğenmişe dedim.

-Şimdi anlaşıldı. Niye sinirlendiğin. Anlatmayacak mısın?

-Alacaklarım var çarşıdan, kalk.

-De hadi merakla bırakma beni?

-Pazarı gezerken, çerçeveyle bal satan bir mağara adamına rastladım. Parasını verip bir çerçeve bal alacaktım. Zaten bir çerçeve de balı kalmıştı. Bana ne der beğenirsin?

-Ne dedi?

- ‘Para istemem, omuzunda asılan çantaya karşılık balı veririm’ demez mi?

-Eee? Sen ne dedin?

-Çantamı neden istiyorsun, dedim.

-Bana, ‘Çanta güzelliğini bozuyor’ demesin mi?

-Bak sen şu işe.

-Tam o sırada orta yaşlı bir adam geldi, bal çerçevesini almak istedi.

-Çok meraklandım, hele durma anlat.

-Adama ‘çerçeve satıldı’ demesin mi? Adam çekip gitti. Ben, ‘Neden çerçevenin satıldığını söyledin?’ diye sorunca, ne der beğenirsin, ‘Sana sattım’ demesin mi?

-Deme?

-Aynen öyle.

-Sen ne dedin?

-Ben de ‘Ben satın almadım ki’ deyince, ‘Aldın bile, çantayı bana verinceye kadar bu çerçeve senin, her Pazar bu çerçeveyi getireceğim, ne zaman çantayı verirsen, çerçeveyi o zaman vereceğim’ demesin mi? Sinirlendim ve hızla oradan ayrıldım.

-Nasıl söyleyeyim Mahur, bayağı merak ettim şu delikanlıyı. Haydi bir de ben göreyim. Göster bana onu. Hadi kalk durma, şöyle yanından geçer, gideriz. Çarşıdan da siparişlerini alır gideriz.

-Görmek istemiyorum onu bir daha.

-Şöyle yanından geçeriz, haydi kalk. 

Çantalarını omuzlarına astılar. Paşa’nın bal sattığı yere geldiler. Paşa yoktu. Yerde arılar çerçeveden damlayan ballara üşüşmüşlerdi. 

-Buradaydı.

-Demek gitti Mahur. Görsen tanır mısın?

-Aman Ceylan boş ver. Hadi alacaklarımızı alıp gidelim. 

-Ben merak ettim. Gelirim dedi mi sana.

-Sen de çok meraklısın. Her hafta semt pazarına geliyormuş.

-İyi, önümüzdeki hafta gelir görürüz.

-Şeytan görsün yüzünü.

-Yakışıklı mıydı Mahur?

-Ben ne bileyim yakışıklı mı, çirkin mi? Boyuna posuna bakmadım ya?

-Söyle kız, yakışıklı mıydı? Hadi hadi söyle.

-Sayılır.

-Çok ilginç Mahur. Ben bu yakışıklıyı merak ettim. Görmeden rahat etmeyeceğim.

-İyi, önümüzdeki hafta gelir görürsün, evlenme teklif edersin.

-Daha neler.

Gülüştüler. Siparişleri almak üzere çarşının yolunu tuttular. 

Xxx

Paşa, Pençe’yi bir yanına Keleş’i de bir yanına aldı. Her ikisini de elleri ile seviyordu. Akşam karanlığı çöküyordu. Ziridanın Deresi karanlığa bürünmüştü. Derin bir vadi içerisinde bir kol kalınlığında akan su, gittikçe kurumak üzereydi. İlkbaharda Çökek Şelalesi’nden akan Gangana’nın eriyen kar suları süt beyazına dönüşüyordu. Gangana’nın karları tükendikçe şelalenin de suları azalıyordu. Sert kayalıklar arasından sızan sularla beslenen derede küçük küçük sazan balıkları ile doluyordu. Paşa, balıkların ölmemesi için dere aşağı balıkları kovalayıp Çit Deresi’ne kavuşmalarını sağlıyordu.

Güzel kızdı değil mi Keleş? Mavi gözleri, kara kaşları, uzun kirpikleri, sıcak havada al al olmuş yanaklarıyla bir başka güzeldi değil mi? Zengin birinin kızına benziyordu, giyimi öyle gösteriyordu. Kim bilir belki de fakir bir ailenin kızıdır da pazara geldiği için öyle güzel giyinmişte olabilir Keleş. Sen de baktın mı ona. Bak bak, Pençe meraklanmaya başladı. Meraklanma önümüzdeki hafta sıra sende. Seni götüreceğim ama gelen gidene hırlamak yok. 

Babam neden burayı vasiyet etti bana bir türlü anlayamadım. Nasıl da tek başına bir ömür geçirdi burada? Mağaraya yaptırdığı demir kapı aynen kale kapısı gibi. Penceresi de öyle. Kurşun atsan işlemez. Ya mağaranın içini de çok güzel yapmış. Soba için mağara içinden baca açmış kayalıkları kırarak. Ya o gizli oda? O odayı da ne için yaptığını söylemedi bana. Mağara içinde mağara. Nereye kadar gidiyor bilen yokmuş. Babam da bir şey söylemedi. Kızmış Sultan’ın askerlerine ne kadar kovanı varsa yuvarlamış buradan ve terk etmiş buraları. Gittiği köyde annemle evlenmiş ve ben dünyaya gelmişim. Rahmetli ölmeden önce burayı anlattı. Vasiyet etti, burayı gelip bulmam için. 

Biliyor musunuz, en iyi dostlarım sizlersiniz. Siz olmasanız ben burada bir gün dahi durmam. Pençe ile Keleş, yaşamak beleş, öyle mi? Ne beleşi, sabahtan akşama kadar arılarla uğraşıyorum. Onlar da bizim dostlarımız. Hele o oğul vermeleri yok mu? O oğlu çamların dalından almak bana büyük bir mutluluk veriyor. Ula köftehorlar size bir türlü bal yemesini öğretemedim. Bir ayı kadar olamadınız. Bal yemek için kovanları parçalıyor. Sizin önünüze hazır balı koyuyorum, koklamaktan başka bir şey yapmıyorsunuz. 

Haydin bakalım vakti seladır. Mağaranın dışı sizin içi benim. Dikkatli olun bu zamanlarda ayı çok gelir. Bir kovanımı parçalarsa hesabını sizden sorarım. Gözlerinizi dört açın. Kuş uçurtmayın. Bakayım o kızı aklımdan çıkarıp uyuyabileceğim mi? Takıldı kaldı aklıma. Ama ne olursa olsun çok güzel. Oğlum Paşa boşuna umutlanma unut gitsin. Boşuna yere o kıza bel bağlama. Sen mağarada yaşıyorsun, o kız mağarada yaşar mı? Mağara adamını ancak mağara kızı alır. O da olmadığına göre bizim ömrümüz de böyle geçecek. Allah sahibine bağışlasın. 

(Devamı var)

YORUM EKLE
YORUMLAR
Murat Öktem
Murat Öktem - 3 yıl Önce

İbrahim bey Bir önceki hikâyenin sonu ne oldu

İbrahim Özdemir
İbrahim Özdemir @Murat Öktem - 3 yıl Önce

Murat Bey, ilginize teşekkür ederim. O hikaye, gelin kapıdan içeri girince bitmiş oldu.

Eyyüp Demirel
Eyyüp Demirel - 3 yıl Önce

Güzel bir öykü