Paşa'nın Petekliği (9)

Paşa, Zekiye’nin getirdiği tereyağı ile peyniri çay ile beraber yiyerek karnını doyurdu. Guş Nene, hiç konuşmadan onu izliyordu. “Sanki günlerdir aç duruyormuş gibi sildi süpürdü” diye geçirdi içinden. Ana ve babanı alçak Ermeni çetelerinin katletmesi sonucu kaybet, bu yaşlı kadının elinde büyü. Ana yok baba yok. Seni o çetelerin elinden kurtaran adamı baba olarak kabul et. Sonra da git bir vasiyet üzerine mağarada yaşa. Ne yer ne içer? Kim bilir o mağarada günlerini nasıl geçirir?

-Doydun mu oğul?

-Doydum nenem, bu kadar güzel tereyağı ile peynir yememiştim. Kim yaptıysa güzel yapmış.

-Kim yapacak benim kadersiz Zekiye’m yaptı.

-Eline sağlık nenem, güzel yapmış.

-Niye benim sana yedirdiğim yağ ve peynirler güzel değil miydi?

-Senin yaptıkların da çok güzeldi. Ben onları yiyerek büyüdüm. Hatırlarsın, peksimetleri içine iki kaşık tereyağını kordun. Ben de onu malları beklerken Süleyman Pağarında öğlen vakti bir güzelce yerdim. Ne günlerdi o günler. Şimdi ise baba bildiğim, bir babayiğidin vasiyetini yerine getirmek için mağarada yaşıyorum. 

-Anlat bakalım, ne yapıyorsun mağarada, ta başından anlat.

-Nereden başlasam ki benim kocaman nenem?

-En başından başla, buradan ayrıldıktan başla, bugüne kadar ne yaptın hepsini anlat.

-Anlatayım nenem, Zekiye bacı bana bir çay daha verir mi?

-Verir verir, belli ki mağarada üç oyun çay içe içe çay hastası olmuşsun, bir demlik çayı bitirdin. De hadi anlat bakalım.

-Buradan, yani sizlerden ayrıldıktan sonra babamın tarif ettiği mağarayı Zirida Deresinin yamaçlarında aradım. Bir gün boyu o kayalık senin bu kayalık benim diye dolaştım durdum. En sonunda derenin içerisinde dağılmış bir kovan buldum. Kovanı bulduğum yamaç yukarı göz gezdirdim. Ormanlık bir alan ve onun aşağısında sarp kayalıklar. Yavaş yavaş tırmanmaya başladım. Yol yok, iz yoktu. Tırmana tırmana çamlık alanın aşağısına geldim. Durduğum yerde arıların vızıltılarını duyar oldum. Dikkat kesildim. Yamaç aşağı yuvarlanmış kovanlar vardı ama içlerinde arı yoktu. Arı vızıltılarının geldiği yöne doğru dikkatlice yürümeye başladım. Bir de ne göreyim?

-Ne gördün, meraklandırma beni.

-Kapı büyüklüğünde dimdik bir yer gördüm nenem.

-Olur ne var bunda?

-Ne var olur mu benim kocaman nenem, gördüğüm o kapı büyüklüğündeki yer arı ile kaplıydı. Hemen yan tarafında küçük bir demirden yapılmış pencere. Pencereden içeri girip çıkan arıların haddi hesabı yoktu. Korkudan yaklaşamadım. 

-Arıdan adam korkar mı a benim yüreksizim?

-Aklıma babamın verdiği gömlek geldi ama gömleği giymeden önce sağlam kalan arı kovanlarını toplamam gerektiğini düşündüm. Öyle de yaptım. Sağlam kalmış on beş tane kovanı babamın yaptığı yerleri biraz da ben düzelterek yerleştirdim. Sağlam çerçeveleri de içerisine dizdim. Sıra arıları kovanlara koymaya gelmişti ama nasıl yerleştireceğimi bir türlü düşünemiyordum. Aklıma yine babamın verdiği gömlek geldi. Çantamdan çıkardım, söylediği gibi giydim.

-Eee?

Gömleği giyer giymez, arıların çıkıp girdiği pencereden arı vızıltılarının arttığını duyuyordum. Bana saldırırlarsa kurtulamayacağımı çok iyi biliyordum. Peş peşe kovanlarda arıların oğul verir gibi kümeler halinde çıkarak hemen üst taraftaki ormanlık alandaki çamların dallarına konuyorlardı. Ne yapacağımı şaşırdım. Öyle çıktılar ki, gezindikleri demir kapıda tek bir arı kalmamıştı. Çam ağaçlarına konan arı kümelerinin yanına gittim. Bana hiç saldırmıyorlardı. Bizi bu daldan al, kovanlara yerleştir der gibiydiler. Kondukları dalları bıçağımla keserek her arı kümesini bir kovanın içerisine silkeledim. On beş kovan arım olmuştu. Rahatlamıştım.

-Bak sen şu Allah’ın hikmetine, e sonra?

-Sonra, babamın verdiği anahtarla demir kapının kilidini çevirdim. Kapı açılmıştı. Yavaş yavaş demir kapıyı içeri doğru iteledim. Kapı büyük bir gıcırtı ile açıldı. Bir de ne göreyim dersin koca nenem?

-Ne gördüğünü ne bileyim, söylesene.

-Mağaranın tavanından küme küme ballar sarkıyordu. Akşam olmuştu. İlk kez yalnız kalıyordum. Derenin sessizliği beni korkutuyor dersem yalan söylemiş olmam. Yanımda yöremde kimse yoktu, tek başınaydım. Mağaraya girdim. Tavandan aşağı asılan lüks lambasının yanı sıra gece feneri ve gaz lambası vardı. Gaz lambasını yaktım. Mağaranın içi aydınlandı. Tahtadan yapılmış peyke ve baş tarafında toplanmış yatak yorgan ve yastık vardı. Kullanılmadıkları için toz kaplamıştı üzerlerini. Yastığı, yorganı ve döşeği dışarı çıkararak tozlarını silkeledim. Peykenin üzerindeki kilimi de silkeledikten sonra yatağı serdim. Yastığı baş tarafa koyarak yaslandım. Çok yorgundum. Gözlerim kapanıyordu ama uyumak istemiyordum. Uyursam başıma bir şeyler gelir diye korkuyordum. Korkuma rağmen gözlerim kapandı ve derin bir uykuya daldım. Ne kadar uyuduğumu bilmiyordum. Mağaranın kapısının cırmalandığını duyunca uyandım. Kapıyı içeriden çok iyi kilitlemiştim. İçeri herhangi bir şeyin girmesine imkan yoktu. Kapıya yaklaştım. Cırmalama devam ediyordu. “Kim var orada?” diye seslendim. İki köpeğin havlamasını duydum. Duydum ama yine de tedbirliydim. Kapının kilidini yavaşça çevirdim. Büyük bir gıcırtı ile kapıyı yavaş yavaş açtım. İki tane iri yarı köpeği kapıda görünce şaşırdım. Nereden geldiklerini bilmediğ.im ve ilk gördüğüm bu köpekler burayı nasıl buldu, çok şaşırmıştım. Köpekler yüzüne yukarı sıçramaları ise şaşkınlığımı daha da artırdı. Bir süre sonra ben de onları sevmeye başladım. Karınları tekne duruyordu, belli ki çok açtılar. Onları mağaranın içine alıp bana verdiğin ekmeğin içerisine yağ koyarak köpeklere verdim. Bir solukta kocaman ekmeği bitirdiler. Kurulu sobanın yanına uzandılar. Kırk yıldır burada yatıyormuşçasına uyumaya başladılar.

-Doğrusu şaşırdım Paşa oğlum. 

-Nasıl şaşırmaz insan benim nenem, sanki birisi elleriyle köpekleri getirip kapıya bırakıp gitti. 

-Sonra?

-Köpeklerin varlığı benim korkumu alıp götürmüştü. Mağaranın içini iyice görmek istiyordum ama sabahı beklemek gerekiyordu. Ballar tavandan asılıyordu. Asılıyordu ama hiç dokunmuyordum. Sabah ola hayrola dedim ve ben de yatağıma uzandım. Sabahın ilk ışıkları ile kalktım. Demir kapıyı açtım. İçerisi ışıklandı. Işıkla beraber mağaranın derinliklerine baktım. Mağara uzayıp gidiyordu ama ben daha ilerisine gitmeye doğrusunu söylemek gerekirse çekiniyordum. Mağarada her şey vardı. Çay, şekeri buldum. Sobayı yakıp, terekten demliği aldım. 

-Mağarada terekte mi vardı?

-Vardı nenem. Hem de her çeit kap kaçak vardı.

-Allah Allah, Paşa Osman desene bir ev kurmuştu mağaranın içine. 

--Öyle Guş Nene. Çayı demledim, bir güzelce kahvaltımı yaptım. Köpekleri de yedirdim. Çok eksiğim vardı. Almak için kasabaya gitmem gerekiyordu. Dışarı çıktığımda havada bir arı ordusu vardı. Her taraf arı kaynıyordu. Var bunda bir hayırlısı diyerek kapıyı kapatıp kilitledim. Köpekler hemen kapının önüne çömeldiler. Onları çağırdığım halde arkamdan gelmediler. Demir kapının önüne oturup kaldılar. Ben yavaş yavaş babamın yaptığı yoldan Mehmetaliler’in Çeşmesine kadar indim. Ana yola geçerek kasabanın yolunu tuttum. Öğlene doğru kasabadan alacaklarımı alıp geri döndüm. Aklım hep mağarada ve havada uçuşan arı ordusundaydı. Yoksa arılar tekrar kovanlardan çıkıp mağaranın içerisine mi gireceklerdi? O kadar dalmışım ki düşünmekten Mehmetaliler’in Çeşmesine ne zaman geldiğimi dahi hatırlamadım. Durmadan rampaya tırmanıp mağaranın önüne geldim. Köpekler beni görünce koşup bacaklarımın etrafında dolanıyor, yüzüme yukarı atlıyorlardı. Öğle vakti geçmiş ikindi saatleriydi. Kovanlara baktım, arılar girip çıkıyorlardı. O havadaki arı ordusu kaybolmuş, her şey normale dönmüştü. Mağarayı açtım, içeri girdim. Bir de ne görsem inanırsın?

-Ne gördün çabuk söyle?

-Tavanda asılan ballar yok olmuştu. O Ballardan eser kalmamıştı.

-Birisi mağarayı bulup balları almış olmasın?

-Ben de öyle düşündüm bir anda Guş nenem ama mağaraya girmeleri imkansızdı. Kapıyı ki,litlemiştim. Birilerinin girmesine imkan yoktu.

-Allah Allah, peki ne oldu ballar?

-Tekrar dışarı çıktım. Kovanın birini açıp içine baktım. Bütün çerçeveler bal ile doluydu.

-Bal mı doluydu?

-Evet nenem.

-Nasıl olur arıları kovana yerleştirmen daha bir gün olmuştu, nasıl çerçeveleri doldururdu?

-Kovanların hepsinin kapağını sırasıyla açıp içerisine baktım. Ağzına kadar bal doluydular.

-Bak sen şu işe.

-Ne oldu nenem biliyor musun?

-Ne oldu?

-Arılar, mağaranın içerisindeki balları kovanlarına taşıdı.

-Çok şaşırdım ama, söylediğin doğru olabilir.

-Başka izahı yoktu nenem.

-Doğru dersin Paşa yavrum.

-Akşam oluyor nenem ben kalkayım artık.

-Kalk da öyle arayı daha uzatma bu seferlik seni affettim. Zekiye kızım bir şeyler hazırladı, onları al çantana koy.

-Sağol nenem ama gerek yoktu. Bende her şey var.

-Yok demedim. 

-Sağol nenem.

Paşa, Guş Nene’nin elini öptü, Zekiye’nin getirdiklerini heybeye koydu. Mağaranın yolunu tuttu.  

(Devamı var)

YORUM EKLE