ŞAİR VE ŞİİR SANATI

İnsan, yaşadığı çağın, akıl ve gönül dünyasının tanığıdır. Şair ise, tanıklık ettiği çağı yalnız gözlemlemez. O, bütün tanıklıklarını dile getirir. Duyarlılıkların yüreği olur. Bu durum aslında toplumun sözcüsü olmak anlamına da gelir. Toplumun düşünen, konuşan, haykıran, savaşan, unutturmayan hafızalarıdır şairler.

Bir milletin, hatta bütün insanlığın sevinçlerinin tercümanı, acılarının dert ortağı olan şairler, toplumun birkaç adım önünde parlayan yıldızıdır.

Herkes bir birçok sözü bir araya getirip cümleler kurabilir. Ancak şair, sözü damıtarak elde eder dizelerini. Tam da bu noktada ‘şiir, darası alınmış özdür.’ olur. Bu anlamda çok sözden kaçılıp öz söze sığınılmıştır. Bu sığınışın adresi yine şairin sözüdür.

Şiir, sözün edep havuzunda yıkanmış halidir. Şairin kendince kurduğu bir dünyadır. Bu dünya asla sorgulanamaz. Çünkü hayal âleminden ibarettir. Hayallerin sorgulanması olsa olsa kabalık ve cehalet sevicilik olur. Şair, kurduğu hayalleri bir sarraf hassasiyetiyle işler.

En güzide duyguları yazıya dökerken elbette en seçkin sözcükleri kullanır. Bu nedenle şiir, bazen aşkın, bazen sevginin, bazen özlem ve ayrılığın bazen de coşku ve kavuşmanın aktarımıdır.

Şair, bir duygusunu aktarmak için yüzbinlerce sözcük içinden en uygununu seçmek zorundadır. Neden mi? Çünkü onun bir roman ya da bir öykü yazarı gibi ifade genişliği olanağı yoktur.

Daima en zarif ve en uygun sözcüklerden oluşmalı dizeler. O, yalnızca duyguya aktarmaz. Şiirsel olan, musiki değeri taşıyan dizeleri oluşturmak elbette bir gönül zenginliği gerektirir. Estetik kaygıları oluşmamış, duyuları gelişmemiş bir kişinin şiir yaması beklenebilir mi?

Şairler gibi ressamlar, müzisyenler, sinema sanatçıları, tiyatrocular ve daha pek çok sanatkar, hayatın içinden kişilerdir. Yer yer kendi hayatlarından, başka hayatlardan esinlenirler. Bu bağlamda şair, hem kendi hayatını hem de başka hayatları kurgular. Bireyin iç dünyasını ve toplumun ruh yapısını sentezler.

Hayatı anlamlı kılmak, günlük hayatın herhangisinden uzaklaşıp anlamsızlıkları azaltmak ve belki de en önemlisi yaşamımıza estetik yön vererek yapıp ettiklerimize değer katmak istiyorsak şiirin büyüleyici dünyasına dalmalıyız. Dalamıyorsak da bu aleme kulak vermeliyiz. Mutluluk, huzur ve genellikle dolu olan bir duygu dünyasında yaşamaktır şiirin dünyası. Şiir gibi yaşamak kavramını başka nasıl izah edebiliriz ki?

Şiir, duygu paylaşımı anlamına da gelir. Malumunuz olduğu üzere her türlü paylaşım insanı mesud eder. Hele bu paylaşım sevgi, saygı, hoşgörü iklimi ise mesud olan bireyler çığ gibi büyür, büyür…

Sevgi ve hoşgörü şairi etkisi altına aldığında bu ruh halinin onu taşıyacağı yer bellidir. İfade etme ve paylaşma… İşte bu iki öge evvela bilgi ister. Sonra da beceri… Bilen anlatmak ister. Anlatan da anlaşılmak…

Şiir bir köprü olur hayalle gerçek arasında. Sonra dile gelen gönül büyütür besler ruhumuzu. Bir kelebek kadar hassas olur bazen, bazen de kartal gibi pençelerinde taşır uçsuz bucaksız dağ başlarına… Peygamberimizin değimiyle “Hassan’ın beyitleri düşmana ok darbesinden daha tesirlidir.” Mescid-i Nebavi’de Hassan Bin Sabit’e özel bir minber yaptırmıştır. Hassan Bin Sabit Ashab-ı Kiram’a burada İslamı metheden şiirler okumuştur. Bu şair, düşmana (kafir) hicviyeler yazıp okurdu. Bu hicivlerden birini okurken Hz. Muhammet ona: “Ashabım silahla harp ettikleri gibi sen de dil ile harp et!” buyurmuştur. Abdullah Bin Revaha ve Ka’b Bin Malik’i de hatırlatmamak olmaz. Hz. Muhammet’in dünyaya geldiği ve peygamber olarak insanları hak yola davet ettiği cemiyet içinde büyük şairler vardı. Bu şairler içinde yedi (7) tanesi ön plana çıkmıştır. Bunlar:

1.İmuü’l Kays

2.Tarafe İbnü’l-Abd

3.Haris bin Hilliza

4.Amr bin Kulsum

5.Antere bin Şeddad

6.Zü’beyr bin Ebu Sulme

7.Lebid’dir.

Göktürklerde Koşuk, Sagu, Sav ve Destanlardan hareketle diyebiliriz ki Türkler binlerce yıldan beri şiir ile iç içedir. Asırlar sonra Devlet-i Ali Osman’ın 624 yıllık ömründe 36 devlet adamının tamamına yakını bir veya birden çok güzel sanatların bir koluyla ilişkilidir.

Şiir, musiki, hat, oymacılık, marangozluk, ebru gibi çeşitli bedii sanatlarla uğraşmışlardır. Şairler meclisi kurmuş, divan sahibi olmuş devlet adamlarımız bulunmaktadır.

Şairin yüreği evren kadar geniş, toprak kadar münbit (verimli) yağmur kadar bereketli, deniz kadar engindir. Şairin hayatı tek düze değildir. İnişli çıkışlı bir duygu dünyasında yaşar, yer yer sesi yükselir, tedirginliği artar, aklın sınırlarını zorlar yapıp ettikleri.

Çoğu zaman ne cennet ne cehennem umurundadır. O, arafta olmaktan mutludur. Aradığını bulamamanın tedirginliğini içinde taşısa da hayalinde suya yazdığı en güzel şiirin tekrar okumak ve yazmak derdindedir. Tam da bu noktada hayallerine ulaşacakken ilham perisini ürküten kargaların çığlığıyla uyanır. Bu çığlık günlük hayatın hengamesidir. Trafik, geçim derdi, politik kısır döngüler, kadın cinayetleri şairin büyülü dünyasını altüst eder. Tam da bu noktada beklenen doğum ne yazık ki gerçekleşmez. İlham firar eder. Bu nedenle de şair, uçuşan yarasaların içinde kaybolmak zorundadır. O zaman da şair göçer. Nereye mi? Hayaller alemine…

Şair, yaşadığı toplumun sözcüsü ve öncüsüdür. İlhamlarını toplumdan ve kendi iç dünyasından alır. Bu nokta-i nazardan bakıldığında şiir, şair için ilham, toplum için ise ikramdır. Bu ilhamları yürek fırınında pişirir ve dil harmanında okuyucuya sergiler.  Tarih boyunca ilahi bir mesajın aktarıcısı rolünü üstlenmiştir. Bu nedenledir ki pek çok toplumda ilahi mesajın sözcüsü olarak görülmüştür.

Hayat, şuurlu yaşamayı gerektirir. Şair ise şuurlu insandır. Şuursuz insanlar, şiirden zevk almazlar. Şairin sezgileri güçlüdür. Peki şair böylesi şuur, sezgi sahibiyse şairin bulunduğu mevki nedir? O, deli midir, veli mi? Bunun yanıtını asırlarca verememiştir insanoğlu.

İnsanın yaşamdan amacı akıl ve kalbinin mutluluğu ise o halde beden ve ruhun neyi, nasıl algıladığı ön plana çıkmaktadır. Şiirin elbette ki rengi, kokusu, ırkı yoktur. Fakat ne var ki onun hakkında bildiğim kesin bir şey varsa o da temelinin aşk olmasıdır. Her zaman ve her durumda ilgi ister. İhmali durumunda yalnızlıkların prensi içten içe yalnızlaşır.

Şair, meleklerin sesi ile şeytanın sesinin ayrımını yakalamaktır. İyinin de kötünün de sözcüsü olur bu yönüyle şair. Şiir, şairin düşlerinin dili, yüreklerinin raksı, kullarının duasıdır. Bu nedenle şair, şiirsiz, kelimesiz, imgesiz ve aşksız yaşayamaz. Şiir yazmak için evvela bir gönül gerekir. Sonra da Hamlet’in dediği gibi “Sözcükler, sözcükler, sözcükler…”dir. Bıkmadan, yorulmadan okumak… Okudukça bilmediklerimizin farkına varırız. Okudukça özgüvenimiz gelişir. Bildikçe mutlu oluruz. Hayatı anlamlandırmaya başlarız. Bilinenden bilinmeyene, görülenden görülmeyene, duyulandan duyulmayana göç ederiz.

“Herkes görebilir; ama şair başka görür.

 Herkes duyabilir; ama şair başka duyar.

 Herkes dokunabilir; ama şair başka dokunur.

 Herkes tat alabilir; ama şair başka tat alır.

 Herkes koklar; ama şair başka koklar.

 Herkesin beş duyusu vardır; ama şairin altıncı duyusu vardır.”

YORUM EKLE