Salih Bey Köprüsü (29)

Sabah erken saatlerde yolda çalışmak isteyenler konağın önündeydi. Asım Çavuş, Salih Bey ile birlikte köylülere yapacakları çalışmaları anlatıyordu. 

-Taş ve kayalara dikkat edin, yolun altından geçen insan da olabilir, hayvan da. Bir yere zarar vermeyin. Dikkatli çalışın, kimsenin bağına, bahçesi, bostanına bir taş düşsün istemiyorum. Çalışma ücretleriniz en iyi şekilde verilecektir. 

-Tamam beyim, dediler ve beşi kazma, beşi de kürek alarak çevirmeden çıktılar. 

Asım Çavuş, oğlu Salih’e:

-Sen yapılacak çalışmayı yerinde göster, devamlı başlarında durmana gerek yok. Şahım’ı da al yanına, daha sonra Süleyman’ın yanına git. Benim selamımı söyle ve birlikte gelin. 

-Olur baba.

Seyis Murat’ın tuttuğu dizginleri aldı, Şahım’a şekerini yedirdi ve köylülerin arkasından gitti. Köy çıkışında, köylüler Salih Bey’i bekliyordu ellerinde kazma kürekle. Yapılacak çalışmayı tarif eden Salih Bey, Şahım’a binerek Çit Deresindeki mandıraya gitmek için yola çıktı. Kar suları yolun bazı bölümlerini o kadar yıkmıştı ki Şahım bile geçmekte zorlanıyordu. “Gerçekten yol çok tahrip oldu, düzeltmek uzun zaman alacak.” dedi kendi kendine. 

Bazı yerlerde Şahım’dan inmek zorunda kalıyordu. Dizginlerini dikkatli tutarak atının zarar görmesini istemiyordu. Kuru bir dere yatağından gelen sular, yol diye bir şey bırakmamıştı. Şahım’ın dizginlerini bıraktı. Önce kendisi geçti. Şahım ise başını sallayarak “ben de geçerim” dercesine dikkatlice Salih Bey’in yanına geldi. Atını öpen Salih Bey, kısa bir yürüyüşün ardından mandıraya vardı.

Kırçılın Süleyman ile çobanlar mandıradaydı. Koyunlara sabah yemlerini veriyorlardı. Kuzu sayısı kırka çıkmıştı. Koyunlar yemlerini yerken kuzuların ayrıldığı kapıyı açtı Süleyman. Mandıra koyun-kuzu melemesiyle adeta çınladı. Her kuzu kendi anasını arıyordu. Bulanlar emmeye başladı. Henüz birkaç günlük olanları ise Cicar Ali ile Dursun Ali analarının yanına götürerek emmelerini sağlıyorlardı.

Süleyman, kapıya çıkınca Salih Bey’in geldiğini gördü. Yüzü güldü, mutlandı. 

-Hoş geldin oğul.

-Hoş bulduk baba.

-Sürü durmadan artıyor.

-Artıyor oğul, kırk kuzumuz oldu. İnsan kuzuları gördükçe bir hoş oluyor. Her şeyin küçüğü seviliyor Salih oğlum. Hadi gel içeri girelim. Mandıraya gelirken çayı demlemiştim. Dem almıştır, birer çay içelim. Eve girdiler. Mart ayı olmasına rağmen hava yine de soğuktu. İçeri girince sıcak oda huzur vericiydi. Süleyman demliğin kapağını açtı. 

-Demlendi, dedi.

-Sen otur baba, ben doldururum çayları. Öyle de yaptı Salih Bey.

-Babamın selamı var, gelsin dedi.

-Olur oğul, hele çaylarımızı içelim, aç mısın?

-Yok baba, kahvaltımı yaptım. Sen yapmadınsa yap kahvaltını. 

-Ben de yaptım, çaya çok alıştım, çaysız duramıyorum, hava da soğuk iyi oluyor. Çaylarımız bitsin Karaca’yı hazırlayım, birlikte gideriz.

-Nasıl, Karaca alıştı mı buraya?

-Alıştı, o olmazsa zaman geçmiyor burada, onunla ilgileniyorum. Bana da çok alıştı.

-İyi huyluydu zaten.

-Evet, huyu çok güzel, kendisini sevenleri hemen anlıyor.

Çaylarını içtiler. Birlikte dışarı çıktılar. Süleyman kapıyı kilitledi. Karaca’yı ahırdan çıkardı. Birlikte yola koyuldular. 

Yolda hiç konuşmadılar. Yolun yıkık olduğu yerlerde atlarından indiler. 

-Yol çok tahrip oldu Salih oğlum.

-Öyle baba, köyün çıkışından itibaren çalışma başlattık. Geçerken görürüz. 

Köylülerin çalıştığı yere kadar geldiler. Salih Bey, yapılan yola baktı. 

-Güzel oldu, bu genişlikle devam edin, at arabası genişliğinde olmasına dikkat edin. Kazılmayan bölümlere duvar yapın. Sağlıklı olsun. Bir dahaki sularda yıkılmasın.

Xxx

Ebe kadın Gülsüm, yorgun argın, kasabadaki Burhan ustanın yanına kendini attı. Elli-elli beş yaşlarında gösteriyordu. Hiç evlenmemişti. 

-Çok yoruldum Burhan amca.

-Hayırdır kızım, zor mu oldu doğum. 

-Bugüne kadar ben böyle zor doğum yapmadım, kadın ikiz doğurdu.

-Allah bağışlasın, nasıl sağlıklılar mı?

-Sağlıklı Burhan amca. Eşeği hana çektim, sen yemini verir misin?

-Veririm kızım veririm de seni bekleyen var.

-Kimmiş beni bekleyen, ben bu durumda bir yere gidemem. Eşeğin üstünde sallana sallana işkembelerim ağzımdan gelecekti.

-Doğum değil kızım, kontrol edeceksin. 

-Ancak yarın giderim, uzak mı gideceğim yer.

-Yok kızım bir saat kadar ya sürer ya sürmez, Zermut’tan Asım Çavuş’un gelini hamileymiş onu kontrol edecekmişsin.

-O zaman yarın sabah giderim, Burhan amca.

-Sen bilirsin. Eşeği hem şimdi hem de sabah yemini veririm.

-Çok sağ ol Burhan amca. İyi akşamlar, ben eve çıkıyorum.

-Tamam kızım, iyi akşamlar.

Xxx

Asım Çavuş, Gülbahar Hatun, Salih Bey, Gülizar ve Kırçılın Süleyman, konağın büyük salonunda oturuyordu. Gülizar, babasının yanındaydı. Koluna girmiş, başını babasının omuzuna yaslamıştı. Asım Çavuş, söz atmadan duramadı:

-Babanı görünce bizi unuttun çoban kız.

-Yok baba olur mu öyle şey. Çok zamandır görmedim babamı, özlemişim.

-Özle kızım özle, atalar her zaman özlenir, dedi Asım Çavuş. Süleyman’a döndü:

-Mandırada var mı bir sorun Süleyman?

-Yok beyim.

-Bak ne diyeceğim, sen artık mandırada kalma, burada kal. Sabah gider akşama gelirsin. Zaten önümüz yaz, sürü de yakında yaylaya çıkacak. 

-Bilmem ki beyim.

Gülizar söze karıştı:

-Kal baba, orada tek başına ne yer ne içersin, hep aklım sende. 

-Doğru söyler gelinim, konak büyük, bir odasını da sana verelim. Orada kal. İşini de takip edersin.

-Kal baba, kal, diyerek üsteledi Gülizar.

-Sürü yaylaya çıktıktan sonra kalırım beyim. Şu anda yavrulayanlar var. Bakımları gerek. 

-Çobanlar beceremiyorlar mı?

-İşlerini iyi yapıyorlar ama ben görmeden duramıyorum. 

-Sen şu işi gücü bir yana bırak da neden bugüne kadar evlenmedin? Bak, kızını aldık senden tek başına kaldın, bulamadın mı ehli namus birini?

Kırçılın Süleyman biraz da utanarak:

-Hiç bakmadım beyim. Düşünmedim bile.

-Düşün Süleyman, düşün. Yalnızlık Allah’a mahsustur, bak kendine göre helal süt emmiş, evlendirelim seni. Ne dersin güzel gelinim?

Gülizar, pek istekli olmasa da:

-Babam bilir, dedi.

-Bulalım Süleyman’a ehli namus birini Gülbahar Hatun.

-İyi olur Asım Çavuş. Dediğin gibi yalnızlık Allah’a mahsustur.

-Salih, sen hiç konuşmuyorsun, sen ne dersin?

-Takdir babamındır, bana söz düşmez baba.

-Düşer, düşer. Kızını alarak Süleyman’ı sen yalnız bıraktın. Bütün köyleri biliyorsun, var mıdır ehli namus biri?

-Bilmiyorum baba, hiç de sormadım.

Kırçılın Süleyman’ını evlendirme sohbeti gecenin ilerleyen saatlerine kadar sürdü.

Xxx

Burhan Usta, sabah erkenden ebe kadının eşeğini yemledi. Nalburiye dükkanını açtı. Arazlar’ın kahveden çayını söyledi. Ceviz ağacından yapılmış eski masasının başına geçti. Ardasa çarşısı cuma günü olmasına karşın yine ıssızdı. “İşler açılıyor ama yine de müşteri yok.” Dedi kendi kendine. Gelen çayına üç seker atıp karıştırdı. Şekeri çok severdi Burhan Usta. Ali Osman, dört şeker de getirse çayına atacağını bildiği için hep üç şekerle getirirdi çayını. Üç şekerden az olursa çayın parasını ödemezdi.

-İşler kesat Ali Osman.

-Öyle Burhan usta. Sabahtan beri on çay ya sattım ya satmadım.

Havayı Gavaz’ın fırınından çıkan ekmek kokusu sardı. Burhan Usta’nın nalburiye dükkanının karşısındaydı Gavaz Ali’nin fırını. Her sabah alışmıştı Burhan Usta, ekmeğin mis gibi kokusuna.

-Sen git istersen iki çay daha al gel. Ben de Gavaz’dan bir tane sıcak ekmek alıp içine yağ koyup yiyelim ne dersin?

-İyi olur Vallahi. 

Öyle de yaptılar. Burhan Usta ile kahveci Ali Osman bir fıranzolayı ağız tadıyla yediler. 

-Ben iki çay daha alıp geleyim, müşteri de varsa çaylarını vereyim.

Tam kapıdan çıkarken ebe kadın Gülsüm girdi içeri.

-Çayları üç tane yap Ali Osman.

-Tamam, dedi.
 

(Devamı var)

YORUM EKLE