Okur: Mesele kadın hakları değil

Yeniden Refah Partisi Gümüşhane Kadın Kolları Başkanı Yeşim Okur, Müslüman-Türk aile yapısını yok etmeye yönelik olarak hazırlanan CEDAW, İstanbul Sözleşmesi ve benzeri düzenlemelere karşı sağduyulu kesimlerden yükselen itirazların dikkate alınmadığını, aksine bir kısım siyasi parti liderleri de dâhil olmak üzere birçok sivil toplum kuruluşu tarafından kadına şiddeti önlemek adı altında zulmün meşrulaştırılmaya çalışıldığını söyledi. 

Okur: Mesele kadın hakları değil

Yeniden Refah Partisi Gümüşhane Kadın Kolları Başkanı Yeşim Okur, Müslüman-Türk aile yapısını yok etmeye yönelik olarak hazırlanan CEDAW, İstanbul Sözleşmesi ve benzeri düzenlemelere karşı sağduyulu kesimlerden yükselen itirazların dikkate alınmadığını, aksine bir kısım siyasi parti liderleri de dâhil olmak üzere birçok sivil toplum kuruluşu tarafından kadına şiddeti önlemek adı altında zulmün meşrulaştırılmaya çalışıldığını söyledi. 

CHP Gümüşhane Kadın Kolları Başkanı Belgin Çakır’ın geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamaya değinen Okur, “CHP’nin batılılaşma adına Müslüman-Türk aile yapısından vazgeçmiş olması yeni bir durum değildir. Onların kırmızı çizgisi hiçbir zaman yerli ve milli olmamıştır zaten. Bizim, medeniyeti İslam’da değil de batıda arayanlara söylenecek fazla sözümüz de yok. Öte yandan terör örgütü ile arasına mesafe koymayan, onun siyasi uzantısı gibi hareket eden HDP’nin de ahlak ve maneviyattan dem vurmasını beklemiyoruz. Ancak kendisini muhafazakâr, milliyetçi olarak tanımlayan siyasi partiler ve liderlerinin hangi saiklerle bu zulmü desteklerini anlayamıyoruz. “İstanbul Sözleşmesini Uygula” yazılı mor renkli maskelerle halkın karşısına çıkmakta beis görmeyenler gibi bu sözleşmeleri yırtıp atmak için kılını dahi kıpırdatmayan liderler Merhum Erbakan Hocamızı bir kez daha haklı çıkartmıştır. Bu ortak siyasetin tek bir açıklaması olabilir, o da; tıpkı sinsi sözleşmenin yasalaşmasında olduğu gibi farklı siyasi geleneklerden geldiklerini iddia etseler de bunların hepsi aynı merkezden talimat almakta ve aynı merkeze hizmet etmektedirler” ifadelerini kullandı.

“Siyasetçilerimiz, Kokuşmuş Batı Medeniyetinden Medet Ummaktadır”

İstatistiklere yansıdığı üzere kadına şiddetin önüne, polisiye tedbirlerle geçilemeyeceğinin aşikâr olduğunu kaydeden Başkan Okur, “Kadın cinayetlerini, boşanma oranlarını, evlilik yaşlarını artıran, çiftleri gayrimeşru ilişkilere iten bu sözleşmeler maalesef kurtarıcı gibi görülmektedir. Ne acıdır ki çözüm arayışındaki siyasetçilerimiz, kokuşmuş bir toplumsal yapıya sahip batı medeniyetinden hala medet ummaktadır. Hâlbuki tek çare, her türlü şiddet gibi kadına yönelik şiddeti de büyük günahlar arasında sayan inancımızdadır. Anasına “kocakarı”, babasına “moruk” diyen, harçlık vermedi diye anasının boğazını kesen bir gençlikten, “Cennet annelerin ayağının altındadır” inancıyla, anne babasına öf bile demeyen bir nesle geçmekle mümkündür. “Kadınlar size Allah’ın birer emanetidir, emanete ihanet en büyük günahtır” anlayışını yerleştirmekle mümkündür” diye konuştu. 

“Süslü Yalanların Ardına Sığınılarak Yeni Bir Aile Yapısı Oluşturma Gayretindeler”

Türk halkının büyük çoğunluğunun izlenen bu politikadan rahatsız olduğuna vurgu yapan Okur, “Hatırlatmak isteriz ki aile yapımızı ayakta tutan kökler modern bir dünya, modern bir yaşam yalanlarıyla birer birer kesilmektedir. Doğum kontrol adı altında yıllar yılı bizleri ahmak yerine koyanlar, bu kez de kadına karşı şiddeti önleme maskesinin ardına gizlenmiş, bilinçli veya bilinçsiz kuklalar vasıtası ile ülkemizi idare etmektedir. Hedeflenen ise mutlu bir geleceğin inşası değil bu milletin temelini oluşturan Müslüman-Türk aile yapısının tarumar edilmesidir.  Bu amaç doğrultusunda yapılan ihanet, sadece İstanbul Sözleşmesi sınırlı olmayıp CEDAW, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi(AİHS) ve buna bağlı ek protokoller ile adım adım işlenmiş, sonuç olarak kendi iç hukukumuzdaki yasal düzenlemeler hayata geçirilmiştir. Kadın hakları, eşitlik, kadına karşı şiddetin önlenmesi gibi ulvi söylemlerin gölgesine sığınan küresel çetenin üyeleri bu değerleri öne çıkararak toplumsal cinsiyet, cinsel tercih, cinsiyetsizleştirme, farklı aile formları gibi Müslüman-Türk aile yapısına aykırı yeni bir yapı oluşturma gayretindedirler” dedi.

“Bu Sözleşmeler Nifak Tohumu Ekiyor”

Geçmişte olduğu gibi bugün de küresel çetenin baskılarına boyun eğen siyasetçilerin ferasetsiz uygulamalara imza attıklarını dile getiren Okur, açıklamasında şunları kaydetti; “Ahlaki yapımıza, geleneklerimize, göreneklerimize ve en önemlisi inançlarımıza ters düşen değişiklikler sırça köşklerde hazırlanmış ve birer birer yasalaştırılmıştır.  Bu sürecin son halkası olarak nitelendirilebilecek olan sözleşme ile de; fuhuş suç olmaktan çıkartılmış, LGBTİ’lerin cinsel özgürlüğü yasal teminat altına alınmış, süresiz nafaka, kadın beyanının esas alınması gibi yasal düzenlemelerle toplumsal yapımıza nifak tohumları ekilmiştir. İstanbul Sözleşmesi, dönemin Dışişleri Bakanı Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu tarafından 2011 yılında kendi ifadesi ile gurur ve iftiharla meclise taşınırken, yine meclis tutanaklarına yansıdığı üzere zorla imzalattırılmış bir sözleşmedir. İnsan Hakları Sözleşmesine aykırı bölümleri nedeniyle Adalet Bakanı, aile yapısı ile ilgili sakıncaları nedeniyle de Aileden Sorumlu Devlet Bakanı tarafından ilk etapta imzalanmayan sözleşme, ne ilginçtir ki kamuoyunda hiçbir şekilde tartışılmamış, meclise geldiğinde ise ender gerçekleşen bir mutabakat sonucu sessiz sedasız oybirliğiyle kabul edilmiştir. Ne ilginçtir ki; Müslüman bir toplumun meclisinde oybirliği ile imzalanan bu sözleşme Hırvatistan da meclise sunulduğunda yer yerinden oynamış, muhafazakâr kesim kadını koruma maskesi altında cinsiyet ideolojisi dayattığı ve geleneksel aile değerlerini altüst ettiği gerekçesiyle sözleşmeye karşı çıkmıştır. Yine Macaristan Parlamentosu hükümete İstanbul Sözleşmesi'ni onaylamaması yönünde çağrı yapmış ve sözleşme yürürlüğe girmemiştir. Rusya ise ev içi şiddet ifadesinden tarafların aynı cinsten olabileceği gerekçesiyle sözleşmeye karşı çıkmıştır. Örnekleri çoğaltmak mümkündür. İsveç ve İngiltere kadına uygulanan her şiddeti insan hakları ihlali olarak görmenin sakıncalı olduğunu vurgulamıştır. Bulgaristan, 2018 yılında sözleşmeyi reddetmiş, Anayasa Mahkemesi, sözleşmenin Bulgaristan Anayasası’na aykırı olduğuna hükmetmiştir. Almanya, mevcut hukuklarında ailenin önemi ve insani nedenlerle, oturma izinleri, ön koşulları ve yasal sonuçları farklılığı gerekçesi ile Sözleşmenin 59. maddesini uygulamama hakkını saklı tutarak Sözleşmeyi ancak Şubat 2018’de imzalamıştır. Polonya’da ise öncelikle çekincelerini ortaya koymuş ve sözleşmenin ancak ve ancak Polonya Cumhuriyeti Anayasası ilke ve hükümleri çerçevesinde uygulanacağı beyan etmiştir. İşin en acı yanı ise sözleşme yanlıları modern ve ilerici olarak tanımlanmaya, sözleşmeye muhalefet edenlerin ise şiddet yanlısı ve işlenen cinayetlerin müsebbibi gibi gösterilmeye çalışılmaktadır. Bu maksatla her türlü şiddet olayında kadın mağduriyetine yönelik unsurlar aranmaya başlanmış, yıllarca gazetelerin 3. sayfasında görmeye alıştığımız haberler en ince ayrıntılarıyla ve hiçbir etik kural gözetmeksizin yazılı ve görsel medyanın ana unsuru haline getirilmektedir. Küresel çete ve onun temsilcileri her ne kadar “kadının korunması, şiddetin önlenmesi, kadın cinayetlerinin önüne geçilmesi” gibi ulvi değerlerden yola çıktıklarını iddia etseler de sözleşme ve yasal düzenlemeler sonrası ortaya çıkan fiili durum ise her şeyi gözler önüne sermektedir.” 
 

YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER