Ara
Gümüşhane
Parçalı az bulutlu
9°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
39,3736 %0.37
45,6125 %0.64
4.282,77 % -1,05

SÛRET-İ HAKTAN GÖRÜNEN BÂTIL-II

YAYINLAMA:

Önceki yazıyı okuyup değerlendiren bir kardeşim, “Kur’âncı” iddiaların aslında ciddiye alınacak hiçbir ilmî tarafının olmadığını söyledi. Dolayısıyla onlara verilecek cevaplar, kendilerini meşrulaştırabilir, söylediklerini iyice yaygınlaştırabilir, en azından muhatap alınmaya değermişler gibi anlaşılabilir. Onun bu endişesine katılmakla birlikte, geçmiş büyüklerimizin böyle bir durumda şöyle hareket ettiklerini ifade ettim: Eğer bir söz -bunlara “görüş” demek uygun olmasa gerek- yanlışsa, dikkate alınmaz ve değer verilmez. Fakat artık iyice yaygınlaşır ve fitnesi ortalığa dağılmaya başlarsa, İslam kardeşliğinin bir icabı olarak, insanları uyarmak, yanlıştan sakındırmak artık bir vazife halini alır. Öyleyse “Kur’ân’da her şey ayan beyan ortaya konmuştur; hadîse, sünnete, ulemâya ve mezheplere ihtiyaç yoktur…” gibi bid’atlere inanma meylinde olanlar için bir şeyler söylemek gerekmektedir. Zira görünüşte son derecede çarpıcı, doğrucu olan bu tür iddialar, aslında ağızdan çıktığı andan itibaren kendilerini çürüten, hiçbir ilmî temeli bulunmayan, mantık nazarında değer ifade etmeyen lâkırdılardan ibarettir.

Bu tür iddia sahiplerine kanıp mezheplere, âlimlere sırt çevirenler gerçekten Allah’ın Kitabına uyduklarını zannederek böyle bir maceraya atılmaktadırlar. Oysa yarın her şeyin tamamen ortaya çıkacağı hesap gününde, uydukları şeyin Kur’ân değil de onlara bu tür düşünceleri (!) telkin edenlerin sığ anlayışlarından kaynaklanan, hevâ ürünü yaldızlı sözler olduğunu görünce artık hiçbir tövbe ve pişmanlık fayda vermeyecektir.

Zira eğer iddia sahip doğru sözlü ve samimi iseler, “Kur’ân yeter!” demelerine bile gerek yoktur. Bunu söylemek bile Kur’ân’ın yetmediği anlamına gelmiyor mu? Öyleyse bunu dile getirmek Kur’ân’a hakaret değil midir!? Kur’ân yetiyorsa, siz neden konuşuyorsunuz, il ilçe demeden dolaşıp konferanslar veriyorsunuz, kanal kanal gezip program yapıyorsunuz; o da yetmiyor kitaplar yazıyorsunuz, hâsılı sosyal-asosyal her türlü medyayı kullanmak için muazzam bir gayret sarf ediyorsunuz.

Hadi diyelim ki insan meramını anlatmak için konuşmak zorundadır; dolayısıyla bu söylemenizi mazur görelim; “Kur’ân yeter!” dedikten sonra hâlâ konuşmaya neden devam ediyorsunuz? Eğer devam ediyorsanız, kendi iddianızı çöpe atıyorsunuz demektir.

Aslında mesele yukarıda değinildiği gibi, insanları Kur’ân’a yönlendirmek filan değildir. Suyun mecrasını kendi kanallarına doğru yönlendirmektir. İstedikleri kadar gayelerinin bu olmadığını söylesinler. Eğer gaye Kur’ân ise, Kur’ân yeter deyip de arkasından oturup meâller ve ciltlerce “tefsîr" yazmalarının izahı nedir!?

Evet, meselenin çok boyutu var. Sünnetin ve hadîsin reddi, mezhebin hafife alınması, mealcilik belası gibi fitne ve bid’atlerin kökü dışarda ve dalları içimizdedir artık. 

Rabbimizden niyazımız dini sadece O’na, kendi istediği şekilde has kılarak ibadet yoluna bizleri iletmesidir.

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *